İslam Ansiklopedisi - Namaz ve Biz - 62
   
Menü
  Ana Sayfa
  İletişim
  Yorum Ve Görüşleriniz
  Burdayiz
  Bize Destek Olun
  DOSTLARIMIZ
  Anket
  Ahir Zaman
  Al-i İmran Suresi
  Allah'tan Korkmak
  Allah'ın 99 İsmi
  A'raf Suresi
  Ashab-i Kehf
  Bakara Suresi
  BAS ÖRTÜSÜ
  Bediuzzaman Said Nursi
  Berat Kandili
  Büyük Günahlar
  Cennet Ve Cehennem
  Cinler
  Dinimiz
  Din Eğitiminde İnsanın Merkezileşmesi
  Din Ve İnsan
  El Zinasi
  Esmâül Hüsnâ
  Evreni Allah Yarattı
  Evrenin Ölümünün Ardından
  Esmaül Hüsnanin Önemi
  Esma-i Hüsnâ'dan Esintiler
  Esnaül Hüsna Faziletleri - Faydalari
  Esmaül Hüsna (Geniş Anlamlı)
  Esmaül Hüsna Zikirleri
  Filistine Destek İHH
  Filistine Destek K.Y.M
  Kiyamete Dogru
  Günün Konusu
  Site Haritasi
  Soru Cevap
  Şiirler
  Risale-i Nur
  Resim Galerisi
  İlahi Oku
  Peygamberlerimiz
  Gusül Ve Abdest
  Islamda Kadın ve Erkek
  Mezhebler
  Mucizeler
  ViDEOLAR
  SiiR
  Namaz Hakkında
  Namazın Edebi
  Namaz Vakitleri
  Namaz ve Sağlık
  Namazlar ve Niyet
  54 FARZ
  Zina Ve Çeşitleri
  Zinanin Kötülüğü
  Zina Ve Dünyevi Azabi
  Zinanin Uhrevi Azabi
  Göz Zinasi
  Göz Zinasi 2
  Gıybet
  Zulüm
  Kibir
  Kızmak
  Şehvet
  Haram ve Şüpheli Yemek
  Kur'an Ve Önemi
  Yunus Suresi
  Fil Suresi
  Kureyş Suresi
  Kuranin Önemi
  Kur'anin İnişi
  İnsan
  İbadetin Önemi
  Nefis
  Ölüm
  Oruç Ve Çeşitleri
  Oruçlarda Niyetin Vakti
  Orucu Bozan Şeyler
  Farz Oruçlar
  Oruç Çeşitleri
  Mübarek Aylar,Günler ve Geceler
  Kadir Gecesi
  Recep Ayı
  Regaib Gecesi
  Miraç Kandili
  Şaban Ayı
  Ramazan Ayı
  Şevval Ayı
  Kurban ve Kurban Bayrami
  Muharrem Ayı ve Aşure Günü
  Kutlu Doğum ve Mevlid Kandili
  Kıyamet
  Kıyamet Günü 1
  Kıyamet Günü 2
  Kıyamet Günü 3
  Hz. Mehdi
  İlahiler
  Karışık İlahi
 
  Esmaül Hüsna Esintisi Dergisi
  Ilk Müslümanlar
  Islam Tarihimiz
  Resimli Namaz Anlatimi
  Islam Alimleri
  Kabe
  Nasihatlar
  HlCRET
  Kuran Ögreniyorum
  DuaIar
  Ahlak Bilgileri
  Besmele Kampanyasi
  Tevhidisohbet
  Sahabaler
  Hadisler
  Osmanli Padisahlari
  Türkiye il ve ilçeler
  İl İl Namaz Vakitleri
  il il imsakiye - İftar Vakitleri
  Güzel Sözler
  Dursun Ali Erzincanlı
  Şifali Bitkiler
  ilmihal
  Unutulan Sünnetler
  İslami Resimler
  Salavat
  Bilim
  Ramazana Özel
  Kuran-ı Kerim Türkçe Meali
 
  Bediüzzaman Said Nursi Hayati
  Sözler
  Mektubat
  Lemalar
  Şualar
  Hür Adam Bediuzzaman Said Nursi - Fragman
 
  Atatürk
  Ödevler
 
  Teknoloji
 
  Google
  Faydalı Siteler
 
  Facebook
  Reklam

 



"O, yaratan, var eden, şekil veren Allah'tır. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun şanını yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.(Haşr-24)"

 
ALLAH
(Uluhiyete mahsus sıfatların hepsini kendinde toplayan İsm-i Azam)

RAHMÂN
(Bütün yaratılmışlar hakkında hayır ve merhameti tercih eden)

RAHÎM
(Çok merhamet eden, nimet veren)

MELİK
(Bütün kainatın tek sahibi ve mutlak hükümdarı)

KUDDÛS
(Hatadan, gafletten ve her eksiklikten münezzeh)

SELÂM
(Esenlik veren, kullarını selamete çıkaran)

MÜ'MİN
(Gönüllere iman ışığını veren, vaadine güvenilen)

MÜHEYMİN
(Kainatın bütün işlerini gözetip yöneten)

AZÎZ
(Yenilmeyen yegane galip)

CEBBÂR
(İradesini her durumda yürüten, dilediğini zorla yaptırmaya muktedir olan)

MÜTEKEBBİR
(Her şeyde büyüklüğünü gösteren)

HÂLIK
(Büyün mevcudatı takdirine uygun şekilde yaratan)

BÂRİ'
(Bir model olmaksızın canlıları yaratan)

MUSAVVİR
(Her şeye şekil ve özellik veren)

GAFFÂR
(Daima affeden, tekrarlanan günahları bağışlayan)

KAHHÂR
(Her şeye her istediğini yapacak şekilde galip ve hakim)

VEHHÂB
(Karşılık beklemeden bol bol veren)

REZZÂK
(Bedenlerin ve ruhların gıdasını yaratıp veren)

FETTÂH
(Zorlukları kolaylaştıran ve iyilik kapılarını açan)

ALÎM
(Herşeyi çok iyi bilen)

KÂBID
(Rızkı tutan, canlıların ruhunu alan)

BÂSIT
(Rızkı genişleten, ruhları bedenlerine yayan)

HÂFID
(Alçaltan, zillete düşüren)

RÂFİ'
(Yukarı kaldıran, yükselten)

MUİZ
(Yücelten, izzet ve şeref veren)

MÜZİL
(Alçaltan, zillet veren)

SEMİ'
(Her şeyi işiten)

BASÎR
(Her şeyi gören)

HAKEM
(Son hükmü veren)

ADL
(Mutlak adalet sahibi, çok adaletli)

LATÎF
(Yaratılmışların ihtiyacını en ince noktasına kadar bilip, sezilmez yollarla karşılayan)

HABÎR
(Her şeyin iç yüzünden haberdar olan)

HALÎM
(Acele ile ve kızgınlıkla muamele etmeyen)

AZÎM
(Zatının ve sıfatlarının mahiyeti anlaşılamayacak kadar ulu)

GAFÛR
(Bütün günahları bağışlayan)

ŞEKÛR
(Az iyiliğe çok mükafat veren)

ALÎ
(İzzet, şeref ve hükümranlik bakımından en yüce, aşkın)

KEBÎR
(Zatının ve sıfatlarının mahiyeti anlaşılamayacak kadar ulu)

HAFÎZ
(Koruyup gözeten ve dengede tutan)

MUKÎT
(Bedenlerin ve ruhların gıdasını yaratip veren, bilip gücü yeten ve koruyan)

HASÎB
(Kullarının her yaptığını bilen, onları hesaba çeken)

CELÎL
(Azamet sahibi)

KERÎM
(Lütuf ve keremi çok bol ve çok geniş)

RAKÎB
(Büyün varlığı gözetleyip, kontrol eden)

MÜCÎB
(Dualara karşılık veren)

VÂSİ'
(İlmi ve merhameti herşeyi kuşatan)

HAKÎM
(Bütün emirleri ve işleri hikmetli olan)

VEDÛD
(Kullarını çok seven, sevilmeye gerçekten layık olan)

MECÎD

Türkiye'nin En Büyük
İslam Ansiklopedisi
Olma Yolunda Hızla Gelişen Bir Sitedir.
İslam Ansiklopedisi 2008 - 2021 ©
Kim söylüyordu? Bu ufukları titreten ses kimin milletinin sesi idi?...

Üstad Ankara’daki bütün şiirlerini ve İstiklâl Marşı’nı hep bu dergâhta yazmıştır.
Yüzlerce asır Türk milletiyle beraber yaşayacak olan bu marşı ne vakit okusam, Taceddin Dergâhı’nda Üstad’ın bu şiiri yazarken düşündüğü zamanları hatırlarım: Odanın bir tarafına çekilmiş, elinde ufak bir kâğıt... Tefekküre, dalmış... Ara sıra bir kelime yazıyor... Bazen yazdığını çiziyor... Sonra tekrar yazıyor... Bazen saatlerce düşünüyor...

Üstad şiirini yazmak için çok zaman sarf ederdi. O sehl-i mümteni dediğimiz şiirler öyle kolay kolay olmuyordu. Bazen bir beyit üzerinde günlerce uğraştığı olurdu. Şiir tamam olup da tebyiz edildiği zaman çaylar demlenir, hep arkadaşlar toplanır, bilhassa pek sevdiği Hasan Basri’ye (Çantay) haber gönderilir, o, elinde uzun çubuğu, sallana sallana gelir, Üstad’ın yanına oturur, Üstad tamam olan şiirini kendisine mahsus ahenkle okurdu, çaylar da tevali ederdi.

İstiklâl Marşı

Hele “İstiklâl Marşı” kabul edildikten sonra dergâh da çok samimî bir merasim yapıldı. Üstad’ın sevdiği bütün arkadaşlar, birçok mebuslar Üstad’ı tebrike geldiler. Güzel sohbetler oldu.

O günler ne kutsî, ne mübarek günlerdi! O günleri yaşamayanlar bunu, mümkün değil, anlayamazlar. Herkes nefsine ait her şeyden feragat etmiş, memleketin halâsından başka bir şey düşünmüyor... Herkes-şahsî emellerini bir tarafa bırakmış... Bütün fikirler, gönüller bir noktada toplanmıştı.

Hırslar, husumetler... Hep ayaklar altına alınmış... Ortada yalnız uhuvvet, samimiyet dalgalanıyordu. Müşterek tehlike bütün kalpleri sımsıkı bağlamıştı. Herkes birbirini candan seviyordu. Bütün gönüller, bütün meclisler, Ankara’nın dağları taşları samimiyet ve sevgi içinde idi.

Bu mukaddes mücadelenin büyüklüğünü, kudsî heyecanını terennüm edecek, onu gelecek, asırlara nakşedecek zaman artık gelmişti. Maarif Vekâleti memleketin bütün şairlerini harekete davet etti. Her taraftan güzel şiirler yağmaya başladı. 724 parça şiir geldi. Bunların içinden bazıları seçilerek basıldı. Bütün Meclis azalarına dağıtıldı. Bu ne mübarek bir hassasiyet idi!

Manevî şeref

Vakıa bu marş için Vekâletçe bir mükâfat vaad olunmuştu. Fakat bu, mevzuu bahis değildi. Şiirlerini gönderen 724 şairimiz de, hiç şüphe edilmez ki, sırf manevî bir şeref için milletin heyecanını ifadeye çalışmışlardı.
Maarif Vekili, millet kürsüsünden bütün bu kıymetli şairleri tekrim etti, hiç birisinin maddî bir menfaat kaygusunda olmadığını söyledi. Vekâletçe vaat edilen mükâfat ancak bir nişane-i takdir idi. Vekâlet bu 724 parça şiiri iftiharla, göğsü kabararak okumuş, takdir etmiş olmakla beraber, asıl aradığı, istediği şiiri bulamamıştı. Mücahedenin azameti nispetinde kuvvetli bir şiir, gönülleri heyecana verecek heyecanlı bir ses istiyordu.

Öyle bir ses ki, gelecek nesillere, her an, o kutsiyet ve azameti terennüm etsin... Kalpleri o heyecanla doldursun... Yurdun bütün afakını o heyecanla inletsin... Bütün seslerin fevkinde yükselsin, yükselsin... Arşın kapılarına yapışarak haykırsın: “ Ruhumun senden ilâhî şudur ancak emeli: / Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli!”

Milletin sesi

Kim söylüyordu? Bu ufukları titreten ses kimin milletinin sesi idi? Bu ses ezelden beri hür yaşayan, kükremişsel gibi bendini çiğneyip aşan, dağlan yırtan, enginlere sığmayıp taşan, yurdun her taşı altında kefensiz yatan, her zerre-i hâkinden şühedâ fışkıran bir milletin, iman dolu bir göğsün sesi idi. Bu ses, al sancaklarda dalgalanan fazilet ve şeâmet şahikalarından bütün bir cihana karşı: “Hangi çılgın bana zincir vurabilir?” diye meydan okuyan; “Medeniyet denilen tek dişi kalmış canavarın” hayâsızca akınlarına karşı kükreyen bir sesti. Bu ses, elinden silâhları alınan, hürriyet ve istiklâl için dişiyle tırnağıyla boğuşan bir millete ümitler verecek, onu ye’isden, fütura düşmekten uzaklaştıracak, önüne cennetler serecek, ona hakkın vaad ettiği büyük günlerin, büyük zafer günlerinin yakın, pek yakın olduğunu söyleyecek bir sesti.

Bu kadar azametli heyecanlı, bu kadar kudsi hisleri; bu kadar ilâhî nağmeleri kim terennüm edebilirdi? Bütün bu heyecanları, bu nağmeleri ruhunda duyan ve yaşayan, “en yüksek, en ilâhî bir belâgatle yazan Mehmed Âkif den” başka kim vardı? “Senelerden beri memleketin kederlerini, ıstıraplarını, bütün mefahirini söyleyen”* millet şairi Mehmed Âkif den daha güzel kim milletin hislerini ifade edebilirdi?

* Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey, Meclis’teki hitabesinde Üstadı bu kelimelerle tavsif etmişti.

Büyük şaire müracaat

Büyük Millet Meclisinin kudretli Maarif Vekili bunu biliyordu. Fakat ne çare ki büyük şair, mükâfat-ı nakdiye verilecek diye müsabakaya iştirak etmemişti. Maarif Vekili bunu sezdi ve müsabaka haricinde olmak, müsabaka şartlarından azade kalmak şartıyla Üstad’a müracaat etti. İstiklâl Marşı’nın, onun yüksek ve ilâhî belâgatli kalemiyle yazılmasını rica etti. Onun üzerine Üstad Taceddin Dergâhı’nın odasına kapandı, o günkü heyecanlardan ilham alarak “İstiklâl Marşı”nı yazdı. 17 Şubat 1337 Perşembe sabahı “Kahraman Ordumuza” ithaf edilen bu muazzam şiir, Sebilürreşad’ın baş sahifesinde intişar etti. 21 Şubat 337 Pazartesi günü de Kastamonu’daki Açıksöz gazetesinde neşrolundu. Üstad bir nüsha kendi eliyle yazıp Açıksöz’e göndermişti.

Birkaç gün sonra –1 Mart 1337/1921– Maarif Vekili, bu marşı Büyük Millet Meclisi kürsüsünden okuduğu zaman mebusların alkışlarından Meclis’in tavanları sarsılıyordu. Ruhları o kadar heyecan kaplamıştı ki bütün Meclis yekpâre bir kalp halinde dalgalanıyordu. Üstad ise mahcubiyetinden, başını kollarının arasına sokmuş, sıranın üstüne yumulmuştu.

Meclis’in heyecanı

Meclis’in o günkü heyecanı fevkalâde idi. Mebusların hissiyatı cûş u huruşa gelmişti. Herkes imanının yükseldiğini görüyordu. Al sancağın dalgaları gönülleri heyecandan heyecana sürüklüyordu. Milletin hürriyet ve istiklâl yıldızının dünyalar durdukça parlayacağına bütün gönüller imanla dolmuştu. Vecd içinde titreyen bütün kalpler bir kalp olarak, bütün sesler bir ses olarak bağırıyordu: “Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet; / Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl!”
O gün fezalar yalnız bu sesle dolmuştu. Meclis tarihî günlerinden birini yaşıyordu. Mustafa Kemal Paşa Meclis’e riyaset ediyordu. İkinci içtima devresine başlıyordu. Bütün mebuslar gelmiş, localar dinleyicilerle dolu. Biraz sonra Maarif Vekili kürsüye çıkarak büyük heyecanla İstiklâl Marşı’nı okuyor. Marşın her mısraı, her kıtası sürekli alkışlarla karşılanıyor. Meclis’i büyük bir heyecan kaplıyor. Abdülgafur Efendi dua ediyor, büyük Meclis âmin han oluyor: “Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın… / Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.”

O gün Üstad için en muazzam bir gündü.

Marşın resmen kabul merasimi

Meclis’in 12 Mart 1337/1921 içtimaında da İstiklal Marşı’nın resmen kabul merasimi yapıldı. Kastamonu mebusu Suad Bey kürsüye çıktı: Bendeniz, dedi; Akif Bey’in diğer eserlerini de okumuşum. Esasen bir marş, bir milletin heyecanlarını, tahassüsatını terennüm etmek itibariyle kıymetli ise Âkif Bey’in son yaptığı İstiklâl Marşı’ndan evvel inşad etmiş olduğu şiirler, zaten bidayeti inşadından çok evvel, bizim hayatımızı, tahassüsatımızı ifade etmiştir. Kendisinin memleketin, tahassüsatına karşı ne kadar kudreti şiiriyesi olduğunu, garb ve şark âlemi hakkındaki tahassüsatının en güzel numunelerini (Safahat) ismindeki eserleri gösterir. Bu itibarla bu kahramanı edibi tebcil etmemek elden gelmez. Bendeniz kendi namıma Mehmed Âkif Bey’in büyük bir alâka ile tertip ettiği eseri tetkik etmek istemem. Tahsisen bu meselede. Bunların içinde, yazmış olduğu şiirlerin en güzeli İstiklâl Marşı’dır. Ve bundan evvel de Meclis de büyük bir vecd uyandırmıştır. Onun için duru diraz mütalaa etmeksizin bunun tasvip edilmesini teklif ederim.

Birçok takrirler verildi. Nihayet “Bütün Meclis’in ve halkın takdirlerini celbeden Mehmed Âkif Bey’in şiirinin tercihan kabulünü teklif eden” Hasan Basri Bey’in (Balıkesir Mebusu) takriri reye konularak kabul edildi. Onun üzerine mebuslar tarafından “Milletin ruhuna tercüman olan ve Meclis’in kabulü ile resmî bir mahiyet iktisap eden İstiklâl Marşının ayakta dinlenmek üzere, Maarif Vekili tarafından bir defa daha Meclis kürsüsünden okunması” teklif edildi. Bütün azalar ayağa kalkarak büyük bir vecd ve heyecan içinde İstiklâl Marşı okundu, dinlendi. 12 Mart 1337 Cumartesi, saat 17.45. Üstad heyecanından, mahcubiyetinden Meclis’te duramamış, salona çıkmıştı.

Marş milletin malıdır

Üstad uzun bir hicretten sonra memlekete dönmüştü. (16 Haziran 1936). Gurbet illerinde sevgili yurdunun hicran ve hasreti onu yakmış, kavurmuştu. Ciğerleri şişmiş, vücudu bir külçe kemik halinde kalmıştı. Beyoğlu’nda Mısır apartmanının loş ve sakin bir odasında son günlerini yaşıyordu. Sevdiği bazı arkadaşları kendisini ziyarete gelmişlerdi. Millî mücadele günlerinden bahsediliyordu. Söz İstiklâl Marşı’na intikal etti. İstiklâl Marşı denince Üstad’ın gözleri büyümüş ve parlamıştı. Hasta bakıcının yardımı ile doğruldu, anlatmağa başladı:

– İstiklâl Marşı... O günler ne samimî, ne heyecanlı günlerdi. O şiir, milletin o günkü heyecanının bir ifadesidir. Bin bir fecayi karşısında bunalan ruhların ıstıraplar içinde halâs dakikalarını beklediği bir zamanda yazılan o marş, o günlerin kıymetli bir hatırasıdır. O şiir bir daha yazılamaz... Onu kimse yazamaz... Onu bende yazamam... Onu yazmak için o günleri görmek, o günleri yaşamak lâzım. O şiir artık benim değildir. O, milletin malıdır. Benim millete karşı en kıymetli hediyem budur...

Bunu söylerken Üstad yorulmuştu. Başı yastığa düşüyordu. O kemik külçesini yavaşçacık itina ile yatağına uzattık. Misafirler veda ettiler. Üstad gözlerini kapadı. Sakin, sessiz uyumaya başladı.

Eşref Edib Fergan Milli Gazete

 

   
Senden Önce 24 ziyaretçi (29 klik) Kişi Buradaydi.
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol