İslam Ansiklopedisi - Namaz ve Biz - Kibir1278
   
Menü
  Ana Sayfa
  İletişim
  Yorum Ve Görüşleriniz
  Burdayiz
  Bize Destek Olun
  DOSTLARIMIZ
  Anket
  Ahir Zaman
  Al-i İmran Suresi
  Allah'tan Korkmak
  Allah'ın 99 İsmi
  A'raf Suresi
  Ashab-i Kehf
  Bakara Suresi
  BAS ÖRTÜSÜ
  Bediuzzaman Said Nursi
  Berat Kandili
  Büyük Günahlar
  Cennet Ve Cehennem
  Cinler
  Dinimiz
  Din Eğitiminde İnsanın Merkezileşmesi
  Din Ve İnsan
  El Zinasi
  Esmâül Hüsnâ
  Evreni Allah Yarattı
  Evrenin Ölümünün Ardından
  Esmaül Hüsnanin Önemi
  Esma-i Hüsnâ'dan Esintiler
  Esnaül Hüsna Faziletleri - Faydalari
  Esmaül Hüsna (Geniş Anlamlı)
  Esmaül Hüsna Zikirleri
  Filistine Destek İHH
  Filistine Destek K.Y.M
  Kiyamete Dogru
  Günün Konusu
  Site Haritasi
  Soru Cevap
  Şiirler
  Risale-i Nur
  Resim Galerisi
  İlahi Oku
  Peygamberlerimiz
  Gusül Ve Abdest
  Islamda Kadın ve Erkek
  Mezhebler
  Mucizeler
  ViDEOLAR
  SiiR
  Namaz Hakkında
  Namazın Edebi
  Namaz Vakitleri
  Namaz ve Sağlık
  Namazlar ve Niyet
  54 FARZ
  Zina Ve Çeşitleri
  Zinanin Kötülüğü
  Zina Ve Dünyevi Azabi
  Zinanin Uhrevi Azabi
  Göz Zinasi
  Göz Zinasi 2
  Gıybet
  Zulüm
  Kibir
  Kızmak
  Şehvet
  Haram ve Şüpheli Yemek
  Kur'an Ve Önemi
  Yunus Suresi
  Fil Suresi
  Kureyş Suresi
  Kuranin Önemi
  Kur'anin İnişi
  İnsan
  İbadetin Önemi
  Nefis
  Ölüm
  Oruç Ve Çeşitleri
  Oruçlarda Niyetin Vakti
  Orucu Bozan Şeyler
  Farz Oruçlar
  Oruç Çeşitleri
  Mübarek Aylar,Günler ve Geceler
  Kadir Gecesi
  Recep Ayı
  Regaib Gecesi
  Miraç Kandili
  Şaban Ayı
  Ramazan Ayı
  Şevval Ayı
  Kurban ve Kurban Bayrami
  Muharrem Ayı ve Aşure Günü
  Kutlu Doğum ve Mevlid Kandili
  Kıyamet
  Kıyamet Günü 1
  Kıyamet Günü 2
  Kıyamet Günü 3
  Hz. Mehdi
  İlahiler
  Karışık İlahi
 
  Esmaül Hüsna Esintisi Dergisi
  Ilk Müslümanlar
  Islam Tarihimiz
  Resimli Namaz Anlatimi
  Islam Alimleri
  Kabe
  Nasihatlar
  HlCRET
  Kuran Ögreniyorum
  DuaIar
  Ahlak Bilgileri
  Besmele Kampanyasi
  Tevhidisohbet
  Sahabaler
  Hadisler
  Osmanli Padisahlari
  Türkiye il ve ilçeler
  İl İl Namaz Vakitleri
  il il imsakiye - İftar Vakitleri
  Güzel Sözler
  Dursun Ali Erzincanlı
  Şifali Bitkiler
  ilmihal
  Unutulan Sünnetler
  İslami Resimler
  Salavat
  Bilim
  Ramazana Özel
  Kuran-ı Kerim Türkçe Meali
 
  Bediüzzaman Said Nursi Hayati
  Sözler
  Mektubat
  Lemalar
  Şualar
  Hür Adam Bediuzzaman Said Nursi - Fragman
 
  Atatürk
  Ödevler
 
  Teknoloji
 
  Google
  Faydalı Siteler
 
  Facebook
  Reklam

 



"O, yaratan, var eden, şekil veren Allah'tır. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun şanını yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.(Haşr-24)"

 
ALLAH
(Uluhiyete mahsus sıfatların hepsini kendinde toplayan İsm-i Azam)

RAHMÂN
(Bütün yaratılmışlar hakkında hayır ve merhameti tercih eden)

RAHÎM
(Çok merhamet eden, nimet veren)

MELİK
(Bütün kainatın tek sahibi ve mutlak hükümdarı)

KUDDÛS
(Hatadan, gafletten ve her eksiklikten münezzeh)

SELÂM
(Esenlik veren, kullarını selamete çıkaran)

MÜ'MİN
(Gönüllere iman ışığını veren, vaadine güvenilen)

MÜHEYMİN
(Kainatın bütün işlerini gözetip yöneten)

AZÎZ
(Yenilmeyen yegane galip)

CEBBÂR
(İradesini her durumda yürüten, dilediğini zorla yaptırmaya muktedir olan)

MÜTEKEBBİR
(Her şeyde büyüklüğünü gösteren)

HÂLIK
(Büyün mevcudatı takdirine uygun şekilde yaratan)

BÂRİ'
(Bir model olmaksızın canlıları yaratan)

MUSAVVİR
(Her şeye şekil ve özellik veren)

GAFFÂR
(Daima affeden, tekrarlanan günahları bağışlayan)

KAHHÂR
(Her şeye her istediğini yapacak şekilde galip ve hakim)

VEHHÂB
(Karşılık beklemeden bol bol veren)

REZZÂK
(Bedenlerin ve ruhların gıdasını yaratıp veren)

FETTÂH
(Zorlukları kolaylaştıran ve iyilik kapılarını açan)

ALÎM
(Herşeyi çok iyi bilen)

KÂBID
(Rızkı tutan, canlıların ruhunu alan)

BÂSIT
(Rızkı genişleten, ruhları bedenlerine yayan)

HÂFID
(Alçaltan, zillete düşüren)

RÂFİ'
(Yukarı kaldıran, yükselten)

MUİZ
(Yücelten, izzet ve şeref veren)

MÜZİL
(Alçaltan, zillet veren)

SEMİ'
(Her şeyi işiten)

BASÎR
(Her şeyi gören)

HAKEM
(Son hükmü veren)

ADL
(Mutlak adalet sahibi, çok adaletli)

LATÎF
(Yaratılmışların ihtiyacını en ince noktasına kadar bilip, sezilmez yollarla karşılayan)

HABÎR
(Her şeyin iç yüzünden haberdar olan)

HALÎM
(Acele ile ve kızgınlıkla muamele etmeyen)

AZÎM
(Zatının ve sıfatlarının mahiyeti anlaşılamayacak kadar ulu)

GAFÛR
(Bütün günahları bağışlayan)

ŞEKÛR
(Az iyiliğe çok mükafat veren)

ALÎ
(İzzet, şeref ve hükümranlik bakımından en yüce, aşkın)

KEBÎR
(Zatının ve sıfatlarının mahiyeti anlaşılamayacak kadar ulu)

HAFÎZ
(Koruyup gözeten ve dengede tutan)

MUKÎT
(Bedenlerin ve ruhların gıdasını yaratip veren, bilip gücü yeten ve koruyan)

HASÎB
(Kullarının her yaptığını bilen, onları hesaba çeken)

CELÎL
(Azamet sahibi)

KERÎM
(Lütuf ve keremi çok bol ve çok geniş)

RAKÎB
(Büyün varlığı gözetleyip, kontrol eden)

MÜCÎB
(Dualara karşılık veren)

VÂSİ'
(İlmi ve merhameti herşeyi kuşatan)

HAKÎM
(Bütün emirleri ve işleri hikmetli olan)

VEDÛD
(Kullarını çok seven, sevilmeye gerçekten layık olan)

MECÎD

Türkiye'nin En Büyük
İslam Ansiklopedisi
Olma Yolunda Hızla Gelişen Bir Sitedir.
İslam Ansiklopedisi 2008 - 2021 ©
Kibir Sual: Kibrin, kendini başkalarından üstün görmenin dindeki yeri nedir?
CEVAP
Kibir, kendisini başkasından üstün görmektir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Kibir, hakka, razı olmamak ve insanları küçük görmektir.) [Müslim]

Fudayl bin Iyad hazretleri "Tevazu, ister cahilden, ister çocuktan duyulsa da hakkı tereddütsüz kabul etmektir" buyuruyor. Kabul edemeyen kibirlidir. Kibirli, kendini başkasından üstün görmekle, kalbi rahat eder. Burada başkasını düşünmez. Kendini ve ibadetlerini beğenir. Kibir; kötü huydur,haramdır. Allahü teâlâyı unutmanın alametidir. Çok kimse, bu kötü hastalığa yakalanmıştır. Kibirli olan, salih insan olamaz.

Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Kalbinde zerre kadar kibir olan Cennete giremez.) [Müslim]

(Yiyin, için, giyinin ve sadaka verin, fakat israftan ve kibirden sakının.) [İbni Mace]

(Hazret-i Nuh, ölürken çocuklarına, �Şirk ile kibirden çok sakının� buyurdu.)
[Hakim]

(Kibir, İblisi Hazret-i Âdem�e doğru secde ettirmemiştir.) [İ. Asakir]

(Kibirliler kıyamette zerre gibi ayak altında kalır. Herkes onları çiğner.)
[Tirmizi]

(Allahü teâlânın buğzettiği üç kimse: Zâni ihtiyar, kibirli fakir ve zalim lider.) [Tirmizi, Nesai]

(Kibir, her güzelliğin,
[her iyiliğin, her nimetin] âfetidir.) [Deylemi]

(Kibirli fakire şiddetli azap vardır.) [Müslim]

(Cehennem, kibirsiz olan müslümana haram olur.)
[Beyheki]

(Kendisine el pençe divan durulmasını isteyen Cehenneme hazırlansın!) [İ. Ahmed]

(En şerliniz, katı kalbli ve kibirli olandır.)
[İ. Ahmed]

(Kibirli, ahirette Allahü teâlâyı gazaplı bulur.)
[Buhari]

(Kibir, hıyanet ve borçtan temiz olarak ölenin gideceği yer Cennettir.) [Nesai]

(Allahü teâlâ buyurdu ki: Kibriya ve azamet bana mahsustur. Bu ikisinde bana ortak olanı hiç acımadan Cehenneme atarım.)
[Müslim]

Kibir, diğer günahlardan niçin daha büyüktür? Çünkü, kibir, yani büyüklük ancak Allahü teâlâya mahsus iken, kulun kibirlenmesi, bir kölenin hükümdarın tacını başına geçirerek onun tahtında oturup hükmetmesine benzer. Hükümdarın bir emrini yapmayarak suç işlemekle, hükümdarlığına sahip çıkmak arasında elbette büyük fark vardır. İşte kibirlenmek, Allah�ın emrini yapmamak gibi bir suç değil, bizzat ilah olmak gibi büyük suç oluyor.

Bu suçun biraz daha aşağısı ilahlığa ortak olmaktır. Hükümdarın maiyetine hakaret eden, onlara üstünlük taslayan ve onları kendi idaresine almak isteyen kimse, bir noktada hükümdara ortak olmuş sayılır. Her ne kadar bunun tahtına oturmak gibi değilse de ona yakındır. Bütün yaratıklar, Allahü teâlânın kullarıdır. Bunlar üzerinde büyüklük, hakimiyet, yalnız Ona mahsustur. İnsanlara bu şekilde kibirlenen, Allahü teâlâya ortak olmuş sayılır.

Aklı olan, kendini ve Rabbini tanıyan, hiç kibredebilir mi? İnsan aşağılığını, acizliğini, Rabbine karşı her an izhar etmek mecburiyetindedir. Bunun için her an her yerde aczini göstermesi, tevazu üzere bulunması gerekir. Büyüklenerek ben demek feyz ve bereketi keser.

Hazret-i Ebu Bekir buyuruyor ki:
Kibirden sakının. Topraktan yaratılıp, yine toprağa dönecek olan bir varlığın kibirlenmesi, bugün var, yarın yok olan bir varlığın kendini beğenmesi ne kadar anlamsızdır.

Tevazu ve kibirli görünmek
Tevazu göstermekle, tevazu sahibi olmak çok farklıdır. Tevazu sahibi övülmüş, tevazu göstermeye çalışan ise yerilmiştir. Cüneyd-i Bağdadi hazretleri, (Tevazu göstermeye çalışmak da kibirdir. Çünkü kendinde bir varlık hisseden tevazu göstermeye çalışır. Gerçek tevazu ehli, kendinde bir varlık hissetmez ki, tevazu göstermeye çalışsın. Onun tevazuu tabiidir, yapmacık değildir) buyuruyor. Bazısı da, (Bu günahkâr, bu fakir) diyerek kendinin tevazu ehli olduğunu göstermeye çalışır. Bir günahını söyleyince hemen kızar. O zaman sözünde yapmacık olduğu anlaşılır. Din büyükleri de "bu fakir" diye kullanırlar. Fakat bunlar böyle sözlerinde samimidir. Kibirlenmekle, kibirli görünmek de tevazu farklıdır. Kibirliye karşı, kibirli görünmek sadaka vermek gibi sevaptır. Hadis-i şerifte, (Kibirliye kibirli görün ki, onu hakir ve küçük düşürmüş olursun) buyuruldu. (İ. Gazali)

Kibir sahibine karşı tevazu eden kimse, kendisine zulmetmiş olur. Bid'at sahiplerine ve zenginlere karşı da kibirli görünmek caizdir. Bu kibir, kendini yüksek göstermek için değildir. Onlara ders vermek, gafletten uyandırmak içindir. Savaşta, bid�at ehli ile münazara ederken onlara karşı kibirli görünmek de sevaptır. Sadaka verirken de neşe ile karışık kibirli görünmek, malı parayı çöpe atar gibi vermek gerekir. Sadaka verenin kibirli görünmesi, fakire karşı değildir. Verdiği malı küçültmek, mala kıymet vermediğini gösterir. Gösteriş yapan riyakârlara karşı da kibirli görünmek caizdir.

Kendinden aşağı olanlara karşı tevazu göstermek iyi ise de, bunun aşırı olmaması gerekir. Aşırı olan tevazua yaltaklanmak [tezellül] denir ki bu ancak üstada ve âlime karşı caizdir. Başkalarına karşı caiz değildir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Yaltaklanmak, Müslüman ahlakından değildir.) [Berika]

(Hak için zillete girmek, kibirlenmeye göre izzete daha yakındır.) [Deylemi]

(Fakir ile oturmak, merkebe binmek, davarını sığırını sağmak kibirden uzaklaştırır.)
[Beyheki]

(Fakirlikten dolayı eski elbise giyende de kibir olur.) [İ. Ahmed]

(İnsanlar çok bozuldu diyerek kendini onlardan üstün gören helak olmuştur.)
[Müslim]

(Selamı önce vermek kibirden uzaklaştırır.) [Beyheki]

(Sadaka vermek kibri de giderir.) [Taberani]

(Sökük yerini diken, ayakkabısını tamir eden, hizmetçisi ile yemek yiyen ve çarşıdan yükünü kendi taşıyan kibirden uzaktır.)
[Ebu Nuaym]

Yanına başkasının oturmasını istememek ve hastalarla birlikte oturmamak, evine lazım olan eşyaları alıp evine getirmemek ve eski elbisesini tekrar giymekten hoşlanmamak, iş başında iş elbisesi giymek istememek, fakirlerin davetine gitmek istemeyip zenginlerinkini tercih etmek, akrabasının ve çocuklarının ihtiyaçlarını temin etmemek, doğru sözü, haklı tenkitleri kabul etmeyip münakaşa etmek, kusurunu, kabahatini bildirenlere teşekkür etmemek, içeri girince, oradakilerin ayağa kalkmaları hoşuna gitmek gibi şeyler kibir alametidir. Başkasının tenkidinden hoşlanmıyor, onun benden ne farkı var, o da bir insan diyorsa, hakkı onun ağzından duymak zor geliyorsa, bilsin ki bu da kibirdendir.

Kibir, insanı, Allahü teâlânın bütün emirlerine muhalefete sevk eder. Çünkü kibirli insan, başka birinden hak ve hakikati duysa, onu kabul etmek istemez, hemen karşısına çıkar. Dini konularda bile münazara edilse, hemen inkâra kalkışır. Hatta hakkı, karşıdakinin dilinden duysa hemen çeşitli yollardan, doğru olduğunu bile bile onu çürütmeye çalışır.

Büyüklenmek üç çeşittir
Kibir, kendini başkasından üstün görmektir. Yapıldığı yerlere göre üçe ayrılır:
1- Allahü teâlâya karşı kibirdir:
Kibrin en kötüsü budur. Nemrud, Firavun böyle idi. İlahlık iddiasında bulundular. Bazı dinsizler de imanı, ibadeti, namaz kılmayı aşağılık, gericilik sanarak kibirlenirler. Allahü teâlâ buyuruyor ki:
(Büyüklenerek bana ibadet etmeyenler alçalmış olarak Cehenneme girecektir.) [Mümin 60]

(Cehennem, kibirliler için ne çirkin, ne kötü bir yerdir.) [Nahl 29]

2- Peygamberlere karşı kibirdir:

Bazıları, Peygamberleri kendileri gibi bir insan gördükleri için, kibirlenerek onlara uymayı kabul etmediler. Mesela Peygamber efendimiz için dediler ki:
(Bu da sizin gibi bir insan. Kendiniz gibi bir insana itaat ederseniz, hüsrana uğrarsınız.) [Müminun 33, 34]

3- İnsanlara karşı kibirdir:

Herhangi bir hususta kendini başkasından üstün gören kibirlidir. Kibrin sebepleri şunlardır: İlim, ibadet, soy, güzellik, kuvvet, servet, mevki, yakınların çokluğu.

İlim:
İlim silah gibidir. Düşman elinde zararı, dostun elinde faydası olur. Yani ilim, kibirlinin kibrini, tevazu ehlinin tevazuunu artırır. İlmi ile kibirlenmek, büyük felakettir. Hadis-i şerifte, (Âlimin afeti, kendini büyük görmesidir) buyuruldu. (İ. Gazali)

İbadet:
İbadeti sebebiyle kibirlenmek de büyük felakettir. Bunun için "Çok ibadet edenin, kibirden kurtulması zor olur" buyurulmuştur.

Soy:
Soyu ile övünmek ahmaklıktır. Kabil, Hazret-i Âdem�in oğlu idi. Babasının Peygamber olması, bunu küfürden kurtarmadı. Hadis-i şerifte, (Atalarınız ile övünmeyi terk edin) buyuruldu. (Ebu Davud)

Bir gün iki kişi birbirine üstünlük taslayarak biri, "Ben falancanın oğlu filanım. Ya sen kimsin?" dedi. Bunun üzerine Peygamber efendimiz aleyhisselam buyurdu ki
(Hazret-i Musa�nın yanında iki kişi birbirine karşı övünmeye başladı. Biri ecdadını 9 göbek geriye doğru saydı. Allahü teâlâ, Hazret-i Musa�ya, "Ona söyle, iftihar ettiği 9 kişi Cehennemdedir. Kendi de onuncusudur" diye vahyetmiştir.) [İ. Ahmed]

Güzellik:
Bu daha çok kadınlarda görülür. Başkalarını ayıplamaya, küçük düşürmeye ve gıybete vesile olur. Halbuki güzellik, insanda kalıcı değildir, er-geç gider. Geçici olan şeyle kibirlenmek, ahmaklıktır. Kibredenin güzelliği, gübrelikte biten gül gibidir.

Kuvvet:
Kuvveti ile zayıflara üstünlük sağlar. Gücü, kuvveti ile kibretmek de, cahilliktir. Çünkü hayvanların kuvvetleri, insanlardan çok fazladır. Mesela bir insan fil kadar kuvvetli olamaz. Kaplan gibi koşamaz. Kuş gibi uçamaz. Hayvanlar, bir bakımdan insandan üstündür. Hayvanlarda da bulunan üstünlüklerle kibirlenmek elbette uygun olmaz.

Servet:
Çok zengin olmak da üstün olmayı gerektirmez. Karun�un çok malı vardı. Malı ile beraber kahrolup gitti. Geçici olarak sahip olunan servet ile, mal ile kibirlenmek, çok çirkindir.

Mevki:
Gelip geçici olan makam, mevki de üstünlük sebebi değildir. Bir çok krallar, derebeyler, Firavunlar mevki sahibiydi. Hepsi gitti. Ancak iyilerin iyiliği, kötülerin kötülüğü söylenmektedir. Kötü birinin mevki, makamı ile övünmesi neye yarar?

Şam Ordusu kumandanı Ebu Ubeyde bin Cerrah hazretleri büyük bir kalabalıkla Hazret-i Ömer�i karşıladı. Hazret-i Ömer kölesi ile nöbetleşe deveye bindiğinden, Halife devesinden indi. Yerine kölesi bindi. Devenin yularından tuttu. Ayakkabılarını çıkarıp deredeki sudan geçti. Bunu gören kumandan dedi ki:
- Efendim, bütün Şamlılar, bilhassa Rumlar, müslümanların halifesini görmek için toplandılar. Size bakıyorlar. Bu yaptığınızı nasıl izah edebiliriz?

Hazret-i Ömer buyurdu ki:
- Ya Eba Ubeyde! Senin bu sözünü işitenler, insanın şerefini, vasıtaya binerek gitmekte ve süslü elbise giymekte sanacaklar. Biz daha önce zelil ve hakir bir kavimdik. Allahü teâlâ, bizleri müslümanlıkla şereflendirdi. Bundan başka şeref ararsak, Allahü teâlâ bizi zelil eder, her şeyden aşağı eder.

Yakınların çokluğu:
Akraba ve tanıdıklarının çokluğu ile üstünlük taslamak da yanlıştır. Bir kimsenin kendi iyi değilse, bütün dünya onun akrabası olsa ne çıkar?

Kibir ve tevazu
Allahü teâlâ, bütün kitaplarda, kibri kötülemiş ve yasak etmiştir. Kur'an-ı kerimde de, (Allah, kibirli olanları elbette sevmez!) buyurmuştur. (Nahl 23)

Aklı olan, kendini ve Rabbini tanıyan, hiç kibredebilir mi? İnsan aşağılığını, acizliğini, Rabbine karşı her an izhar etmek mecburiyetindedir. Bunun için her an her yerde aczini göstermesi, tevazu üzere bulunması gerekir. Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Allah rızası için tevazu edeni, [kendini, Müslümanlardan üstün görmeyeni] Allahü teâlâ yükseltir.) [Bezzar]

Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyorlar ki:
Allahü teâlâ ilim gibi, kudret gibi bütün sıfatlarından kullarına biraz ihsan buyurmuştur. Fakat yalnız üç sıfatı kendine mahsustur. Bu üç sıfattan hiçbir mahlukuna vermemiştir. Bu üç sıfatı, kibriya, gani olmak ve yaratmak sıfatlarıdır. Kibriya, büyüklük, üstünlük demektir. Gani olmak, başkalarına muhtaç olmamak, her şey Ona muhtaç olmak demektir. İnsan ise ihtiyaç sahibidir. Allah yaratıcıdır, insan ise yaratıktır, fanidir.

Bunun için kibirlenmek, Allahü teâlânın sıfatına, hakkına tecavüz etmek olur. Kula kibirlenmek yakışmaz. En büyük günahtır. Hadis-i kudside buyuruldu ki:
(Azamet ve kibriya bana mahsustur. Bu iki sıfatta, bana ortak olmak isteyenlere, çok acı azap ederim.) [Müslim]

Tevazu sahibi olabilmek için dünyaya niçin geldiğini, nereye gideceğini bilmek gerekir. İnsan, hiç yok idi. Önce bir şey yapamayan, hareket edemeyen bebek oldu. Şimdi de, her an hasta olmak, ölmek korkusundadır. Nihayet ölecek, çürüyecek ve toprak olacaktır. Dünya zindanında, her an, ne zaman azaba götürüleceğini beklemektedir. Ölecek, leş olacak, böceklere yem olacak, kabir azabı çekecek, sonra diriltilip kıyamet sıkıntılarını çekecektir. Cehennemde sonsuz yanmak korkusu içinde yaşayan kimseye tekebbür mü yakışır, tevazu mu?

Kibir ne kadar kötü ise, tevazu da o kadar iyidir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allah için affedenin şerefi artar, tevazu eden de yücelir.) [Müslim]

(Kişi kibirlenince, iki melek, "Ya Rabbi bunu alçalt!" derler. Tevazu ederse, "Ya Rabbi bunu yükselt!" derler.) [Beyheki]

Kibirli hakkı kabul etmez
Asıl düşman içerdedir, bu da nefsimizdir. En büyük düşman, insanın nefsidir. Nefsinin arzularına tâbi olanın, Allahü teâlâya kul olması zordur. Nefs daima kötü şeyleri ister. Haram işlemek nefse esir olmayı gösterir. Nefs, bütün iyiliklerden süzülmüş, sadece bütün kötülüklerin bulunduğu en ahmak yaratıktır. Nefs bir kötülük deposudur. Kendini iyi zanneder, halbuki süper cahildir. Her istediği aleyhinedir. Gıdası haramlardır. Asıl arzusu ilah olmaktır.

Tatmin olmaz kötülük yaptırmakla,
rahat bulur kendine taptırmakla.

Büyük küçük herkeste nefs vardır. Hiç kimse emir almak istemez. Küçük diye, çocuk diye geçmemeli, onun gururu ile oynamamalı. Ankara�ya yeğenimi ziyarete gitmiştim. Yeğenimin 2-3 yaşlarındaki kızının ayakları çıplaktı. Bir ayağı betonda bir ayağı halının üzerindeydi. Ona, betona basma, öteki ayağını da halının üstüne koy dedim. Sen bana ne karışıyorsun, ben kârımı zararımı bilmez miyim der gibi, bana ters ters baktı. Sonra hışımla, inatla halıdaki ayağını kaldırıp betondaki öteki ayağının yanına sertçe koydu. Çocuk olduğu için tepkisini gizleyemedi. Büyükler de aynen o tepkiyi gösteriyorlar, fakat ayıplanacağız diye tepkilerini belli etmemeye çalışıyorlar. Bir arkadaş anlattı: Kime sabah namazına gel dediysem herkes bir mazeret buldu, inşallah geliriz diyen kimse çıkmadı. Kimisi, (Sen yatsıya gelmiyorsun biz de sabaha, sen önce kendine bak. Hem biz evde çoluk çocukla cemaat yapıyoruz) dedi.

Halbuki haklı bile olsalar, geçerli bir mazeretleri bulunsa bile, tepki göstermemeleri gerekirdi. Doğru söz kimden gelirse gelsin inat etmeden kabul etmek gerekirdi. Mazeretinden dolayı gelemiyorsa, (İnşallah) da denemez miydi? Nefs, kibir hepimizde mevcuttur. Bunu azaltmaya çalışmamız lazımdır. Dinin her emrine uymakta ve yasak ettiği her şeyden kaçmakta mutlaka nefsi kırma payı vardır. Buna riyazet ve mücahede denir. Riyazet, nefsin arzularını [haram ve mekruhları] yapmamaktır. Mücahede, nefsin istemediği şeyleri [ibadetleri] yapmak demektir.

Kibir, şirkin kardeşidir. Kibir taşıyan kafada, akıl bulunmaz. Nefsi aradan çekmeli, kendimizi beğenmemeliyiz, kendimizden iğrenmeliyiz, kendinden tiksinmeyen kurtulamaz.

Bir kimseye emri maruf yapınca, Allah�tan kork şunu yap, şunu yapma denince, eğer kabul etmezse o kişi nefsine mağlup olmuş demektir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allah�tan kork diyene, sen önce kendine bak diyeni Allahü teâlâ sevmez.) [Beyheki]

Hakkı, doğruyu kim söylerse söylesin kabul etmek gerekir. Doğru olan bir şeyi kabul etmemeye inat denir. İnat, karşımızdakini aşağı görmek, ondan nefret etmek, ona düşmanlık beslemek, haset etmek gibi sebeplerden ileri gelir. Hakkı, düşmanımız da söylese kabul etmeliyiz.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlânın en sevmediği kimse, hakkı kabul etmekte inat edendir.) [Buhari]

(Küçük, büyük, iyi kötü veya hoşlanmadığın biri, hakkı söylerse, kabul et.) [Deylemi]

(Bilmediği bir hususta inat edene, inadından vazgeçene kadar Allahü teâlâ gazap eder.)
[İ.Ebiddünya]

(Din kardeşine itiraz etme.)
[Tirmizi]

(Kibirli, hakkı küçük görür, inkâr eder, insanlara hakaret gözü ile bakar.) [İ.Gazali]

(Müslümanı hakir görmek, kişiye kötülük olarak yeter.)
[Müslim]

(Kendini beğenen helak olur.) [Buhari]

Fudayl bin Iyad hazretleri "Tevazu, ister cahilden, ister çocuktan duyulsa da hakkı tereddütsüz kabul etmektir. Kabul edemeyen kibirlidir" buyuruyor. Abdülkadir Geylani hazretleri de, (Kardeşinin yaptığı öğüdü kabul et. Ona itiraz etme) buyurdu.

Kendini Cennetlik, günahkârı Cehennemlik bilmemeli
Sual:
Bir müslümanın, kendini Cennetlik gibi, günahkârları da Cehennemlik gibi görmesi doğru mudur?
CEVAP
Günahkârları beğenmemelidir, fakat kendini günahkârlardan üstün de görmemelidir. Kendini Cennetlik, günahkârı Cehennemlik bilmemelidir. Hatta kâfir için bile böyle düşünmemelidir. Kâfir, bir Kelime-i şehadet getirerek Cennetlik, kendisi bir söz söyliyerek Cehennemlik olabilir.

İsrailoğullarından bir eşkıya, kırk yıl günah işler. Bir gün Hazret-i İsa�yı havarilerden biri ile giderken görür. Yaptığı eşkıyalığa pişman olur. "Ben bunlara katılayım" diyerek peşlerine takılır. Havarinin yanına yaklaşır, "Benim gibi bir eşkıyanın böyle bir zatın yanında gitmesi uygun olur mu?" diye düşünür. Havari de, "Bu yol kesici nereden çıktı? Benimle nasıl gelir?" diyerek ondan uzaklaşıp İsa aleyhisselama yaklaşır. Allahü teâlâ Hazret-i İsa'ya vahyeder ki:
(İkisine de söyle! İkisinin de geçmişlerini mahvettim. Yeniden amele başlasınlar. Kendini beğendiği için havarinin ibadetini mahvettim. Kendini aşağı gördüğü için de eşkıyanın günahlarını affettim.)
Hazret-i İsa, durumu her ikisine de bildirir ve eşkıyayı havarileri arasına alır. (İ. Gazali)

Amr bin Şeybe hazretleri anlatır:
"Mekke�de Safa ile Merve arasında bulunuyorduk. Bir adamın katır üzerinde geldiğini, etrafındaki hizmetçilerin herkese karşı sert davrandıklarını, adamın heybet ve ihtişam içinde olduğunu gördük. Aradan yıllar geçti, deve üzerinde Bağdat�a girdim. Orada başı açık, yalınayak, uzun saçlı pejmürde bir adam gördüm. Tanıyacak gibi oldum. Adam, kendine dikkatle bakışımın sebebini sordu. (Seni birine benzetiyorum) dedim ve kime benzettiğimi anlattım. Adam da, (İşte o gördüğün benim. Tevazu gösterilmesi gereken yerde kibirlendim. Şimdi ise bu hâle düştüm) dedi."

Kibirden doğan hastalıklar
Bir kimse, biraz bilgiliyse, ibadet de yapıyorsa, kibirden zor kurtulur. Bilgisiz insanı, hayvan gibi görür. Kendisi için sevdiğini başkası için sevemez. Hak ve hakikati başkalarından duysa kabul etmek istemez. Onların nasihatine, tavsiyesine uymayı nefsine yediremez.

Bunun için hıkd, gazap, haset, riya, hicr, şematet, gadr, hıyanet, suizan gibi hastalıklardan kurtulamaz. Kibirlinin maruz kaldığı bu hastalıklar ise hafife alınamaz.

Hıkd:
Kibirli, başkalarına karşı kin ve düşmanlık besler, onlardan nefret eder.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Üç şey bulunmayan kişinin günahlarının affı umulur. Bunlardan biri, din kardeşine hıkd etmemektir.) [Taberani]

Gazap:
Kibirli, aşırı sinirlenince, küfre düşebilir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Gazap imanı bozar.) [Beyheki]

Haset:
Kibirli, sevmediği kimsede bulunan nimetleri kıskanır, ondan çıkmasını ister. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Hasetten kurtulmak zordur. Haset ettiğiniz kimseyi hiç incitmeyiniz!) [İ. Ahmed]

Riya:
Kibirli, ibadetini göstererek halkın sevgisini kazanmaya çalışır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Riya ile ibadet edene, Kıyamette, "Ey kötü insan, bugün sana sevap yoktur. Dünyada kime ibadet ettiysen, sevabını ondan iste!" denir.) [İbni Ebiddünya]

Hicr:
Kibirli, beğenmediği kimselere dargın durur, küser, onlarla olan dostluğunu bırakır. Halbuki, müslümanın, üç günden fazla dargın durmaması gerekir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Sana darılana git, barış! Zulmedeni affet, kötülük edene iyilik et!) [Berika]

Şematet:
Kibirli, başkasına gelen belaya sevinir. Başkasına gelen belaya, zarara sevinenin aynı şeye maruz kalacağı hadis-i şerifle bildirilmiştir. (Tirmizi)

Gadr:
Kibirli, verdiği sözde durmaz. Sözünde durmayan kimsenin, Kıyamette kötü şekilde cezasını göreceği hadis-i şerifte bildirilmiştir. (Müslim)

Hıyanet:
Kibirli, kendini emin, güvenilir tanıttıktan sonra, o emniyeti bozucu iş yapar. Hıyanetin zıddı emanettir. Emanete hıyanet etmek münafıklık alametidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Emin olmayanın imanı, sözünde durmayanın dini yoktur.) [Bezzar]
[Bu hadis-i şerif, emanete hıyanet edenin imanı kâmil olmayacağını, buna önem vermeyenin imanının kalmayacağını bildirmektedir.]

Suizan:
Kibirli, mümin kardeşine kötü gözle bakar, kusurlarını araştırır, onun günah işlediğini zanneder. Dinimiz, suizandan kaçınılmasını, hüsnü zan etmeyi emretmiştir.

Kibirli, buna benzer birçok hastalıklara yakalanır. Her müslüman kendinde hangi kötü huylar varsa, tespit edip çaresine bakmalıdır!

Kibir ve ucub
Sual:
Kibretmekle, ucub etmek birbirine çok benziyor. Birinin diğerinden farkı nedir?
CEVAP
Kibir, kendini başkasından üstün göstermek, ucub ise, kendini başkasından üstün bilmektir. Hiç kimsenin bulunmadığı yerde insan ucub sahibi olabilir; fakat kibirli olamaz. Çünkü insan, kimse olmasa da kendini ve işini beğenebilir; fakat kimse olmadığı için, kendini büyük gösteremez, kibirlenemez.

Ucub, yaptığı iyi işler sebebiyle kendini beğenmektir. İnsan, kendini beğenince, başkalarından üstün görebilir. Bu üstün görme işi de, kibirdir. Ucubdan kibir doğar.

Bir örnek: Bir kadın, evinde güzel bir dantel işledi. Bir marangoz güzel bir masa yaptı. Bir ressam güzel bir tablo çizdi. Bunlardan birinin, yaptığı eserlere bakıp da beğenmesi, ne maharetli kimseyim, benim gibi kaç kişi çıkar diye övünmesi ucub olur. Eğer yanında başkaları da varsa, bakın bendeniz (!) veya üstadınız neler yapabiliyor diye, büyüklenerek onlara sanatını göstermesi kibir olur. Ucbu onu kibre sürüklemiş oluyor.

Kibirden kurtulmak için tevazu sahibi olmaya, ucubdan kurtulmak için de minnet ehli olmaya çalışmalıdır!

Diyelim ki bir kimsenin hitabeti güzeldir. Bundan dolayı kendini beğenir, yani ucbeder. Minnet, nimete kendi eliyle değil, Allahü teâlânın lütfuyla kavuştuğunu düşünmektir. Hitabet güzelliğinin, Cenab-ı Hakkın bir lütfu olduğunu düşünen, kendini beğenemez.

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Üç şey insanı felakete götürür: Hasislik, nefse uymak, ucub sahibi olmak.) [Beyheki]

Bir kimsenin ucub sahibi olup olmadığı şu alametlerden belli olur. Ucublu kimsenin vasıfları:
1- Kibirlidir,
2- Günahlarını unutur,
3- Allahü teâlânın azabını unutur,
4- Büyüklerden istifade edemez, âlimlerin sohbetinden mahrum kalır,
5- Kimseye danışmaz, istişare etmez.

İnsanı kibre düşüren ucubdur. Ucub ise, ilim, ibâdet, yakınlarının çokluğu gibi sebeplerle kendini beğenmektir. Bunların Allahü teâlânın lütfu olduğunu bilen, ucba düşmez, dolayısıyla kibirlenmez.

İslam âlimleri buyuruyor ki:

En kötünüz mescidden çıksın denilse, benden önce kapıya çıkan olmaz. Ancak daha hızlı koşan olursa onu bilmem. (Malik bin Dinar)

Başkanlığı, emir vermeyi seven, iflah olmaz. (Fudayl bin İyad)

Kendinden daha kötü kimsenin bulunduğunu zanneden kibirlidir. (Bayezid-i Bistami)

Bir menkıbe: Benî İsrail'den bir fasığın kötülüğünü duymayan kalmamıştı. Soylu bir âbid de ibâdetiyle şöhret bulmuştu. Kötü kimse, bu âbidin yanından geçerken, (Gideyim, şu âbidin yanına oturayım, belki Allahü teâlâ onun hürmetine beni affeder) diye düşündü. Gidip âbidin yanına oturdu. Âbid ise, üzerinde bulutun gölgelendirdiği bir zat olduğu için, üstünlüğüyle böbürlenip, (Bu fasık, benimle niye oturuyor?) diyerek, oradan kalktı. Fasık da çekip gitti; fakat âbidin üzerindeki bulut, fasıkla beraber gitti. Allahü teâlâ zamanın Peygamberine, (Allah insanların niyetlerine göre muamele eder. Fasığın yaptıklarını iyi niyetinden dolayı affettim. Âbidin yaptıklarını da kibri sebebiyle yok ettim) diye vahyetti. Âbidin, imanlı fasığı hakir, yani aşağı görmesi felaketine sebep oldu.

Bütün müslümanlara dua etmeli
Sual:
Bende bir huy oluştu; karşımdaki kişinin fasık, mezhepsiz, bid�at ehli vs. olup olmadığına çok dikkat ediyorum. Öyle olunca da kendimi korumak için araya mesafe koyuyorum. Bazen kibirlenirim diye de korkuyorum. Kibirlenmemek için ne düşünmek lazım?
CEVAP
O İyi huy. Kibirlenmemek elde değil yani bundan kurtulmak çok zor. İnsanların hâli ortada. Bakıyorsunuz adam fasık, yahut mezhepsiz bid�at ehli. Fasık, mezhepsiz bid�at ehli olmadığımız için ister istemez elhamdülillah ben değilim diyorsunuz.

Kibirlenmemek için, o bir gün tevbe eder kurtulur da, Allah saklasın ben sapıtabilirim diyerek kendimizi ondan üstün bilmemeliyiz. Bütün müslümanların ehl-i sünnet itikadına kavuşmaları, dünya ve ahiret saadetine nail olmaları için dua etmeliyiz.

Büyükleri kalkarak karşılamalı
Sual:
Hadis-i şerifte, bir kimse gelince, ayağa kalkmanın yasak olduğu bildiriliyormuş. Şimdi birisi gelince ayağa kalkınca günah mı işliyoruz?
CEVAP
Hadis-i şerifleri herkes anlayamaz. Hadis-i şerifleri âlimlerin açıklaması ile okumalıdır! Evet hadis-i şeriflerde (Haşimoğulları hariç birbirinize ayağa kalkmayın!) ve (Hasan ve Hüseyin ve onların sülalesi [Şerifler ve Seyyidler] hariç, Kureyşe ayağa kalkmayın!) buyuruldu. Bu hadis-i şeriflerin açıklamasında, İslam âlimleri, (Büyükler gelince kalkarak karşılamak müstehaptır. Kendi gelince, kalkılmasını sevmek mekruhtur) buyuruyor. (Redd-ül Muhtar)

Bu fakir ne demektir?
Sual:
İslam alimleri kitaplarında kendilerinden �bu fakir� diye bahsediyorlar. Buradaki fakir ne demektir? Biz de bu fakir diye konuşabilir miyiz?
CEVAP
Fakir, muhtaç demektir. Peygamber efendimizin Allahü teâlâdan istediği ve övündüğü fakirlik, her zaman, her işte, Allahü teâlâya muhtaç olduğunu bilmektir. Abdullah Dehlevi hazretleri, (Tasavvufta fakir, muradı olmayan, yani Allahü teâlânın rızasından başka dileği olmayan demektir) buyuruyor. (Dürr-ül-mearif)

Tasavvufta fakir, nafaka olmayınca, sabır ve kanaat eder. Allahü teâlânın fiilinden ve iradesinden razı olur. Allahü teâlâ emrettiği için rızık kazanmaya çalışır. Çalışırken, ibadetlerini terk etmez ve haram işlemez. Kazanırken de, kazandığını sarf ederken de, İslamiyet�e uyar. Böyle kimseye zenginlik de, fakirlik de faydalı olur. Dünya ve ahiret saadetine kavuşmasına sebep olur. Fakat nefsine uyarak, sabır ve kanaat etmeyen kimse, Allahü teâlânın kaza ve kaderine razı olmaz. Fakir olunca, az verdin diye itiraz eder. Zengin olursa doymaz, daha ister. Kazandığını haramlara sarf eder. Zenginliği de, fakirliği de, dünyada ve ahirette felaketine sebep olur. (İslam Ahlakı)

Bizim de bu fakir diyebilmemiz için, yüksek dereceye kavuşmamız gerekir. Yoksa çok yapmacık olur, sırıtır, işin ehli bize güler. Tevazu göstereceğiz derken kibirli olduğumuz meydana çıkar.

Ben veya biz demek
Sual:
Ben diye konuşmak uygun mudur?
CEVAP
Genel olarak, ben demek kibirden kaynaklanır. Mesela şu işi ben yaptım, bunu ancak ben yaparım gibi. Kendinde bir varlık hissederek, ben anlamında biz demek daha kötüdür. Mesela, biz adamın ciğerini sökeriz demek gibi. Şu halde ben ve biz kelimelerini, hiç kullanmamak değil, yerli yerinde kullanmak önemlidir.

Tenkit etme hastalığı
Sual:
Ufak olaylardan çok etkileniyorum. Tez kızıyor, ana-babamı ve başka büyüklerimi üzüyorum. Yanlışlarına tahammül edemiyor, hemen eleştiriyorum. Sonra da, pişman oluyorum. Bu kötü huyumu frenleyebilmek için, ne yapmam gerekir?
CEVAP
İslam âlimleri, öfkenin, sinirlenmenin, kibirden, kendini beğenmekten ileri geldiğini bildiriyor.

Tenkit etmek [eleştirmek], genelde, (Ben bunu biliyorum, sen bilmiyorsun, seni uyarıyorum, bu yanlış yoldan dön) demektir. Bu, hiç kimseye söylenmez, hele ana-baba gibi büyüklere asla söylenmez. Bilgi, kibirlinin kibrini, tevazu ehlinin tevazuunu artırır. Bilgisi ile kibirlenmek, büyük felakettir. Hadis-i şerifte, (İlim sahibinin felaketi, kendini büyük görmesidir) buyuruldu. O halde, aklı olan kimse, ben daha iyi biliyorum diyerek kendisini felakete atmaz.

Kibir, kötü huydur, haramdır. Allahü teâlâyı unutmanın alametidir. Çok kimse, bu kötü hastalığa yakalanmıştır. Kibirli olan, salih insan olamaz. Kibir, her iyiliğe engeldir. Kibirli değilim diyen, kibirlidir.

Yanına başkasının oturmasını istememek ve hastalarla birlikte oturmamak, evine lazım olan eşyaları alıp evine getirmemek ve eski elbisesini tekrar giymekten hoşlanmamak, iş başında iş elbisesi giymek istememek, fakirlerin davetine gitmek istemeyip zenginlerinkini tercih etmek, akrabasının ve çocuklarının ihtiyaçlarını temin etmemek, doğru sözü, haklı tenkitleri kabul etmeyip münakaşa etmek, kusurunu, kabahatini bildirenlere teşekkür etmemek, içeri girince, oradakilerin ayağa kalkmaları hoşuna gitmek gibi şeyler kibir alametidir. Başkasının tenkidinden hoşlanmıyor, onun benden ne farkı var, o da bir insan diyorsa, hakkı onun ağzından duymak zor geliyorsa, bunun da kibirden olduğunu anlamalıdır.

Kibir, insanı, Allahü teâlânın bütün emirlerine muhalefete sevk eder. Çünkü kibirli insan, başka birinden hak ve hakikati duysa, onu kabul etmek istemez, hemen karşısına çıkar. Dini konularda bile münazara edilse, hemen inkâra kalkışır. Hatta hakkı, karşıdakinin dilinden duysa, hemen çeşitli yollardan, doğru olduğunu bile bile onu çürütmeye çalışır.

Kötülükler, her zaman öfkeden doğar. Bir insanda kibir varsa, bunun alameti öfkesidir. Kibirden, öfke doğar. Bir kimse, asık suratlı ve öfkeliyse, iyiye alamet değildir. Öfke insanın aklını örter. O zaman şeytanın avucuna düşer. Şeytan da onu istediği yere sürükler. Öfkelenmek insanın dinini imanını götürebilir, bundan çok korkmalı.

Kendini üstün görmek
Sual:
Mektubat�ta, kendisini Frenk kâfirinden aşağı görmek diye bir ifade var. Kendini Frenk kâfirinden aşağı görmek ne demek? Bir de orada, (Sol tarafımdaki melek durmadan günahlarımı yazıyor; ama sağ tarafımdaki melek yirmi yıldır hiçbir şey yazmıyor) deniyor. Bu ne demektir?
CEVAP
O büyüklerde ruh ve nefis birbirinden o kadar ayrılmışlardır ki, onlar nefsi kendileri olarak görürler. Nefiste hiçbir iyilik yoktur. Çünkü nefsin nihai hedefi günah işlete işlete kâfir yapmaktır. Nefis, adeta kötülüklerin posasıdır. Sanki bademyağı ile posası gibidir. Hâlbuki kâfirlerde ruh ölüdür ama dürüstlük, cömertlik gibi iyi vasıflar vardır. O büyükler bundan dolayı kendi nefislerini o Frenk kâfirinden üstün görmezler. Bundan dolayı da sağ tarafındaki meleğin hiç yazmadığını; sol tarafındaki meleğin ise devamlı yazdığını görürler.

Bendeniz demek
Sual:
Bazıları, bu günahkâr, bu âciz, bu naçiz, bu fakir, bendeniz, köleniz gibi ifadelerle tevazu gösteriyorlar. Gerçek tevazu sahibi olmayanın böyle söylemesi uygun mudur?
CEVAP
Samimi söylüyorsa hepsi uygundur. Bendeniz, köleniz demektir. Köle, emredilen işleri hiç yüksünmeden yapar. Böyle tevazu sahibi olan kimsenin, öyle demesi çok güzel olur. Eğer emredilen işi yapması zor geliyorsa, bunu laf olsun diye söylediği, yapmacık, hatta kibir alameti olduğu anlaşılır; çünkü Cüneyd-i Bağdadi hazretleri, (Tevazu göstermeye çalışmak da kibirdir; çünkü kendinde bir varlık hisseden tevazu göstermeye çalışır. Gerçek tevazu ehli, kendinde bir varlık hissetmez ki, tevazu göstermeye çalışsın. Onun tevazuu tabiidir, yapmacık değildir) buyuruyor.

Kibirdendir yapmacık tevazu göstermek,
Bu âciz, bu günahkâr diye kendini yermek!
   
Senden Önce 64 ziyaretçi (302 klik) Kişi Buradaydi.
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol