İslam Ansiklopedisi - Namaz ve Biz - Şeyh Mahmud
   
Menü
  Ana Sayfa
  İletişim
  Yorum Ve Görüşleriniz
  Burdayiz
  Bize Destek Olun
  DOSTLARIMIZ
  Anket
  Ahir Zaman
  Al-i İmran Suresi
  Allah'tan Korkmak
  Allah'ın 99 İsmi
  A'raf Suresi
  Ashab-i Kehf
  Bakara Suresi
  BAS ÖRTÜSÜ
  Bediuzzaman Said Nursi
  Berat Kandili
  Büyük Günahlar
  Cennet Ve Cehennem
  Cinler
  Dinimiz
  Din Eğitiminde İnsanın Merkezileşmesi
  Din Ve İnsan
  El Zinasi
  Esmâül Hüsnâ
  Evreni Allah Yarattı
  Evrenin Ölümünün Ardından
  Esmaül Hüsnanin Önemi
  Esma-i Hüsnâ'dan Esintiler
  Esnaül Hüsna Faziletleri - Faydalari
  Esmaül Hüsna (Geniş Anlamlı)
  Esmaül Hüsna Zikirleri
  Filistine Destek İHH
  Filistine Destek K.Y.M
  Kiyamete Dogru
  Günün Konusu
  Site Haritasi
  Soru Cevap
  Şiirler
  Risale-i Nur
  Resim Galerisi
  İlahi Oku
  Peygamberlerimiz
  Gusül Ve Abdest
  Islamda Kadın ve Erkek
  Mezhebler
  Mucizeler
  ViDEOLAR
  SiiR
  Namaz Hakkında
  Namazın Edebi
  Namaz Vakitleri
  Namaz ve Sağlık
  Namazlar ve Niyet
  54 FARZ
  Zina Ve Çeşitleri
  Zinanin Kötülüğü
  Zina Ve Dünyevi Azabi
  Zinanin Uhrevi Azabi
  Göz Zinasi
  Göz Zinasi 2
  Gıybet
  Zulüm
  Kibir
  Kızmak
  Şehvet
  Haram ve Şüpheli Yemek
  Kur'an Ve Önemi
  Yunus Suresi
  Fil Suresi
  Kureyş Suresi
  Kuranin Önemi
  Kur'anin İnişi
  İnsan
  İbadetin Önemi
  Nefis
  Ölüm
  Oruç Ve Çeşitleri
  Oruçlarda Niyetin Vakti
  Orucu Bozan Şeyler
  Farz Oruçlar
  Oruç Çeşitleri
  Mübarek Aylar,Günler ve Geceler
  Kadir Gecesi
  Recep Ayı
  Regaib Gecesi
  Miraç Kandili
  Şaban Ayı
  Ramazan Ayı
  Şevval Ayı
  Kurban ve Kurban Bayrami
  Muharrem Ayı ve Aşure Günü
  Kutlu Doğum ve Mevlid Kandili
  Kıyamet
  Kıyamet Günü 1
  Kıyamet Günü 2
  Kıyamet Günü 3
  Hz. Mehdi
  İlahiler
  Karışık İlahi
 
  Esmaül Hüsna Esintisi Dergisi
  Ilk Müslümanlar
  Islam Tarihimiz
  Resimli Namaz Anlatimi
  Islam Alimleri
  Kabe
  Nasihatlar
  HlCRET
  Kuran Ögreniyorum
  DuaIar
  Ahlak Bilgileri
  Besmele Kampanyasi
  Tevhidisohbet
  Sahabaler
  Hadisler
  Osmanli Padisahlari
  Türkiye il ve ilçeler
  İl İl Namaz Vakitleri
  il il imsakiye - İftar Vakitleri
  Güzel Sözler
  Dursun Ali Erzincanlı
  Şifali Bitkiler
  ilmihal
  Unutulan Sünnetler
  İslami Resimler
  Salavat
  Bilim
  Ramazana Özel
  Kuran-ı Kerim Türkçe Meali
 
  Bediüzzaman Said Nursi Hayati
  Sözler
  Mektubat
  Lemalar
  Şualar
  Hür Adam Bediuzzaman Said Nursi - Fragman
 
  Atatürk
  Ödevler
 
  Teknoloji
 
  Google
  Faydalı Siteler
 
  Facebook
  Reklam

 



"O, yaratan, var eden, şekil veren Allah'tır. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun şanını yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.(Haşr-24)"

 
ALLAH
(Uluhiyete mahsus sıfatların hepsini kendinde toplayan İsm-i Azam)

RAHMÂN
(Bütün yaratılmışlar hakkında hayır ve merhameti tercih eden)

RAHÎM
(Çok merhamet eden, nimet veren)

MELİK
(Bütün kainatın tek sahibi ve mutlak hükümdarı)

KUDDÛS
(Hatadan, gafletten ve her eksiklikten münezzeh)

SELÂM
(Esenlik veren, kullarını selamete çıkaran)

MÜ'MİN
(Gönüllere iman ışığını veren, vaadine güvenilen)

MÜHEYMİN
(Kainatın bütün işlerini gözetip yöneten)

AZÎZ
(Yenilmeyen yegane galip)

CEBBÂR
(İradesini her durumda yürüten, dilediğini zorla yaptırmaya muktedir olan)

MÜTEKEBBİR
(Her şeyde büyüklüğünü gösteren)

HÂLIK
(Büyün mevcudatı takdirine uygun şekilde yaratan)

BÂRİ'
(Bir model olmaksızın canlıları yaratan)

MUSAVVİR
(Her şeye şekil ve özellik veren)

GAFFÂR
(Daima affeden, tekrarlanan günahları bağışlayan)

KAHHÂR
(Her şeye her istediğini yapacak şekilde galip ve hakim)

VEHHÂB
(Karşılık beklemeden bol bol veren)

REZZÂK
(Bedenlerin ve ruhların gıdasını yaratıp veren)

FETTÂH
(Zorlukları kolaylaştıran ve iyilik kapılarını açan)

ALÎM
(Herşeyi çok iyi bilen)

KÂBID
(Rızkı tutan, canlıların ruhunu alan)

BÂSIT
(Rızkı genişleten, ruhları bedenlerine yayan)

HÂFID
(Alçaltan, zillete düşüren)

RÂFİ'
(Yukarı kaldıran, yükselten)

MUİZ
(Yücelten, izzet ve şeref veren)

MÜZİL
(Alçaltan, zillet veren)

SEMİ'
(Her şeyi işiten)

BASÎR
(Her şeyi gören)

HAKEM
(Son hükmü veren)

ADL
(Mutlak adalet sahibi, çok adaletli)

LATÎF
(Yaratılmışların ihtiyacını en ince noktasına kadar bilip, sezilmez yollarla karşılayan)

HABÎR
(Her şeyin iç yüzünden haberdar olan)

HALÎM
(Acele ile ve kızgınlıkla muamele etmeyen)

AZÎM
(Zatının ve sıfatlarının mahiyeti anlaşılamayacak kadar ulu)

GAFÛR
(Bütün günahları bağışlayan)

ŞEKÛR
(Az iyiliğe çok mükafat veren)

ALÎ
(İzzet, şeref ve hükümranlik bakımından en yüce, aşkın)

KEBÎR
(Zatının ve sıfatlarının mahiyeti anlaşılamayacak kadar ulu)

HAFÎZ
(Koruyup gözeten ve dengede tutan)

MUKÎT
(Bedenlerin ve ruhların gıdasını yaratip veren, bilip gücü yeten ve koruyan)

HASÎB
(Kullarının her yaptığını bilen, onları hesaba çeken)

CELÎL
(Azamet sahibi)

KERÎM
(Lütuf ve keremi çok bol ve çok geniş)

RAKÎB
(Büyün varlığı gözetleyip, kontrol eden)

MÜCÎB
(Dualara karşılık veren)

VÂSİ'
(İlmi ve merhameti herşeyi kuşatan)

HAKÎM
(Bütün emirleri ve işleri hikmetli olan)

VEDÛD
(Kullarını çok seven, sevilmeye gerçekten layık olan)

MECÎD

Türkiye'nin En Büyük
İslam Ansiklopedisi
Olma Yolunda Hızla Gelişen Bir Sitedir.
İslam Ansiklopedisi 2008 - 2021 ©
1931 yılında Of'da dünyaya geldiler. ilk tahsilini babası Ali Efendiyle yaptı. Hafızlığını Of'ta ikmâl etti. Bir müddet Kayseri'de Arapça okudu.Tahsilini eniştesi Hacı Dursun Efendi de tamamlayarak ondan icazet aldı.

Uzun süre çocuğu olmayan Fatma Hanım, çocuğu olması için Allah(c.c.)' a yalvarıyordu. Bir gece rüyasında, ayın koynuna indiğini ve bütün dünyayı aydınlattığını gördüler. Bu rüyanın üzerinden uzun zaman geçmeden Efendi Hazretleri dünyaya teşrif ettiler.

Efendi Hazretleri (K.S.), çocukluğunda yakalandığı bir hastalık sebebiyle doktora götürülüyor. Doktor, Ben, bu çocukta acaib bir hal görüyorum. Bu çocuk, ya yaşamayacak veya yaşarsa çok büyük bir kimse olacak diyor. Askerliğin ilk aşamasında Bandırmaya gidiyorlar. Birliğine teslim olmadan önce gittiği bir camide Kur'ân okurlarken, Ali Haydar Efendinin müridlerinden Hacı Emrullah Efendinin dikkatini çekiyorlar. Namazdan sonra tanışıyorlar...

Kendileri anlatıyor:

Halil Efendi isimli takva bir zat vardı. Buralarda şeyh yok mu diye sordum. Bana Ali Rıza el-Bezzaz Efendi Hazretlerinin kabrini gösterdi ve bu zatın halifesinin İstanbul'da olduğunu söyledi. Ben de bu zatın kabrini ziyaret ettim. Bir fırsatını bulup İstanbul'a nasıl gideceğimi düşünüyordum.

Bir gün deniz kenarındaki Haydar çavuş Camisinde Cuma namazından sonra caminin bir köşesinde beyaz sarıklı, beyaz cübbeli nuranî bir zat gördüm. Cuma namazını kıldım, camiden çıkarken sağ tarafta Ali Haydar Efendi' yi gördüm. Bana padişah gibi heybetli göründü. Cemaate kim olduğunu sordum, tanımadıklarını söylediler. Camiden çıkınca, babası takva bir zat olan Fahri Hoca' ya camide gördüğüm zatı sordum. Fahri Hoca bana: işte o senin görmek istediğin Ali Haydar Efendi Hazretleridir dedi. Yanına gittim ve görüşmek istedim. O bana: Gece gel, görüşelim; zaman çok kötü, takipteyim dedi. Akşam olunca Halil Efendi'nin evine gittim. Efendi Hazretleri hastalanmıştı, görüşemedim. Sabah olunca gittim, yine görüşemedim. Ancak ikindi vakti Eskici Abdullah Efendi'nin evinde görüşebildim. Elini öptüm ve yanımdakilere okumuş olduğumu söylemeyin dedim. Gizlice benim hoca olduğumu ona söylediler. İçeri girerken Ali Haydar Efendi ayağa kalktı " İşte emaneti teslim alacak kişi geliyor. " buyurdu. Sofralar kurulmuştu ve çok güzel yemekler vardı. Tam sofraya oturduğumuzda bana soru sormaya başladı. ilk sorduğu soruları cevapladım, ancak daha sonra zor sorular sormaya başladı. Yanındakilere dönüp siz yemeğinizi yiyin dedi. Sorduğu sorular karşısında zorlanıyordum ve yemek de yiyemiyordum...


Ali Haydar Efendi Hazretleri İnegöl'e kayınpederine gitti. Benim de askerliğim devam ediyordu. Efendi Babam: " İstanbul'a nasıl sevk olursun oğlum" demişti. Nihayet sevk zamanım geldi ve benim ismim de okundu: Mahmut Ustaosmanoğlu, İstanbul dediler. çok sevinmiştim. Selimiye Kışlası, oradan da Gebze' ye yolladılar. Efendi Baba ziyaretlerime geliyordu. Efendi Babama çok uzak olmuştum. Sevkimi istedim. Yüzbaşıdan beni yollamasını rica ettim. O da bana: " Lâzımsın " dedi. Bunun üzerine ben de size oradan da dua ederim dedim. Bunun üzerine beni Sirkeci'ye yolladılar. Efendi Babama çok sık gidebiliyordum, çok ilmî sohbetleri vardı... Askerliğim bittikten sonra bir kilo üzüm alıp kendisini ziyarete gittim. Bana: " Oğlum seninle ilk görüşmemden üç gün sonra, ikinci görüşmemde vefat eden şeyhim zuhur etmişti ve senin elini tutup benim elime verip: " Bunu al, bizimdir "demiştir. Oğlum seni bana kim verdi" ; "50, 60 mandayı birbirine bağlasalar Mahmudum dan ayırmak isteseler beni, senden ayıramazlar" derdi.

Büyük Veli anlatıyor: " İstanbul' da iken Ali Haydar Efendi ile birlikte yanımızda dört - beş kişi olduğu halde hatm-i hace okurduk. O' nu sürekli takip ederlerdi. O devirde Arapça okuyup-okutmak müşkildi. Bu ilimleri okuyabilmek için çok zorluklar çektim. Derdi ki: " Oğlum Mahmud! Ben seni, bir şey emretsem ve sen de hemen onu yapsan arzusunda olduğunu görüyorum. Ateşin içinde yandıkça ateşin rengini alan demir gibi" Büyük Veli de seyr-i sülukte mesafe aldıkça Şeyhi Ali Haydar Efendi Hazretleri'nin muşahhaslaştırdığı hakikatin içinde kayboldu. Öyle ki mürşidinin bütün ifadelerini emir kabul ediyor ve onları hiç yüksünmeden yapıyordu. Gerçek oluş ve hakikati buluş sırrına ermiş bir mürid vardı İsmet Efendi Tekkesi'nde. Artık emanet teslim edilebilirdi. Ali Haydar Efendi, halefine velayeti, takati nisbetinde ve en ince ayrıntısına varıncaya kadar anlattı. Bu anlatış birkaç yıl devam etti.


Ali Haydar Efendinin oğlu anlatıyor; "Babam, Muhterem Mahmud Efendi ile kuşluk vaktinden sonra baş başa kalırdı. Derdi ki; "Oğlum! Görüyorsun ki bende olan her şeyi ona aktarıyorum. Fakat bunu tedricen yapıyorum ki onu sürekli müşahede altında tutayım. Manevi aleme ait malumatın birden kazanılmasına hiçbir akıl tahammül edemez." Zira Babama sekr halinde şeyhler gelirdi. Onlara yedi gün evrad-ı bahaiye okur ve Allah(c.c.)'ın izniyle iyileşirlerdi."

Beni babamdan istediğinde, " Mahmudumu bana verdin mi? " dediğinde babam: " Parası benim kendisi senin..." demesine çok gülmüştü. Ve kendisine sorulduğunda: " Bir sahib çıkacak, henüz tomurcuk halindedir demi?" Ali Haydar Efendi Hazretleri, İsmailağaya imam olacaksın diyor...


Ali Haydar Efendi, Mahmud Efendi'yi hususi sohbetlerinin yanı sıra Mesnevi, Mektubat, Reşahat, Risale-i Kudsiye gibi sadırlardan satırlara aktarılan ve temelinde irfan olan kitaplarla da istikbale hazırladı. Onu, gece geç saatlere kadar kitap mutalaa ederken gördüklerinde "Oğlum Mahmud şimdi çok çalış ileride kitap okumaya vakit bulamayacaksın" diyerek teşvik ederdi. İmam Rabbani Hazretleri'nin Mektubat'ının büyüklüğünü idrak etmesi için derdi ki; " Mektubat o kadar büyüktür ki, Reşahat ona ancak elif-ba olabilir." Muhterem Mahmud Efendi naklediyor: " Ali Haydar Efendi buyurdu ki; "Mahmud' un elinden tutan benim elimden tutmuş olur. Hakikat şu ki; bu fakirin elinden tutan Ali Rıza Bezzaz Hazretleri'nin elinden tutmuş olur. Böylece halka halka silsile ta Peygamber Efendimiz' e (s.a.v.) dayanır. İşte buna Sahih Yed diyoruz." Yine derdi ki; " Dağda bulunan bir su membaının köye kadar gelebilmesi için, köye kadar uzanan birbirlerine ekli su künkleri gerekir. Bu künklerden biri eksik olduğunda nasıl köye su ulaşamıyorsa tıpkı bunun gibi meşayih silsilesinden biri düştüğünde Feyz-i İlahi de kişinin kalbine ulaşmaz."

Risale-i Kudsiye'nin sahibi meseleye dair şunları söylüyor:
Sahih yed yok ise nisbet olur sed
Sahih yed ile Aziz Hakk'a gidelim
Cemali ba kemale seyredelim.

Ali Rıza Bezzaz Hazretleri, Ali Haydar Efendi' yi bağlılarına emanet ederken şöyle demişti: " Söz veriyorum size, kim bunun elinden tutarsa hiçbir kitaptan okuyamayacağı, hiçbir kimseden duyamayacağı şeyleri bundan duyacak ve öğrenecektir." Ali Haydar Efendi, ihvanlarına söze dökülmeyen, satırlara aktarılamayan hakikati tanımayı, idrak ölçülerine göre yaşamayı öğretti. Has odada, kuşluk vaktine kadar da Yusuf�um dediği talebesiyle yüksek perdeden konuştu. Şimdi ise Ali Haydar Efendi'nin konuştuğu frekanstan aynı hakikati Büyük Veli anlatmaya devam ediyor. Yirmi birinci yüz yılda bir " sahih yed " dünyamıza sağanak sağanak feyz-i ilahi taşıyor. Nur akıyor, çünkü künkler ta Mişkatu'n-Nübüvve'ye kadar kesintisiz yerli yerinde duruyor. Mevlana Halid' den İmam Rabbani'ye, Şah-ı Nakşibend'den, Abdulhalık Gücdüvani'ye nur arkının kol başları, akışı sürekli murakabe ediyorlar. Allah(c.c.) Resulü'ne (s.a.v.) kadar uzanan sahih el, rektörü, dekanı, öğretim üyesi olmayan amfisiz, sınıfsız, diplomasız bir üniversite gibi çağın müminlerini eğitmeyi sürdürüyor. Aşk laboratuarında aklın ve ruhun takıldığı problemleri çözüyor.

Seyyid Mâlikî Hazretleri zâhirî ilimlerde üstad olduğu gibi, bâtınî ilimlerde de söz sahibiydi, pek çok mürîdânı vardı. Soyu, ilmî kariyeri, Dinî hizmetleri ve geniş nüfûzu hasebiyle pek çok makam ve mevki sahibi kişiler, hatta krallar ve prensler onun duasını almak için ziyaretinde bulunurlardı. İstanbul'a geçtiğimiz Haziran ayında yaptığı ziyareti sırasında, misafir edildiği Efendi Hazretlerimizin odasında elini öpmek ve duasını almak bize de nasip olmuştu. İstanbul'da birkaç gün daha kalıp Mekke'ye dönecekti. O henüz İstanbul'dayken bizler o mukaddes topraklara umre yapmak üzere hareket ettik. Tabi ki, arzumuz Seyyid Mâlikî Hazretleri'ni İstanbul'dan Mekke'ye döndüğünde yerinde de ziyaret etmekti. Ve öyle de oldu. Biz Mekke-i Mükerreme'ye gittikten birkaç gün sonra onun Mekke'ye döndüğünü haber aldık. Efendi Hazretlerimizin hulefâsından Mustafa Efendi Hocamız başımızda olmak üzere, bu fakirle beraber ayrıca iki hoca efendi kardeşimiz de dâhil olmak üzere, dört kişi, Seyyid Mâlikî Hazretleri'nin ziyaretine gittik. Daha geçen hafta Türkiye'de ziyaret etmiştik, elhamdülillâh şimdi de Mekke'de ziyaret nasip oluyordu. Bizden başka o mübareğin ziyaretine gelmiş pek çok misafir vardı. Herkes sırayla ziyaretinde bulunuyordu. Sıra bize geldiğinde önce Mustafa Efendi Hocamız görüştü. Seyyid Mâlikî Hazretleri Mustafa Efendi'yi görünce çok sevindi, memnun oldu, sarıldı. Diğer misafirlere göstermediği çok özel bir ilgi gösterdi. Ve birkaç gün önce Efendi Hazretleri ile beraber olduğu ânı orada kısaca dile getirdi. Daha sonra bu fakir, Seyyid Mâlikî Hazretleri'nin elini öperken kendimi ona takdim edecektim ki, tatlı bir tebessümle "Araftü" tanıdım buyurdu. Bu beni öylesine memnun etti ki, anlatamam. Demek unutmamıştı. Gerçi Türkiye'deki ziyaretimizin üzerinden henüz bir hafta gibi kısa bir zaman geçmişti, ama yine de hatırlayamayabilirdi. Çünkü o kadar çok ziyaret edeni vardı ki. O akşam yaptıkları derste bizleri kendi yanına oturttu. İhtiram ve ikrâmda bulundu. Tabiî bizlere yapılan bu güzel karşılama ve alâka, hiç şüphesiz Efendi Hazretlerimizin yüce hatırı içindi. Ona olan sevgisi, saygısı ve muhabbeti sebebiyle bizlerle böylesine ilgileniyordu. Üstelik başımızda az önce ifade ettiğim gibi Efendi Hazretlerimizin hulefâsından olan Mustafa Efendi Hocamız bulunuyordu. Seyyid Mâlikî, Üstadımız Mahmud Efendi Hazretleri'ni gerçekten de çok sever, mümkün oldukça Türkiye'ye ziyaretine gelirdi. Yani geçen Haziran ayındaki İstanbul'a gelişi, ilk değildi. Daha önceleri de defalarca ülkemize gelmiş ve her gelişinde de mutlaka Üstadımız Hacı Mahmud Efendi Kuddise Sırruhu Hazretleri'nin ziyaretinde bulunmuşlardı. Bu ziyaretlerinden birinde bizzat Cübbeli Hoca'mıza "Mahmud Efendi kutuplardandır." demişti. Dünya çapındaki bir allâmenin bu sözü ve ifadesi, bir anlık hislerle söylenen bir söz değil, defalarca yapılan ziyaretlerin sonucunda, Efendi Hazretleri'nin etrafına, etbâına hâllerine bakıp, bunları kendi ilim süzgecinden geçirerek yaptığı tahlilden sonraki tesbitidir. Nitekim "O kutuplardandır." buyurduktan sonra "çünkü" diyerek şunları ilâve etmişti. "Bir kimsenin bu kadar seveni, bu kadar etbâı olacak, etrafında bu kadar âlim bulunacak, ama o kimse buna rağmen nefsini âdeta paspas edip, tevazuyla hareket edecek ve kendisinde nokta kadar dahi enaniyet kokusu olmayacak.Ancak Kutup olan bir zat böyle olabilir."

Mahmud Efendi Hazretleri, büyük âlim, evliyâ, Bütün dâvası onun, Kur’an ve Sünneti ihyâ. Gece gündüz, durmadan, dinlenmeden çalışır,
Hak yolunda yarışır. Çeçenistan için, hep gece gündüz duâda, Kendisi burada ama, kalbi Çeçenistan’da... Çeçen Mücahidler, çarpışırken Ruslarla; Efendi Hazretleri, sanki savaşıyor onlarla. Bir defasında, Çeçen’li bir mücahid, Efendiyi Ziyaret etmek için gelmişti İstanbul’a, Camide bekliyordu, Efendi Hazretlerini, Ama görünce birden, kaybetmişti kendini. Kendine gelince dediler; "neden ki sen bayıldın?" Dedi ki, Çeçen’li Mücahid:" Hayretimden şaşırdım. Bu Mahmut Efendi ki, daima bizlerledir, Çeçenistan’ da bizlerle, hep cihad etmektedir." Hatta geçen gün, çarpışırken cephe’de, Yaralandı ayağından, biz varmıştık mendille; Baktılar ki o mendil, ayağında sarılı, Efendi Hazretleri ayağından yaralı. Gâzi olmuştu o, Çeçen cephesinde, Savaşırdı, gelirdi, Allah(c.c.)’ın sayesinde. Yine o günlerde, herkesi hep arardı, Çeçenistan cephesinden haberleri sorardı. Bir gün de; Yavuz Selim’de, bir sohbet esnasında, Çeçenistan cihadını anlattı, bir defasında; Buyurdu ki: " Bu Çeçen kardeşlerimizin sayıları çok azdır, Belki 15 bin mücahid, ya yokturlar, ya vardır. Peki nasıl oluyor ki, yeniyorlar Ruslar’ ı? Ruslar’ ın sayıları, geçiyor milyonları. Çünkü Rabbım’ ın yardımı yağar, Çeçenistan’ a, Görünmeyen ordular, saldırırlar Ruslar’ a. Melekler, şehîdler, evliyâlar, hep birden; Akın ederler sanki, dağlar oynar yerinden. " Gene bir gün mübarek, kürsüden anlatmıştı, O gün Yavuz Selim’de, herkesi ağlatmıştı. " Bir Rus pilotu, bir gün havalandı üssünden, Mücahidleri bombalayıp, öldürecek hep birden... Tam düğmeye basıp ta, bombalar yağdıracak; Yüzlerce mücahid, hep bombayla yok olacak. Tam o sırada, birden pilotun sağ yanında, Yeşil sarıklı bir zât, belirmişti o anda... Elindeki kılıcı, Rus pilota uzattı, Sonra dağları çınlatan bir nâra attı. Dedi ki: Bombaları atarsan mücahidlere, Bu kılıçla gövdeni, parçalarım ikiye. Rus pilotun o anda, aklı gitmişti baştan, Uçağı indirmişti, vazgeçmişti savaştan. Çeçenistan’lı mücahidlere dedi ki: Sizinleyim, Müslüman oluyorum, cephede beraberim. İşte böyle, Allah(c.c.)’tan yardımlar geliyordu. Çeçenistan’a, görünmez ordular iniyordu. " Bu olayı, kürsüden anlatırken o mürşid, Sanki bu olanlara, hep oluyordu şahit... Kalp âleminde, sanki cepheyi seyrediyor, Çeçen cihadını, ümmete haber veriyor. O Mahmud-u Rabbanî, bir mürşid-i kâmildir, Hem Çeçen cephesinde, bir büyük mücahittir. Yine bir gün Beykoz’da, bir sohbette, Nur yağıyor camiye, kalplar hep muhabbette. O günler Çeçenistan, çok zor durumda idi, Ruslar her cepheden, hain saldırıda idi.Gazeteler yazardı, Çeçenistan bitmiştir, Ruslar gâlip gelecek, mü’minler yenilmiştir. Gerçekten mücahidler, sarılmış her cepheden, Ruslar, zâlimce saldırıyor hep birden. Artık yenildik diye, Müslümanlar çok mahzun, Yürekler kan ağlıyor, diller üzgün ve suskun. İşte o haldeyken, Müslümanlar Beykoz’da; Efendi Hazretleri, sohbetteydi Beykoz’da... Buyurdu: " Ben bilmem, gaybı sadece Allah(c.c.) bilir, Ama bu âyetler! hepinize müjdedir.Bu ayetlerle müjde veriyor Yüce Allah(c.c.), Çeçenistan gâlip gelecek, çok yakında İnşâAllah(c.c.). " Mü’minler tekbirlerle, camiyi inlettiler, Gözlerden yaş akıtıp, çok dualar ettiler. Nihayet, bir kaç gün geçmişti ki aradan, Çeçenistan’ a yardımı, yetiştirdi Yaradan...Şamil Basayev komutasında, hep Çeçenler, Hepsi bir aslan oldu da, Ruslara kükrediler! Ve bir mucize daha gerçekleşmişti, Çeçenler galip gelmiş, Ruslar pes etmişti.Çeçen’ li Müslümanlar, hep gâlip gelecektir,Melekler, şehîdler ve velîler, onlarla beraberdir. Yâ Rabbi! mücahidlere dâima yardım eyle, Rusları sen kahreyle! Rusları sen kahreyle!


İsmailağa Camii, deprem nedeniyle harabe halinde idi. 80 senedir virane olan camiyi kalaycılar mesken tutmuştu. O sırada, Efendi babanın büyük oğlu Şerif Efendi' nin rüyasında İsmailağa kabristanından bir kol çıktığını ve İsmailağa Camiini göstererek: Ne durursunuz, bu camiyi neden tamir etmezsiniz. denildiğini görüyor. Kısa sürede cami eski haline getirilir ve Efendi Hazretleri (K.S.) orada irşad vazifesini sürdürmeye başlar... Ali Haydar Efendi (K.s.) Dergahının bulunduğu mahalde bulunan evinde, 1 Ağustos 1960 yılında vefat etti. Vefatında, ayetler okuyarak, etrafındakilere nasihatler ederek, tebessümler saçarak, dârı bakaya göç etti. Arkasında binlerce gözü yaşlı mürid bıraktı. Ali Haydar Efendi Kuddise Sırruh’un kabri Edirnekapı Mezarlığı’ndadır.

Ali Haydar Efendi'nin bir asırlık ömrünü kuşatan diriliş hareketi bu gün aynı çizgide, aynı heyecanla Büyük Veli'nin murakabesinde devam ederek hâlâ bu görevini sürdürmektedir...

Elhamdülillah!...

   
Senden Önce 257 ziyaretçi (374 klik) Kişi Buradaydi.
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol