İslam Ansiklopedisi - Namaz ve Biz - kuranda ahirzaman
   
Menü
  Ana Sayfa
  İletişim
  Yorum Ve Görüşleriniz
  Burdayiz
  Bize Destek Olun
  DOSTLARIMIZ
  Anket
  Ahir Zaman
  Al-i İmran Suresi
  Allah'tan Korkmak
  Allah'ın 99 İsmi
  A'raf Suresi
  Ashab-i Kehf
  Bakara Suresi
  BAS ÖRTÜSÜ
  Bediuzzaman Said Nursi
  Berat Kandili
  Büyük Günahlar
  Cennet Ve Cehennem
  Cinler
  Dinimiz
  Din Eğitiminde İnsanın Merkezileşmesi
  Din Ve İnsan
  El Zinasi
  Esmâül Hüsnâ
  Evreni Allah Yarattı
  Evrenin Ölümünün Ardından
  Esmaül Hüsnanin Önemi
  Esma-i Hüsnâ'dan Esintiler
  Esnaül Hüsna Faziletleri - Faydalari
  Esmaül Hüsna (Geniş Anlamlı)
  Esmaül Hüsna Zikirleri
  Filistine Destek İHH
  Filistine Destek K.Y.M
  Kiyamete Dogru
  Günün Konusu
  Site Haritasi
  Soru Cevap
  Şiirler
  Risale-i Nur
  Resim Galerisi
  İlahi Oku
  Peygamberlerimiz
  Gusül Ve Abdest
  Islamda Kadın ve Erkek
  Mezhebler
  Mucizeler
  ViDEOLAR
  SiiR
  Namaz Hakkında
  Namazın Edebi
  Namaz Vakitleri
  Namaz ve Sağlık
  Namazlar ve Niyet
  54 FARZ
  Zina Ve Çeşitleri
  Zinanin Kötülüğü
  Zina Ve Dünyevi Azabi
  Zinanin Uhrevi Azabi
  Göz Zinasi
  Göz Zinasi 2
  Gıybet
  Zulüm
  Kibir
  Kızmak
  Şehvet
  Haram ve Şüpheli Yemek
  Kur'an Ve Önemi
  Yunus Suresi
  Fil Suresi
  Kureyş Suresi
  Kuranin Önemi
  Kur'anin İnişi
  İnsan
  İbadetin Önemi
  Nefis
  Ölüm
  Oruç Ve Çeşitleri
  Oruçlarda Niyetin Vakti
  Orucu Bozan Şeyler
  Farz Oruçlar
  Oruç Çeşitleri
  Mübarek Aylar,Günler ve Geceler
  Kadir Gecesi
  Recep Ayı
  Regaib Gecesi
  Miraç Kandili
  Şaban Ayı
  Ramazan Ayı
  Şevval Ayı
  Kurban ve Kurban Bayrami
  Muharrem Ayı ve Aşure Günü
  Kutlu Doğum ve Mevlid Kandili
  Kıyamet
  Kıyamet Günü 1
  Kıyamet Günü 2
  Kıyamet Günü 3
  Hz. Mehdi
  İlahiler
  Karışık İlahi
 
  Esmaül Hüsna Esintisi Dergisi
  Ilk Müslümanlar
  Islam Tarihimiz
  Resimli Namaz Anlatimi
  Islam Alimleri
  Kabe
  Nasihatlar
  HlCRET
  Kuran Ögreniyorum
  DuaIar
  Ahlak Bilgileri
  Besmele Kampanyasi
  Tevhidisohbet
  Sahabaler
  Hadisler
  Osmanli Padisahlari
  Türkiye il ve ilçeler
  İl İl Namaz Vakitleri
  il il imsakiye - İftar Vakitleri
  Güzel Sözler
  Dursun Ali Erzincanlı
  Şifali Bitkiler
  ilmihal
  Unutulan Sünnetler
  İslami Resimler
  Salavat
  Bilim
  Ramazana Özel
  Kuran-ı Kerim Türkçe Meali
 
  Bediüzzaman Said Nursi Hayati
  Sözler
  Mektubat
  Lemalar
  Şualar
  Hür Adam Bediuzzaman Said Nursi - Fragman
 
  Atatürk
  Ödevler
 
  Teknoloji
 
  Google
  Faydalı Siteler
 
  Facebook
  Reklam

 



"O, yaratan, var eden, şekil veren Allah'tır. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun şanını yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.(Haşr-24)"

 
ALLAH
(Uluhiyete mahsus sıfatların hepsini kendinde toplayan İsm-i Azam)

RAHMÂN
(Bütün yaratılmışlar hakkında hayır ve merhameti tercih eden)

RAHÎM
(Çok merhamet eden, nimet veren)

MELİK
(Bütün kainatın tek sahibi ve mutlak hükümdarı)

KUDDÛS
(Hatadan, gafletten ve her eksiklikten münezzeh)

SELÂM
(Esenlik veren, kullarını selamete çıkaran)

MÜ'MİN
(Gönüllere iman ışığını veren, vaadine güvenilen)

MÜHEYMİN
(Kainatın bütün işlerini gözetip yöneten)

AZÎZ
(Yenilmeyen yegane galip)

CEBBÂR
(İradesini her durumda yürüten, dilediğini zorla yaptırmaya muktedir olan)

MÜTEKEBBİR
(Her şeyde büyüklüğünü gösteren)

HÂLIK
(Büyün mevcudatı takdirine uygun şekilde yaratan)

BÂRİ'
(Bir model olmaksızın canlıları yaratan)

MUSAVVİR
(Her şeye şekil ve özellik veren)

GAFFÂR
(Daima affeden, tekrarlanan günahları bağışlayan)

KAHHÂR
(Her şeye her istediğini yapacak şekilde galip ve hakim)

VEHHÂB
(Karşılık beklemeden bol bol veren)

REZZÂK
(Bedenlerin ve ruhların gıdasını yaratıp veren)

FETTÂH
(Zorlukları kolaylaştıran ve iyilik kapılarını açan)

ALÎM
(Herşeyi çok iyi bilen)

KÂBID
(Rızkı tutan, canlıların ruhunu alan)

BÂSIT
(Rızkı genişleten, ruhları bedenlerine yayan)

HÂFID
(Alçaltan, zillete düşüren)

RÂFİ'
(Yukarı kaldıran, yükselten)

MUİZ
(Yücelten, izzet ve şeref veren)

MÜZİL
(Alçaltan, zillet veren)

SEMİ'
(Her şeyi işiten)

BASÎR
(Her şeyi gören)

HAKEM
(Son hükmü veren)

ADL
(Mutlak adalet sahibi, çok adaletli)

LATÎF
(Yaratılmışların ihtiyacını en ince noktasına kadar bilip, sezilmez yollarla karşılayan)

HABÎR
(Her şeyin iç yüzünden haberdar olan)

HALÎM
(Acele ile ve kızgınlıkla muamele etmeyen)

AZÎM
(Zatının ve sıfatlarının mahiyeti anlaşılamayacak kadar ulu)

GAFÛR
(Bütün günahları bağışlayan)

ŞEKÛR
(Az iyiliğe çok mükafat veren)

ALÎ
(İzzet, şeref ve hükümranlik bakımından en yüce, aşkın)

KEBÎR
(Zatının ve sıfatlarının mahiyeti anlaşılamayacak kadar ulu)

HAFÎZ
(Koruyup gözeten ve dengede tutan)

MUKÎT
(Bedenlerin ve ruhların gıdasını yaratip veren, bilip gücü yeten ve koruyan)

HASÎB
(Kullarının her yaptığını bilen, onları hesaba çeken)

CELÎL
(Azamet sahibi)

KERÎM
(Lütuf ve keremi çok bol ve çok geniş)

RAKÎB
(Büyün varlığı gözetleyip, kontrol eden)

MÜCÎB
(Dualara karşılık veren)

VÂSİ'
(İlmi ve merhameti herşeyi kuşatan)

HAKÎM
(Bütün emirleri ve işleri hikmetli olan)

VEDÛD
(Kullarını çok seven, sevilmeye gerçekten layık olan)

MECÎD

Türkiye'nin En Büyük
İslam Ansiklopedisi
Olma Yolunda Hızla Gelişen Bir Sitedir.
İslam Ansiklopedisi 2008 - 2021 ©

KURAN'DA AHİR ZAMAN

Kuran; hükmü kıyamete kadar geçerli olan, müminlerin hayatının tüm alanlarını kapsayan, her hükmün eksiksiz yer aldığı Allah'ın eşsiz kitabıdır. Kuran'ın en büyük mucizelerinden biri, ilk vahyin inmesinden bu yana, her asırda yaşayan tüm Müslümanların onda kendi çağlarına bakan bir yön, bir işaret bulabilmeleridir. Kuran'da ahir zaman konusuna da işari olarak değinilmiştir. Özellikle peygamber kıssalarında ahir zamana bakan işari manada ayetler bulunmaktadır. Bu kıssalar üzerinde düşünüldüğünde günümüzdeki olaylara işaret eden çok önemli sırlar bulmak mümkündür. Allah müminleri kıssalar üzerinde düşünmeye teşvik eder:

Andolsun, onların kıssalarında temiz akıl sahipleri için ibretler vardır. (Bu Kuran) düzüp uydurulacak bir söz değildir, ancak kendinden öncekilerin doğrulayıcısı, her şeyin çeşitli biçimlerde açıklaması ve iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve rahmettir. (Yusuf Suresi, 111)

Kuran her asra bakan bir kitaptır ve ayetlerin birçoğunda birden fazla anlam yüklü olabilmektedir. Ayetlerdeki işaretler de bunun açık delillerindendir. Kuran, Peygamberimiz (sav) döneminde yaşanan olaylara, türlü gelişmelere baktığı gibi, ahir zamandaki olaylara da bakmaktadır.

Ayetlerde Peygamberimiz (sav) döneminde müminlerin yaptıkları mücadele, adaletli uygulamaları ve yaşantıları aktarılırken, aynı zamanda tüm asırlara yönelik öğütlerde de bulunulmaktadır. Her bir ayet, dikkatli okuyanlar için yüklü anlamlar içermekte, ayetlerde insanların ihtiyaç duydukları herşey açıklanmaktadır.

İslam ahlakının dünyaya hakim olması, Peygamberimiz (sav)'in vefatından sonra kıyamete kadar gerçekleşecek olan ahir zaman alametlerinin en önemlilerinden biridir. Mehdi ise, bu hakimiyetin başından sonuna kadar en önemli şahsiyetidir.

Kuran-ı Kerim'de, ahir zaman, Mehdi ve Kuran ahlakının dünya hakimiyeti hakkında pek çok işari manada ayet bulunmaktadır. Kuran'da Müslümanların İslam ahlakını yeryüzünde hakim kılacaklarını haber veren ayetlerden birisi Nur Suresi'ndedir:

Allah içinizden iman edenlere ve salih amelde bulunanlara vaadetmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)

Peygamber Efendimizin, Mehdiyet konusuna Kuran'da işaret olduğunu bildiren çeşitli hadisleri de vardır. Bunlardan bazılarını şöyle örneklendirebiliriz:

Mehdi tıpkı Zülkarneyn ve Süleyman gibi dünyaya hükmedecektir.

(El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 29)

Görüldüğü gibi bu hadis, Kuran'da yer alan Hz. Zülkarneyn ve Hz. Süleyman kıssalarını, Mehdi konusuyla bağlantılı olarak incelememize işaret etmektedir.

Aşağıdaki hadislerle de Kehf ve Talut kıssalarında ahir zamana bakan çok önemli işaretler olduğu haber verilmektedir. Peygamber Efendimiz, ahir zaman ve Mehdi ile ilgili hadislerini çok çeşitli şekillerde anlatabilirdi. Ancak burada verilen örneklerde de görüldüğü gibi özellikle Kuran kıssalarıyla bağlantı kurarak anlatması, söylediğimiz meseleye çok kuvvetli bir delil teşkil etmektedir. Peygamber Efendimiz şöyle buyurmaktadır:

Ashab-ı Kehf, Mehdi'nin yardımcıları olacaktır.

(Kitab ul Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy il Ahir Zaman, s. 59)

Mehdi'nin yardımcılarının sayısı Talut ile nehri geçenler kadardır.

(Kitab ul Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 57)

Bu bakış açısıyla incelendiğinde Kuran'da İslam ahlakının yeryüzüne hakim olacağı bir dönemin varlığına işaret eden birçok ayet olduğu görülmektedir. İçinde bulunduğumuz ahir zamana işari manada bakan ayetlerden bazılarında Allah şöyle buyurmaktadır:

Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz. (Kasas Suresi, 5)

Biz hangi memlekete bir peygamber gönderdiysek onun halkı yalvarıp-yakarsınlar diye, mutlaka onları dayanılmaz bir zorluk (yoksulluk) ve sıkıntıyla yakalayıvermişiz. (Araf Suresi, 94)

Andolsun, senden önceki ümmetlere (peygamberler) gönderdik de onları dayanılmaz zorluk (yoksulluk) ve sıkıntılarla çeviriverdik. Umulur ki yalvarırlar diye. (Enam Suresi, 42)

Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz? (Nisa Suresi, 75)

İnsanların kendi ellerinin kazandığı dolayısıyla, karada ve denizde fesad ortaya çıktı. Umulur ki, dönerler diye (Allah) onlara yaptıklarının bir kısmını kendilerine taddırmaktadır. (Rum Suresi, 41)

Allah bir şehri örnek verdi: (Halkı) Güvenlik ve huzur içindeydi, rızkı da her yerden bol bol gelmekteydi; fakat Allah'ın nimetlerine nankörlük etti, böylece Allah yaptıklarına karşılık olarak, ona açlık ve korku elbisesini tattırdı. (Nahl Suresi, 112)

Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki mü'minlerle; "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır. (Bakara Suresi, 214)

… Sonra onların arkasından öyle nesiller türedi ki, namaz (kılma duyarlılığın)ı kaybettiler ve şehvetlerine kapılıp-uydular. Böylece bunlar azgınlıklarının cezasıyla karşılaşacaklardır. (Meryem Suresi, 59)

Kim de benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır... (Taha Suresi, 124)

Eğer o ülkeler halkı inansalardı ve korkup-sakınsalardı, gerçekten üzerlerine hem gökten, hem yerden (sayısız) bolluklar (bereketler) açardık; ancak onlar yalanladılar, biz de onları kazanageldikleri nedeniyle yakalayıverdik. (Araf Suresi, 96)

Sizden önceki nesillerden onlardan kurtardığımızdan pek azı dışında yeryüzünde bozgunculuğu önleyecek fazilet sahibi kişiler bulunmalı değil miydi? Zulmedenler ise, içinde bulundukları refahın peşine düştüler. Onlar, suçlu-günahkarlardı. (Hud Suresi, 116)

O, iş başına geçti mi (ya da sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez. (Bakara Suresi, 205)

Allah içinizden iman edenlere ve salih amelde bulunanlara vaadetmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir... (Nur Suresi, 55)

Gerçekten sen, gönderilen (elçi)lerdensin. Dosdoğru bir yol üzerinde(sin). (Yasin Suresi, 3-4)

Kitap ehlinden ve müşriklerden inkar edenler, kendilerine apaçık bir delil gelinceye kadar, (bulundukları durumdan) kopup-ayrılacak değillerdi. (O delil de) Allah'tan gönderilmiş bir elçi (ki,) tertemiz sahifeleri okumaktadır; onların içinde dosdoğru 'yazılı-hükümler' vardır. (Beyyine Suresi, 1-3)

İçlerinden bir adama: "İnsanları uyar ve iman edenlere, muhakkak kendileri için Rableri katında 'gerçek bir makam' olduğunu müjde ver" diye vahyetmemiz, insanlara şaşırtıcı mı geldi? İnkar edenler: "Gerçekten bu, açıkça bir büyücüdür" dediler. (Yunus Suresi, 2)

AHİR ZAMAN ALAMETLERİNDEN DABBETÜ'L-ARZ

O SÖZ BAŞLARINA GELDİĞİNDE…

O söz, başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir Dabbe çıkarırız; o da, insanların bizim ayetlerimize kesin bir bilgiyle inanmadıklarını onlara söyler.
(Neml Suresi, 82)

Kuran'da "dabbe"den bahsedilen Neml Suresi'nin 82. ayetinde "o sözün insanların başına geldiği" bir döneme işaret edilmektedir. Bu ayeti ve dabbe kelimesi ile neyin kastedildiğini tam olarak anlayabilmek için "o söz" kelimesinin Kuran'da ne şekilde kullanıldığının üzerinde düşünmek gerekmektedir.

"O söz" kelimesinin Arapçadaki karşılığı "kavl"dir ve Kuran'da "anlaşma ve söz" anlamlarında kullanılmaktadır. Bu iki anlamın dışında aynı kelimenin "görüş, inanç, düşünce ve akide" gibi anlamları da bulunmaktadır.

Kavl kelimesi bazı ayetlerde müminlerin güzel ve maruf sözleri, insanlara yaptıkları tebliğ ve konuşmalar anlamında kullanılmaktadır. Örneğin Allah müminlere "Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden eziyet gelen bir sadakadan daha hayırlıdır..." (Bakara Suresi, 263) şeklinde buyurmaktadır. Bir diğer ayette ise yetimlere ve yoksullara "... güzel (maruf) söz..." (Nisa Suresi, söylenilmesini emretmektedir.

Bu anlamının yanısıra, "kavl" kelimesi ayetlerde doğrudan Kuran anlamında da kullanılmaktadır. Allah'ın Hz. Muhammed aracılığıyla insanlara indirdiği hikmetli sözleri birçok ayette "söz" kelimesiyle ifade edilmektedir. Bu ayetlerden bazıları şu şekildedir:

Şüphesiz o (Kur'an), ayırdeden bir sözdür. (Tarık Suresi, 13)

Şüphesiz o (Kur'an), üstün onur sahibi bir elçinin gerçekten (Allah'tan getirdiği) sözüdür; (Tekvir Suresi, 19)

Onlar, yine de o sözü (Kur'an'ı) gereği gibi düşünmediler mi, yoksa onlara, geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi? (Müminun Suresi, 68)

Hiç şüphesiz o (Kur'an), şerefli bir elçinin kesin sözüdür. O, bir şairin sözü değildir. Ne az inanıyorsunuz? Bir kahinin de sözü değildir. Ne az öğüt alıp-düşünüyorsunuz? (Hakka Suresi, 40-42)

Yukarıdaki ayetlerde de görüldüğü gibi "kavl" kelimesi bazı ayetlerde Kuran'ı -Allah'ın sözünü- tanımlamak için kullanılmaktadır. Kuran'da "kavl" kelimesi ile Kuran'a işaret edilen diğer ayetler ise şu şekildedir:

Onlar, sözün en güzeline iletilmişlerdir ve övülen doğru yola iletilmişlerdir. (Hac Suresi, 24)

Andolsun, biz öğüt alıp-düşünsünler diye, sözü birbiri ardınca dizip-indirdik. (Kasas Suresi, 51)

Ki onlar, sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerini hidayete erdirdiği kimselerdir ve onlar, temiz akıl sahipleridir. (Zümer Suresi, 18)

Gerçek şu ki, biz senin üzerine 'oldukça ağır' bir söz (vahy) bırakacağız. (Müzzemmil Suresi, 5)

"Kavl" kelimesi Secde Suresi'nin 13. ayetinde Allah'ın sözünün -vaadinin- gerçekleşmesi olarak kullanılmaktadır:

Eğer Biz dilemiş olsaydık, her bir nefse kendi hidayetini verirdik. Fakat Benden çıkan şu söz gerçekleşecektir: "Andolsun, cehennemi cinlerden ve insanlardan (İnkar edenlerle) tamamıyla dolduracağım."

Saffat Suresi'nin 31. ayetinde ise söz kelimesi Allah'ın yıkımı ve azabı olarak ifade edilmiştir:

Böylece Rabbimizin sözü (yıkım ve azab va'di) üzerimize hak oldu. Şüphesiz, (azabı) tadıcılarız."

Yukarıdaki ayetlerde de görüldüğü gibi Allah'ın vaat ettiği sözü, cehennemin inkar eden insan ve cinlerle tamamen doldurulması, azabın insanlar üzerine hak olmasıdır. "O söz" gerçekleştiğinde inkar edenler sonsuz cehennem azabıyla karşılaşacaklardır. "Söz" kelimesinin vaat anlamında kullanıldığı diğer ayetler ise şu şekildedir:

Biz, bir ülkeyi helak etmek istediğimiz zaman, onun 'varlık ve güç sahibi önde gelenlerine' emrederiz, böylelikle onlar onda bozgunculuk çıkarırlar. Artık onun üzerine söz hak olur da, onu kökünden darmadağın ederiz. (İsra Suresi, 16)

Böylelikle Biz ona: "Gözetimimiz altında ve vahyimizle gemi yap. Nitekim Bizim emrimiz gelip de tandır kızışınca, onun içine her (tür hayvandan) ikişer çift ile, içlerinden aleyhlerine söz geçmiş (azab gerekmiş) onlar dışında olan aileni de alıp koy; zulmedenler konusunda Bana muhatap olma, çünkü onlar boğulacaklardır" diye vahyettik. (Müminun Suresi, 27)

Üzerlerine (azab) sözü hak olanlar derler ki: "Rabbimiz, işte bizim azdırıp-saptırdıklarımız bunlar; kendimiz azıp saptığımız gibi, onları da azdırıp saptırdık... (Kasas Suresi, 63)

Andolsun, onların çoğu üzerine o söz hak olmuştur; artık inanmazlar. (Yasin Suresi, 7)

(Kur'an,) Diri olanları uyarıp korkutmak ve kafirlerin üzerine sözün hak olması için (indirilmiştir). (Yasin Suresi, 70)

... Cinlerden ve insanlardan kendilerinden önce gelip-geçmiş ümmetlerde (yürürlükte tutulan azab) sözü onların üzerine hak oldu. Çünkü onlar, hüsrana uğrayan kimselerdi. (Fussilet Suresi, 25)

İşte bunlar, cinlerden ve insanlardan kendilerinden evvel gelip-geçmiş ümmetler içinde (azab) sözü üzerlerine hak olmuş kimselerdir. Gerçekten onlar, ziyana uğrayanlardır. (Ahkaf Suresi, 18)

Zulmetmelerine karşılık, söz, kendi aleyhlerine gelmiş bulunmaktadır, artık konuşmazlar. (Neml Suresi, 85)

Allah'ın sözü tüm inkar edenler için "büyük bir helak ve sonsuz bir azap"tır. Üzerine "söz hak olmuş" olan kimseler için bir kurtuluş, çıkış ya da kaçış yolu yoktur. Onlar hem dünyada hem de ahirette büyük bir azaba uğrayacak, bu azaptan hiçbir şekilde uzaklaşamayacaklardır. Çünkü bu, Allah'ın vaadidir ve Allah vaadinden dönmez. Ayetlerde Rabbimiz şu şekilde bildirir:

Rabbimiz, kendisinde şüphe olmayan bir günde insanları gerçekten Sen toplayacaksın. Doğrusu Allah, va'dinden cayıp-dönmez." (Al-i İmran Suresi, 9)

Sizin tümünüzün dönüşü O'nadır. Allah'ın va'di bir gerçektir... (Yunus Suresi, 4)

Onlar senden, azabın çarçabuk getirilmesini istiyorlar; Allah, va'dine kesin olarak muhalefet etmez. .. (Hac Suresi, 47)

(Bu,) Allah'ın va'didir; Allah, vadinden geri dönmez. Ancak insanların çoğu bilmezler. (Rum Suresi, 6)

Şu halde sen sabret, hiç şüphesiz Allah'ın va'di haktır. Sonunda ya onlara va'dettiğimiz (azab)in bir kısmını sana göstereceğiz ya da senin hayatına son vereceğiz. Nihayet onlar Bize döndürülecekler. (Mümin Suresi, 77)

Gerçekten Allah'ın va'di haktır, kıyamet-saatinde hiçbir kuşku yoktur" denildiği zaman, siz: "Kıyamet-saati de neymiş, biz bilmiyoruz; biz yalnızca bir zan (ve tahmin)da bulunup zannediyoruz; biz, kesin bir bilgiyle inanmakta olanlar değiliz" demiştiniz. Onların yaptıkları şeylerin kötülüğü kendileri için açığa çıktı ve alay konusu edindikleri de onları sarıp-kuşattı. (Casiye Suresi, 32-33)

Buraya kadar incelediklerimizden Allah'ın sözünün sonsuz azabın başlayışına, dolayısıyla kıyamet gününe baktığı anlaşılmaktadır. O gün Allah'ın sözü inkar edenler üzerine hak olacak ve onlar büyük bir helak ile azaba uğrayacaklardır.

Kıyametin gelişi ise pek çok alametle anlaşılacaktır. İşte ahir zamanda meydana gelecek olan bu alametlerden biri de Neml Suresi'nde bildirilen "dabbe"nin çıkışıdır.

KURAN'DA DABBETÜ'L-ARZ

Dabbe: Hayvan, canlı. "Debbe" kökünden türemiş bir isimdir. "Debbe" hafif yürüme, debelenme demektir. Hayvanlar ve haşereler için kullanılır. Bunun yanısıra içkinin bedene yayılması ve bir çürüklüğün etrafına sirayeti gibi hareketi gözle fark edilemeyen şeyler için de kullanılır.

Dabbe'nin kıyamet alameti olarak haber verildiği ayet Neml Suresi'nin 82. ayetidir:

O söz başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir Dabbe çıkarırız; o da, insanların Bizim ayetlerimize kesin bir bilgiyle inanmadıklarını onlara söyler. (Neml Suresi, 82)

Ayetin Arapça Okunuşu:

Ve iza vakaal'kavlu aleyhim, ahracna lehum dabbeten minel'ardi, tukellimuhum ennen'nase kanu bi ayatina la yukinun

Ayette Geçen Kelimelerin Anlamları:

Ayette Geçen Kelimelerin Anlamları

Ve: Ve
İza: -dığı zaman, -dığında
Vakaa: Düşmek, vaki olmak, ortaya çıkmak, meydana gelmek, başına gelmek, söz üzerine gerekli olmak
Elkavlu: Söz
Aleyhim: Onlara, onların üzerine
Ehrecna: Çıkarırız
Lehum: Onlara
Dabbeten:

Bir dabbe, hayvan, canlı (Bu maddedeki canlıdan maksat -bitkiler hariç- insanlar ve hayvanlardır)
Minel-arz: Yerden
Tukellimuhum: Onlara söyler
Enne: -dığını, -diğini, olduğunu
Ennase: İnsanlar
Kanu: İdiler, oldular
Biayatina: Ayetlerimize
La yu'kinun İnanmadıklarını

Ayetin Neml Suresi'nde Geçtiği Bölüm:

Gerçek şu ki, bu Kur'an, İsrailoğullarına hakkında ayrılığa düştükleri şeylerin bir çoğunu aktarıp anlatıyor.

Ve gerçekten o, mü'minler için bir hidayet ve bir rahmettir.

Şüphesiz senin Rabbin, onların arasında Kendi hükmünü verecektir. O, güçlü ve üstün olandır, bilendir.

Sen, artık Allah'a tevekkül et; çünkü sen apaçık olan hak üzerindesin.

Çünkü gerçekten sen, ölülere (söz) dinletemezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara da çağrıyı işittiremezsin.

Ve sen körleri düştükleri sapıklıktan çekip hidayete erdirici değilsin; sen ancak, ayetlerimize iman edenlere (söz) dinletebilirsin, işte Müslüman olanlar bunlardır.

O söz, başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir Dabbe çıkarırız; o da, insanların Bizim ayetlerimize kesin bir bilgiyle inanmadıklarını onlara söyler.

Ve her ümmetten ayetlerimizi yalanlayan bir grubu toplayacağımız gün, artık onlar 'tutuklanıp (azab yerine) dağıtılırlar.'

Nihayet geldikleri zaman, (Allah) der ki: "Siz Benim ayetlerimi, bilgi bakımından kavramadığınız halde yalanladınız mı? Yoksa ne yapıyordunuz?"

Zulmetmelerine karşılık, söz, kendi aleyhlerine gelmiş bulunmaktadır, artık konuşmazlar. (Neml Suresi, 76-85)

Bu Kelimenin Geçtiği Diğer Ayetler:

Tekil olarak "dabbe" şeklinde (Tümü)

Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Bakara Suresi, 164)

Yeryüzünde hiçbir canlı ve iki kanadıyla uçan hiç bir kuş yoktur ki, sizin gibi ümmetler olmasın. Biz Kitap'ta hiçbir şeyi noksan bırakmadık, sonra onlar Rablerine toplanacaklardır. (Enam Suresi, 38)

Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın. Onun karar (yerleşik) yerini de ve geçici bulunduğu yeri de bilir. (Bunların) Tümü apaçık bir kitapta (yazılı)dır. (Hud Suresi, 6)

"Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.)" (Hud Suresi, 56)

Göklerde ve yerde olan ne varsa, canlılar ve melekler Allah'a secde ederler ve onlar büyüklük taslamazlar. (Nahl Suresi, 49)

Eğer Allah, insanları zulümleri nedeniyle sorguya çekecek olsaydı, onun üstünde (yeryüzünde) canlılardan hiç bir şey bırakmazdı; ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Onların ecelleri gelince ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler. (Nahl Suresi, 61)

Allah, her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde yürümekte, kimi iki ayağı üzerinde yürümekte, kimi de dört (ayağı) üzerinde yürümektedir. Allah, dilediğini yaratır. Hiç şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir. (Nur Suresi, 45)

Kendi rızkını taşıyamayan nice canlı vardır ki onu ve sizi Allah rızıklandırır. O, işitendir, bilendir. (Ankebut Suresi, 60)

O, gökleri dayanak olmaksızın yaratmıştır, bunu görmektesiniz. Arzda da, sizi sarsıntıya uğratır diye sarsılmaz dağlar bıraktı ve orada her canlıdan türetip yayıverdi. Biz gökten su indirdik, böylelikle orada her güzel olan çiftten bir bitki bitirdik. (Lokman Suresi, 10)

Böylece onun (Süleyman'ın) ölümüne karar verdiğimiz zaman, ölümünü, onlara, asasını yemekte olan bir ağaç kurdundan başkası haber vermedi. Artık o, yere yıkılıp-düşünce, açıkca ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı böylesine aşağılanıcı bir azab içinde kalıp-yaşamazlardı. (Sebe Suresi, 14)

Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah Kendi kullarını görendir. (Fatır Suresi, 45)

Göklerin ve yerin yaratılması ile onlarda her canlıdan türetip-yayması O'nun ayetlerindendir. Ve O, dileyeceği zaman onların hepsini toplamaya güç yetirendir. (Şura Suresi, 29)

Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır. (Casiye Suresi, 4)

Çoğul olarak "devabb" şeklinde

Gerçek şu ki, Allah katında, yerde debelenenlerin en kötüsü, (bir türlü) akıl erdirmez olan sağırlar ve dilsizlerdir. (Enfal Suresi, 22)

Allah katında canlıların en kötüsü, şüphesiz inkâr edenlerdir. Onlar artık inanmazlar. (Enfal Suresi, 55)

Görmedin mi ki, gerçekten, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan birçoğu Allah'a secde etmektedirler. Birçoğu üzerine azab hak olmuştur. Allah kimi aşağılık kılarsa, artık onun için bir yüceltici yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar. (Hac Suresi, 18)

İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da renkleri böyle değişik olanlar vardır. Kulları içinde ise Allah'tan ancak alim olanlar 'içleri titreyerek-korkar'. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, bağışlayandır. (Fatır Suresi, 28)

Önceki sayfalarda görüldüğü gibi, Kuran'da "Dabbe" kelimesinin geçtiği pek çok ayet vardır, ancak ahir zamanda gerçekleşen bu özel olayı anlatan tek ayet Neml Suresi'nin 82. ayetidir. "Dabbe"nin bu ayette ifade edilen özelliklerini tahlil ettiğimizde şunları görürüz:

1. Dabbe, "debb" eden; yani hareketli, canlı, bir varlıktır.

2. Dabbe, yerden, topraktan (minelard) mamuldür.

3. Dabbe, "konuşan" ve belli bir mesaj veren bir şey ya da varlıktır ve bu konuşması tüm insanlara ve insanlığa (nasa) yöneliktir.

Ünlü müfessirlerden Elmalılı Hamdi Yazır'ın ifade ettiğine göre, dabbe kelimesinin yaygın kullanımı canlı hayvanlar için olsa da; "Dabbe" kelimesi asıl lügatte "mâyedübbü", yani debbeden, hafif yürüyen, debelenen olarak açıklanır Ve şu halde tren, araba, bisiklet gibi otomatik şeyler için de kullanılabilir.

Dabbe hakkındaki bu bilgileri bir bütün olarak değerlendirdiğimizde, bahsi geçen "Dabbetü'l-Arz"ın, günümüz teknolojisinin bir ürünü olan televizyon olabileceğini söyleyebiliriz. Ayrıca, "dabbe" kelimesinin Arapçada "nekire" denilen, yani belirsiz kelime şeklinde kullanılmış olması, bunun bilinmeyen, tanınmayan bir varlık olduğunu ifade etmektedir.

Elmalılı Hamdi Yazır bu noktaya şöyle işaret etmektedir:

"Bu âyette "dâbbe" diye nekre (belirsiz isim) olarak geldiğinden bunun bildiğimiz dâbbelerden bambaşka bir dâbbe olması akla gelir..."

Elmalılı Hamdi Yazır gibi müfessirlerin dışında bazı sözlük yazarları da, kelime anlamı olarak "dabbe"nin debelenen hareket eden her türlü teknik aleti de ifade edebileceğini söylemişlerdir. Nitekim televizyon da, hareketleri ve hareketli görüntüleri aktaran, frekanslarla bilgi akışı sağlayan bir teknik alettir.

Ancak daha önemli olan, ahir zamanın işaretlerinden olan bu yerden mamul "dabbe"nin "insanlarla konuşması"dır. Televizyon herşeyden çok bu yönüyle, ayetteki tarifi tecelli ettirmektedir. Dünyada televizyonun ulaşmadığı bir ülke, bir millet, bir toplum neredeyse yoktur. İleri teknolojinin ürünü olan televizyon her topluma kendi dili ile hitap etmektedir.

Son olarak "dabbe"nin ayette belirtilen temel bir özelliği de bunun yerden çıkartıldığı veya "yerden mamul" olduğudur. Televizyonun da, tüm parçaları, (cam ekranı, metal aksamı, vs) yerden, yeryüzündeki elementlerden meydana gelmektedir.

Belirtilen "dabbe"nin televizyon olduğu yönündeki görüşümüzü teyit eden bir başka nokta da, "dabbe"nin "ila en-nas" yani "insanlığa" seslendiği şeklindeki ifadedir. Televizyon, yapısı itibarıyla, aynı anda tüm insanlığa mesaj veren bir aygıttır.

Yine son dönemlerde, "dabbeten minel'ard"ın mahiyeti çok tartışılmış, bazı Müslüman bilim adamları, "dabbe"nin, uyarıcı özelliği nedeniyle bir insan olabileceğini söylemişlerdir. Ancak şunu hatırlatmalıyız ki, ayette belirtilen "insanları uyarma" görevi insanlar tarafından yapılıyor olsa da, bu insanların tüm dünyaya mesajlarını iletmeleri yine televizyon aracılığıyla gerçekleşmektedir. Bu durum da -insan ya da kişi kelimesinin değil de "dabbe" kelimesinin kullanılmış olduğunu da göz önüne alırsak- ayette söz konusu olanın bir kişi değil, televizyon gibi bir teknik alet olabileceği fikrini desteklemektedir.

Burada "dabbe" ile bir insanın kast edilmiş olmadığını ortaya koyan bir başka nokta da şudur: Ayette bahsi geçen "Dabbe"nin yaptığı, insanlara "Allah'ın ayetlerine inanmadıklarını söylemek"tir. Halbuki bu, neredeyse tüm Müslümanların, şartlar oluştuğunda yaptıkları bir uyarıdır. Bunun özellikle zikredilmiş olması, söz konusu "dabbe"nin sıradan bir insan ya da "canlı" olmadığını göstermektedir. (En doğrusunu Allah bilir)

KURAN TEFSİRLERİNDE DABBETÜ'L-ARZ

Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri

O söylenen başlarına geleceği vakitte, yani kâfirlerin acele gelmesini istedikleri söz, söylenen o azab tamamiyle aleyhlerinde meydana geleceği, başlarına kıyamet kopacağı zaman veya aleyhlerinde hüküm meydana geleceği zaman onlar için yerden bir "dâbbe" (hayvan) çıkarırız ki, bu, onlara insanların âyetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler. Yukarıda açıklandığı üzere "Bilakis onlar bundan şüphe etmektedirler, zira onlar bundan yana körler." (Neml Suresi, 66) olduklarını anlatır. Burada kıyamet alâmetlerinden olan bir Dabbetü'l-Arz haber veriliyor.

DEBB VE DEBİB: Hafif yürüme, debelenme demektir. Hayvanlarda ve çoğunlukla haşerelerde, yani böceklerde kullanılır. İçkinin vücuda yayılması ve bir çürüğün etrafına bulaşması gibi, hareketi gözle tesbit olunamayan şeylerde de kullanılır. "Dabbe" kelimesi de bundan fail olmak üzere asıl lügatte "mâyedübbü", yani debbeden, hafif yürüyen, debelenen demek olur. Ve şu halde tren, otomobil, bisiklet gibi otomatik şeylere de, lügatın aslına göre "dâbbe" demek uygun olabilecekse de dilde kullanılışı hayvanlara mahsustur. Hatta örfde dört ayaklı hayvanlarda ve onlar içinde özellikle atta daha çok kullanılmıştır. Bununla beraber "Allah, her hayvanı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünen, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayak üstünde yürür..." (Nur Suresi, 45) âyetinden anlaşılacağı üzere her hayvan hakkında kullanılır. Hayvan kelimesi ile eşanlamlı gibidir.

"Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah'a aittir." (Hûd Suresi, 6) âyetinden anlaşılan da budur. Bundan dolayı hayvan gibi insan için de kullanılır. Bu âyette "dâbbe" diye nekre (belirsiz isim) olarak geldiğinden bunun bildiğimiz dâbbelerden bambaşka bir dâbbe olması akla gelir. "Onlarla konuşan dâbbe" terkibinde açıkça belirtilen bunun konuşan bir hayvan, yani insan olmasıdır. Tefsirler de bu iki nokta etrafında dolaşmaktadır.

Râgıb, Müfredat'ında bu konudaki görüşleri şöylece özetlemiştir: âyetinde denildi ki: "Dâbbe, tanıdığımızın aksine bir hayvandır ki, çıkması kıyamet vaktine mahsustur" Bir de denildi ki: "Bununla cehalet ve bilgisizlikte hayvanlar gibi olan en şerli kimseler kasdolunmuştur." Bu takdirde dâbbe bütün debelenen yaratıkların ismi olarak ifade edilmiş olur. "Hâin" kelimesinin cemisi, "hâine" gibi. Kâdı Beydâvî ve bazı hadisçiler bunu "cessâse" casuslar olarak göstermişlerdir ki, bir hadiste haber verildiğine göre, cessâse, Deccal için haberler araştırıp toplayan casus demektir. Ebü's-Suud da diyor ki: Bu dâbbe, casustur. Bundan cins isim söylenip, bir de tefhîm (büyüklüğüne işaret) tenviniyle bilinmezliğinin tekid edilmesi, şanının garibliğine ve özelliğinin, davranışının açıklamadan uzak olduğuna delalet eder. Bundan dolayı hadiste bildirilen bazı garip rivayetleri kaydettikten sonra, şunu da ilave ediyor: Hz. Ali'den naklolundu: Kuyruğu olan bir dâbbe değil, sakalı olan bir dâbbedir, demiş bir erkek olduğuna işaret etmiştir. Fakat meşhur olan bir dâbbe olmasıdır. Şüphesiz Kur'ân'da denildiği için bir dâbbedir. Fakat erkek bir dâbbedir. "Onlara söyleyen dâbbe" denilmesi ise, bunun bir insan olmasını belirtmek için açık bir delildir. Burada söze mecazî bir mânâ vermek veya fiilini "söylemek" mânâsına değil de cerh (yaralama) mânâsına konuşma ile yorumlamak, açık beyanın zıddınadır. Garib rivayetler ile Kur'ân'ı açık mânâsından çıkarmak yakin ilmine zarar vermektir.

Kaldı ki, Ahmed Tayalisi, Naim b. Hammad, Abd b. Hamid, Tirmizî hasen hadis diyerek, İbnü Mâce, İbnü Cerir, İbnü Münzir, İbnü Ebi Hatim, İbnü Merduye ve Beyhakî gibi zatların Ebu Hüreyre (r.a)den rivayet ettikleri bir hadiste Resulullah (s.a.v) buyurmuştur ki: "Dâbbetü'l-arz, Musa'nın âsası, Süleyman'ın mührü yanında olarak çıkacak, mühür ile müminin yüzünü parlatacak, âsa ile kâfirin burnunu kıracak, insanlar sofraya toplanacak, mümin ve kâfir tanınacak."

Şüphe yok ki, Musa'nın asasına, Süleyman'ın mührüne sahip olan kimse, büyük bir şahsiyet olacaktır. Hem de kötülerden değil, iyi ve hayırlılardan olacak, bütün müminlerin yüzünü güldürecek, kâfirlerin burnunu kıracaktır. Âyette "Onlara insanların âyetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler" buyurulması da bunu gerektiriyor. Şu halde buna dâbbe ismi verilmesinin sebebi, onun kâfirlere karşı acımasız olacağını ve Allah Teâlâ'ya göre onun meydana çıkarılmasının zor bir şey değil, yerden normal bir dâbbe çıkarmak gibi kolay olduğunu anlatmaktır. Burada bazı eserleri (haberleri) de kaydedelim:

1- İbnü Cerir'in Huzeyfe b. Esîd'den rivayet ettiğine göre: "Dâbbe'nin üç çıkışı vardı: Birisinde bazı çöllerde çıkar, sonra gizlenir. Birisinde de, emirler kan dökerken bazı şehirlerde çıkar, yine gizlenir. Sonra insanlar mescidlerin en şereflisi, en büyüğü ve faziletlisi içinde iken yeryüzü kendilerini fırlatmaya başlar. Derken halk kaçışır, müminlerden bir grup kalır, bizi Allah'tan hiç bir şey kurtaramaz derler. Dâbbe de onların üzerine çıkar, yüzlerini parlak yıldız gibi parlatır. Sonra hareket eder, artık ne takip eden yetişebilir, ne de kaçan kurtulabilir. Bir adama varır, namaz kılıyordur, vallahî sen namaz ehli değilsin der. Yakalar, müminin yüzünü ağartır, kâfirin burnunu kırar" dedi. "O zaman insanlar ne halde olur" dedik. "Arazide komşu, malda ortak, yolculuklarda arkadaş olurlar" dedi.

2- İlim ehlinden bir çokları dâbbenin ortaya çıkması, emir bi'l-ma'rûf (iyilikleri emir), ve nehiy ani'l-münker (kötülüklerden menetme) terk edildiği vakittir demişler. İbnü Ömer (r.a) den rivayet edilir ki, âyeti emir bi'l-ma'ruf ve nehiy ani'l-münker terk olunduğu vakittir, demiştir. Buna göre "müslümanlar da bozulup aleyhlerinde hüküm hak olduğu vakit" demek oluyor. (Kuran-ı Kerim Tefsiri, Elmalılı Muhammed H. Yazır, http://www.kuranikerim.com/telmalili/neml.htm)

YAZARLARIN ESERLERİNDE DABBETÜ'L-ARZ

Dabbetü'l-Arz Stephen Hawking mi?:

Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk'ün "Cevap Veriyorum" İsimli Kitabından Dabbet'ül-Arz Çıktı mı?

146. Kıyametin alamelerinden biri olarak anılan Dabbetü'l-Arz'dan ve onun çıkışından Kuran'da söz edilmiş midir? Edilmişse Dabbetü'l-Arz konusunda neler söylenebilir?

Kuran, Dabbetü'l-Arz'ın çıkışı üzerinde durmaktadır.

Neml Suresi 80-85. ayetler insanoğlunun, kötülükleri yüzünden uğrayacağı sonu anlatırken, bu sonun geldiğini gösteren belirtilerden biri olarak yeryüzünden bir dabbenin çıkacağına dikkat çekmektedir. 82. ayet şöyle diyor: 'O söz, tepelerine indiğinde, yerden onlar için bir dabbe çıkarırız da o onlara, insanların bizim ayetlerimize gereğince inanmadıklarını söyler.'

İnsanlığın sonunun geldiğine, azap ve hesap döneminin başladığına işaret sayılan ve insanlığı Allah'ın ve evrenin yasalarına aykırı davranmakla itham edip uyaran bu dabbe nedir?

Kuran bünyesinde 14 yerde tekil (dabbe), 4 yerde de çoğul (devabb) olarak geçen dabbe kelimesinin sözlük anlamı debelenen şey, demektir. Kuran bunu her türlü canlı için kullanır. Daha çok hayvanlar için kullanılır. Elmalı'nın deyişiyle, 'Hayvan lafzıyla eşanlamlı gibidir.' Nur 45. ayete göre, sürüngen, dört veya iki ayaklı tüm hayvanlar dabbedir. Ancak Kuran'ın bu sözcüğü kullandığı ayetlere baktığımızda (Örneğin, Hud, 6; Nahl, 49, 61) dabbenin insanı da kapsayacak bir biçimde kullanıldığını görüyoruz. Elmalılı bu noktaya değinirken haklı olarak, 'Hayvan gibi, insana da ıtlak olunur' demektedir.

Demek oluyor ki, Kuran'ın kullandığı şekliyle dabbe, yerine göre, hayvan türünden bir canlı olabileceği gibi, insan da olabilmektedir. Sebe Suresi 14. ayette, Hz. Süleyman'la ilgili bir olay anlatılırken adı geçen Dabbetü'l-Arz'ın bir kurtçuk olduğu tartışma götürmeyecek biçimde açıktır.

Konumuzun omurgasını oluşturan Neml 82'de ise dabbenin hayvan olması mümkün görülemez. Çünkü o konuşacaktır ve hikmetli, ibretli bir biçimde konuşacak, uyarı yapacaktır. Hatta, insanoğlunun muhatap tutulduğu uyarıların en önemlilerinden birini yapacaktır. Böyle bir uyarıyı yapan varlığın hayvan olması söz konusu edilemez. Nitekim, Kuran'ın, Hz. Peygamber'den sonra en büyük müfessiri kabul edilen Hz. Ali, Neml 82'deki dabbeden söz ederken şöyle diyor: 'O, kuyruğu olan bir dabbe değil, sakalı olan bir dabbedir.' Yani insandır. Hz. Ali'nin bu sözünü de alıntılayan Elmalılı, Neml 82. ayette yer alan dabbe ile ilgili olarak şu sonuca varıyor: 'Açık olan şu ki bu ayetteki dabbe insandır.'

Dabbetü'l-Arz ile ilgili olarak hadis diye rivayet edilen birçok söz vardır. Bunların güvenilir olmadığı eskiden beri birçok hadisçi tarafından söylenmekte idi. Yüzyılımızn en büyük hadis bilgini sayılan Elbani ise bunların tümünün uydurma olduğunu ispatlamıştır. (bk. Elbani; Silsiletü'l Ahadis ez-Zaifa, 3/233-235) O halde, Kuran ayetini yorumlarken bu sözlere dayanmamız yanlış olur.

Kuran'dan baktığımızda, Dabbetü'l-Arz hakkında şu tespitleri yapmak mümkün görülmektedir:

1) Dabbetü'l-Arz, bir insandır. Konuşmakta, uyarmaktadır. Neden böyle bir varlık, insan olarak değil de dabbe olarak anılmaktadır. Bunun böyle olması dabbenin alametlerinden biridir. O, tüm hikmetli konuşmalarına, uyarılarına rağmen fizik özellikler bakımından tam fonksiyonel bir insan değildir. İnsanın hareketlerini sergilemekten çok, debelenen bir varlığın hareketlerini sergilemektedir. Yani o, beyni ve özü bakımından mükemmel bir insan olmasına rağmen, bedensel açıdan tam fonksiyonel bir insan değildir. İşte onun belirtilerinden biri de budur.

İnsandan çok, debelenen bir varlığı andıran fizik görünüm içinde en ileri fikir ve bilim verilerini üreten ve insanlığa ulaştıran varlık olmak, insanlığın sonunu haber veren Dabbetü'l-Arz'ın belirgin niteliğidir.

2) Dabbetü'l-Arz, meramını 'teklim' yoluyla anlatır. Kuran, sözle anlatım için daha çok 'kavl' (söz), 'beyan' (açıklamak), 'hadis' (söz) kelimelerini kullandığı halde Dabbetü'l-Arz'ın meram anlatışını ifade için teklim sözcüğünü seçmiştir. Allah'ın insanla konuşması da bir teklim olayıdır. Bu teklimin değişik uygulamaları olduğunu Kuran'dan öğreniyoruz. Vahiy bunlardan biridir. Unutulmaması gereken şudur: Allah'ın insanla tekliminden doğrudan ve kelimelerle konuşmak söz konusu değildir; daima işaretler ve aracılar kullanılır. Başka bir deyişle, teklim de kelimeleri ancak konuşanla muhatap arasındaki vasıtalar kullanabilir. Nitekim, Allah'ın insanla 'konuşması'ndan söz eden Şura Suresi 51. ayette de teklim sözcüğü kullanılmıştır. Allah'ın beşerle konuşması ancak 'teklim' yoluyla mümkündür.

Dabbetü'l-Arz'ın konuşması da, en azından dünyanın sonuna ilişkin uyarısı, işaretlerle, aracılarla konuşma olacaktır. Onun kendisi de zaten normal bir insanın bedensel fonksiyonlarını sergilemekten uzaktır. O; beyni, bilgisi ve ruhuyla öne çıkan bir varlıktır.

Biz bu Kuransal verileri dikkate aldığımızda, Dabbetü'l-Arz'ın kimliğini belirleyebilmekteyiz.

Dabbetü'l-Arz, çıkmıştır, şu anda yaşamaktadır ve Kuran'ın sözünü ettiği uyarıları, yine Kuran'ın gösterdiği tarz ve üslupla insanlığa ulaştırmaktadır. Kuran'ın verileriyle bilim dünyasından yükselen uyarıları birlikte düşünenler, Dabbetü'l-Arz'ın kimliğini, yaşadığı ülkeyi, meslek ve kariyerini bulmakta gecikmezler.

Bana göre, Dabbetü'l-Arz, insanlığı, kıyametin yaklaştığı yolunda sürekli uyaran ve nitelikleri Kuran'daki tanıtıma tıpa tıp uyan Stephen Hawking'dir.

Dabbetü'l-Arz AIDS Hastalığı Olabilir mi?:

İsmail Mutlu'nun "Bediüzzaman'ın Yorumları Işığında Kıyamet Alametleri"İsimli Kitabından

Kıyametin büyük alametlerinden birisi de, Dabbetü'l-Arz'ın çıkmasıdır. Kuran-ı Kerim'de bununla ilgili olarak şöyle buyurulur:

"Söz verdiğimiz gün gelip çattığında, onlar için yerden bir canlı çıkarırız ki, kendilerine, insanların ayetlerimize kesin olarak inanmadıklarını söyler." (Neml Suresi, 82)

Peygamberimiz (sav) de bir hadislerinde Dabbetü'l-Arz'ı, kıyametten önce çıkacak olan on büyük alametten birisi olarak saymıştır. (Müslim, Fiten: 39, İbni Mace, Fiten: 28, Tirmizi, Fiten: 21)

Dabbetü'l-Arz için kitaplarda çeşitli şeyler söylenmiştir. Mesela bazı kitaplarda başı bulutlara değecek kadar büyük olduğu, dört ayaklı olup, derisinin kılla kaplı ve iki kanatlı olduğu, başı öküz başına, gözü domuz gözüne, kulağı fil kulağına, göğsü arslan göğsüne, rengi pars rengine, kuyruğu koç kuyruğuna, böğrü inek böğrüne, ayağı deve ayağına benzediği bildirilmiştir. Yine bildirildiğine göre Dabbetü'l-Arz'ın yerden çıkışı üç gün sürecektir.

Deccal ve Mehdi bahislerinde dünyanın imtihan dünyası olduğu üzerinde durmuş, deccalın hadislerde bildirilen vasıfların zahirine göre ortaya çıkmasının, Mehdi'nin beşer üstü bir varlık olmasının imtihan sırrına zıt olduğunu ifade etmiştik. Aynı şeyi yukarıda tarif edildiği şekliyle Dabbetü'l-Arz için de söyleyebiliriz. Dünya imtihan yeri olduğuna göre, tarif edildiği şekliyle bir hayvanın ortaya çıkması imtihan sırrını ortadan kaldırır. İnsanları imana zorlar. Nitekim büyük müfessir Fahreddin Razi de, Dabbetü'l-Arz'ın vasıflarıyla ilgili yukarıdaki sözleri naklettikten sonra, şöyle der:

"Bilmiş ol ki, Kuran-ı Kerim'de yukarıda anlatılan hususlardan herhangi birisine delalet eden bir şey yoktur. Bu hususlarla ilgili olarak Resulullah tarafından buyurulduğu sabit olan sahih hadis varsa, kabul edilir. Aksi takdirde bu sözlere iltifat edilmez."

Zaten Kuran-ı Kerim'de Dabbetü'l-Arz'ın geçtiği diğer ayetler de Dabbetü'l-Arz'ı öyle tarif edildiği gibi büyük bir hayvan olarak anlamamıza manidir. Mesela Bakara Suresi'nin 164. ve Hud Suresi'nin 6. ayetlerinde "dabbe", "canlı" manasında kullanılmaktadır. Sebe Suresi'nin 14. ayetinde ise "Dabbetü'l-Arz" ifadesi, ağaç kurdu cinsinden hayvanlar için kullanılmıştır.

Bediüzzaman, Sebe Suresi'nin 14. ayetinden hareketle Dabbetü'l-Arz'ın bir tek hayvan değil, arı, karınca ve sinek cinsi gibi bir cins olduğuna dikkat çeker ve şöyle der:

"Kuran'da, gayet mücmel bir işaret ve lisan-ı halinden kısacık bir ifade, bir tekellüm var. Tafsili ise: ben şimdilik başka meseleler gibi kat'i bir kanaatla bilemiyorum. Yalnız bu kadar diyebilirim:

"La ya'lemü'l-galbe illallah' Nasıl ki kavm-i Firavun'a, çekirge afatı ve bit belası ve Kabe tahribine çalışan Kavm-i Ebrehe'ye Ebabil kuşları musallat olmuşlar. Öyle de: Süfyan'ın ve deccallerin fitneleriyle bilerek, severek isyan ve tuğyana, Yecüc ve Mecüc'ün anarşistliği ile fesada ve canavarlığa giden ve dinsizliğe, küfür ve küfrana düşen insanların akıllarını başlarına getirmek hikmetiyle arzdan bir hayvan çıkıp musallat olacak, zir ü zeber edecek. Allahu a'lem. O dabbe bir nevidir. Çünkü, gayet büyük bir tek şahıs olsa, her yerde herkese yetişemez. Demek, dehşetli bir taife-i hayvaniye olacak. Belki 'İlla Dabbet-ül Ardı te'külü min seetehu (asasını kemirmekte olan bir ağaç kurdu, Süleyman'ın ölümünü onlara farkettirdi)' ayetinin işaretiyle, o hayvan, Dabbet-ü'l Arz denilen ağaç kurtlarıdır ki: insanların kemiklerini ağaç gibi kemirecek, insanın cisminde dişinden tırnağına kadar yerleşecek. Müminler iman berektiyle ve sefahat ve su-i istimalattan tecennübleriyle (korunmalarıyla) kurtulmasına işareten, iman hususunda o hayvanı konuşturmuş." (Şualar, s. 497)

Dabbetü'l-Arz'ın AIDS olduğunu söyleyenler de vardır. Gerçekten de, bu hastalığa baktığımızda, Bediüzzaman'ın te'viline çok yakın bir özellik taşıdığı görülür. Bediüzzaman, yukarıdaki sözlerinin bir yerinde, Dabbetü'l-Arz'ın ağaç kurdu cinsinden bir hayvan olduğunu ifade etmişti. Ağaç kurdu ağacı içten yiyip devirdiği gibi; AIDS virüsü de, yakaladığı insanların kemiklerini içten içe eriterek, ölümüne sebep olmaktadır.

Bediüzzaman, yukarıdaki sözlerinin son kısmında müminlerin iman bereketiyle ve sefahet ve su-i istimalattan korunmalarıyla Dabbetü'l-Arz'dan kurtulacaklarına dikkat çekmişti.

AIDS, homoseksüellerde ve gayr-i meşru ilişkiye girenlerde görülmekte ve yayılmaktadır. AIDS'le ilgili ilk vakalar homoseksüelliğin yaygın olduğu Amerika ve Haiti gibi ülkelerde görülmüştür. Gerçek müminlere dokunmamaktadır. Çünkü dinimiz Lutiliği ve zinayı haram kılmıştır. Gerçek müminler ise bu harama girmemekte, dolayısıyla iman bereketiyle, Dabbetü'l-Arz'dan korunmaktadırlar. Bu durum aynı zamanda, "iman hususunda o hayvanın konuşmasıdır." AIDS virüsü iman edenleri ve etmeyenleri ayırdederek, bunu kendilerine "söylemiş" olmaktadır. Diğer taraftan, Allah'ın Lutiliği ve zinayı haram kıldığı herkes tarafından bilinmektedir. AIDS'in mühim sebeplerinin bunlar olması, Allah'ın haram kıldığı şeylerde pek çok hikmetlerin bulunduğunu, İslamiyetin hak din olduğunu insanlara ikaz etmektedir.

Aids virüsünün Dabbetü'l-Arz olabileceği noktasında kanaatimizi kuvvetlendiren bir diğer husus da, Peygamberimiz (sav) bir hadislerinde, kıyametin altı alametini sayarken bunlardan birisinin de koyunların kırılması gibi insanları toplu şekilde öldürecek olan "veba" hastalığı olduğuna dikkat çekmesidir. (Buhari, Cizye: 15; Müsned, 2:174; 5: 228)

AIDS'in bir ismi de "asrın vebası"dır ve hadiste de ifade edildiği gibi, "koyunun kırılması" gibi insanları toplu olarak öldürmektedir. Uzmanların açıklamalarına göre bu ölüm oranı gelecek yıllarda katlanarak artacaktır.

Dabbetü'l-Arz'ın AIDS olabileceğini söylememiz, bir tahminden ibarettir. Doğrusunu ancak Allah bilir. Belki de ileride AIDS'den daha tehlikeli hastalıklar çıkabilir. Her ne olursa olsun, Yüce Allah'tan bizleri Dabbetü'l-Arz'dan korumasını niyaz ediyoruz.

Dabbetü'l-Arz Manevi Bir Varlık mıdır?:

Ergun Candan'ın "Kıyamet Alametleri" İsimli Kitabından "Debbetü'l-Arz" Arapça bir tamlamadır.

"Dabbe": Hayvan veya binek hayvanı anlamına gelir.

"Debbetü'l-Arz" ise: Kıyamet vakti yaklaşınca yerden çıkacak olan "korkunç bir hayvan" anlamında kullanılmıştır.

Adeta canavarı andıran bu hayvan, tüm mitolojilerde ve ezoterik bilgilerde, astral bedenimizi adeta bir zırh gibi saran "tortunun" sembolüdür... Nitekim mitolojilerde bu tortu ağzından alevler saçan "canavar" ile sembolleştirilmiştir. Mitolojilerdeki canavarlarla mücadele motifleri ise, bu tortunun inisiyatik çalışmalarda temizlenmesinin mecazi anlatımıdır. Sadece mitolojilerde değil, eski uygarlıkların dinsel metinlerinde de aynı sembol ile karşılaşırız.

Örneğin, "Kıyamet"i anlatan İncil'in Yuhanna'nın Vahyi'nde de bu tür bir canavar sembolü kullanılmıştır:

"Ve gökte başka bir alamet göründü; ve işte, yedi başı ve on boynuzu ve başları üzerinde yedi tacı olan büyük kızıl bir ejder vardı... Mikael ve kendi melekleri ejderle cenk etmek için çıktılar ve ejder ve kendi melekleri cenk ettiler ve galip olamadılar..." (Yuhanna'nın Vahyi, Bab:12/2-3, 7-8)

"Debbetü'l-Arz" sembolünü tekrar ele alacak olursak şunları söyleyebiliriz: "Kıyamet"in, yani "genel uyanış"ın başlayacağı günlere yaklaşıldığında, yavaş yavaş insanlar kendilerindeki bu tortunun farkına vararak, bu tortunun temizlenmesi için bir çaba içine gireceklerdir. Daha önce böyle bir çaba içine girememişlerdir; çünkü bu tortuyu daha önce görmemişler ve fark etmemişlerdir. Demek ki, bu tortu "Kıyamet"e doğru insanlar tarafından daha kolay fark edilmeye başlanacaktır...

Günümüzde "Debbetü'l-Arz"ı fark etmeye başlayan insanların sayısındaki artışı göz önüne aldığımızda, bu "Kıyamet Alameti"nin de ortaya çıkmakta olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Hatta, "Kıyamet"in şuurlandırıcı tesirlerini şimdiden fark etmeye başlayanlar ise, bu mücadeleye çoktan girmeye başladılar bile... Bunu fark edemeyenlerin ise, "genel kıyameti" beklemekten başka çareleri yok gibi görünüyor...

Dabbetü'l-Arz Vurdu:

Hüseyin Hatemi'nin Tempo Dergisindeki (15-21/11/2001) Söyleşisinden

 

Tempo: Dabbetü'l-Arz meselesi nedir?

H. Hatemi: İncil'in Ahd i Cedid denen bölümünün son kitabı Yunancadır. 11. Bab'ında, Aabbetü'l-Arz, İncil'in İngilizce tercümesine bakın, Fransızca, Almanca tercümesine bakın, yerden çıkan canavar diye tercüme edilmiştir. Yerden çıkan canavar da öyle sanıyorum ki Yunancadan sonra milli dillere aktarılırken sanki yerin altından çıkmış gibi tercüme edilmiştir. Halbuki öyle değil.

Kuran'ı Kerim'de Dabbetü'l-Arz kelimesini şöyle anlamak lazım. Bu, bir simgedir. Zaten İncil'deki vahiy kitabında da Yuhanna vahyinde de simge olarak kullanıldığını anlıyoruz. Bu canavarın, salih kişiler yani gerçek iman sahibi iyi kişiler, yeryüzünde ilahi sevginin ve adaletin hakim olmasını isteyen kişilerle savaşacağını ve onları yeneceğini, öldüreceğini söylüyor.

Dabbetü'l-Arz Kuran'da iki yerde geçiyor, Sebe Suresi'nde ve Neml Suresi'nde. Hz. Süleyman devrinde daha Hz. Süleyman vefat eder etmez bugünkü Tevrat metninde de yer alan ama masallarla ilgisi olmayan bir Hiram Usta efsanesi çıkarak, gizli bir örgüt Süleyman devletini içinden kemirdi. İşte ona Dabbetü'l-Arz dendi. Hiram Usta'nın Süleyman'dan çok üstün olduğu, onun gizli örgütün reisi olduğu masalları ortaya çıktı. Bugün masonluğun benimsediği efsaneler gibi.

İşte kıyamet yaklaştığı zaman da yani Milat'tan sonra 1725 yıllarında bu örgüt canlanacak ve buna bağlı çeşitli örgütlerle, dünyadaki güç örgütlerinin birbirleriyle ilmiklenmesiyle Dabbetü'l-Arz tekrar yeryüzünde belirecek ve insanlık ilahi emirlere uymadığı için de Dabbetü'l-Arz'ın gelişmesine müsait bir ortam doğacak. Bu ortamdan yararlanan canavar da insanlığı sokacak.

Tempo: Kim bu Dabbetü'l-Arz ?

H. Hatemi: Merkezi New York'tur. Ama Amerikalılar millet olarak Dabbetü'l-Arz değildir. Bu örgüt Yahudiliği bir alelade millet olmaktan çıkaran, Museviliği bir ırki din haline getiren, materyalist siyonist görüşe sahiptir. Amerika'yı elinde istediği gibi kullanmaktadır. Ama bu demek değildir ki, biz de şimdi Siyonizm kelimesine şartlanalım, Yahudi kelimesine şartlanalım. İsrail kelimesine dahi şartlanmamız lazım. Çünkü Kuran'ı Kerim, İsrail'i hiç kötü anlamda kullanmaz. İsrail, Yakup Peygamberin adıdır. Yani Yahudilerin peygamberleri bizim de peygamberlerimizdir. Bugün yeryüzünde hukuk devleti, adalet, bütün insanların eşitliği ve kardeşliği fikriyle el altından savaşan bir Amerikan Yahudi lobisi içinde, bir azınlık örgüt vardır. Bu sermaye gücüyle dünyanın her tarafında Dabbetü'l-Arz görevini oynamaktadır. Kuran'ı Kerim'in söylediği Dabbetü'l-Arz bundan ibarettir.

Tempo: Amaçları nedir?

H. Hatemi: Materyalisttirler. Fert ölümlüdür, materyalist anlamda bakarsak fert ölmekle yok olmaktadır. Fakat yine materyalist anlamda bakarsak bütün ırkın fertleri gene üstün ırk olarak o soydan doğup gelmektedirler. Birey ölümlüdür ama ırk devamlıdır. Üstün ırk tektir, o da Yahudi ırkıdır. Oysa gerçekte yahudi ırkı diye de bir şey yoktur. Bunlar Dabbetü'l-Arz tarafından sokulup Dracula tarafından ısırıldıktan sonra da hortlaklaşan tipler gibidir. Hitler'e düşmandırlar ama başka bir yönden Hitler'dirler.

Tempo: O zaman siz Dabbetü'l-Arz'la 11 Eylül'ü de ilişkilendiriyorsunuz öyle mi?

H. Hatemi: New York'un bu olay için seçilmesinde, Amerika'nın moralini içten çökertme istihzası ve planı da var. Babil'in Amerika'ya uyduğunu da gösteren ve manevi çöküntüye de sebep olacak olan Hıristiyanları kendi kitaplarıyla vurma planı var, bu o işte. Çünkü kuleler şeklinde göğe yükselen günahlar, en çok Babil nasıl Amerika'ya uyduğu gibi New York'a da uyuyor. Gökdelenler şehrine uyuyor. Onları kendi yaptıkları cinsten cezalandırın anlamında ve cezalarını iki kat yapın anlamında cümleler var. Onlara kendi bastıkları paralarla ödeme yapın. Onların hak ettikleri cezayı iki misli olarak kendi eylemleriyle ödeyin. Hiroşima'yı bombalamaları gibi. Siz de orayı vurun ve bütün dünya tacirleri Babil vurulduktan sonra Babil'e ağıt yakacaklar diye bir ağıt geliyor. Bütün dünya tacirleri ifadesi de bir kaç yerde geçtiği için Dünya Ticaret Merkezi vuruldu. Ama bundan sonra da zaten bu iş İslam alemine karşı bir Haçlı seferi olarak yapılmıştı.

Tempo: O bahsettiğiniz gizli örgütün işi mi 11 Eylül saldırısı?

H. Hatemi: Evet. Hiçbir ırkı, dini toplu mahkum etmemek lazım. Yahudilerden de çok sevdiğim kimseler vardır. Naom Chomsky, o zat, işin gerçeğini çok iyi bilmekte ve yazmaktadır. İyi Yahudi bizde de çoktur. Üzeyir Garih'in bu olaydan kısa süre önce başına gelen şeye bir dost kaybetmiş olarak üzüldüm. İnşallah şehit olmuştur.

Tempo: Peki Ladin bu işlerin neresinde?

H. Hatemi: Ladin kahraman falan değildir. Terör hiçbir zaman tasvip edilemez. Terör İslam'la da özdeşleştirilemez. Ladin'i yine Dabbetü'l-Arz ortaya çıkardı. O ısırdı ve hortlaklaştırdı. Hortlaklaştırdıktan sonra, Frankeştayn'ı laboratuvarda icat eden kişinin sonra da ortadan kaldırmaya uğraşması gibi... hani gene benzetmek gibi olmasın bazı köpekler yetiştirilir ve şartlandırılır, ondan sonra sahibini ısırmaya başlayınca vurulur. İşte Ladin de öyleydi.

Kanal D Televizyonu (22/10/2001) Teke Tek Programı'nda Hüseyin Hatemi'nin Açıklamaları

... Gelecekteki olaylara ilişkin ayetler Kuran-ı Kerim'de elbette ilahi hikmet dolayısıyla müteşabihtir, bunda zaten Yaşar Nuri Bey de aynı şeyi söylüyor, müteşabih, ama mesela aynı zamanda doğru olan yirmi, otuz, yüz manası olabilen ayet demek değildir, yani bu gibi geleceğe dair haberlerde müteşabih olmak demek simgesel ifade kullanılmış olduğunu gösterir, ahkam ayetlerin de mesela bir hüküm, bir emir, bir fıkhi emir ayetlerinde müteşabih simgesel demek anlamına gelmez her zaman, şu anlama gelir: Anlamı kesin ve mutlak olmayan, gene Kuran-ı Kerim'in başka ayetleriyle yorumlanması gereken ayetler, demek ki müteşabih ayetin genel özelliği şudur ki Kuran-ı Kerim'in onu tefsir eden başka ayetlerini dikkate alıp ondan bir mana, doğru bir mana çıkartmaya uğraşmak gerekir. Şimdi ben yerden çıkacak yaratık, herhalde simgesel bir ifadeyle beyan buyurulmuştur, hatta bugünkü düşünceme göre Kuran-ı Kerim'de yerden çıkmanın maksadı o manada bir simgeye de başvurulmuş değildir, ama İncil'de de aynı şey vardır, hatta İngilizcesi de Almancası da arz ile müşterek olan, mesela Almancada 'Erde' denen kelime işte Kuran-ı Kerim'deki arzdır. İncil'in Almanca İngilizce tercümelerine bakarsanız son kitapta vahiy kitabında 13. babın onbirinci cümlesinde şöyle deniyor: Karadan çıkan canavar diye tercüme ediliyor Türkçeye, ama Almanca aslına bakarsak öyle sanıyorum ki Dabbetü'l-Arz tam mukabilini görecektik, nitekim İngilizcesindeki Almancasındaki kelime de arz ile aynı kelimedir. Belki fenikeliler sami dilde Avrupa'ya çok eskiden götürdüler, şimdi Dabbetü'l-Arz demek ki arzdan çıkan yerin altından çıkan canavar...

...

Arzın canavarı diye simgesel bir ifadeyle, ki vahiy kitabını okuduğumuz zaman İncil'de mesela bunun azizlerle savaşacağını, Allah'a inanan, Allah'a bağlı kişileri yeneceğini, bunları öldüreceğini yok edeceğini söylüyor. Arzdan çıkan canavar diye orada tercüme edildiği için işte biz de minel arz deyince, işte dünyadan yeryüzünde çıkacak bir tüzel kişilikten, kötü anlamda bir örgütten bahsediliyor. Mesela Kuran-ı Kerim'de deccal terimi yok, Dabbetü'l-Arz bir nevi deccalin Kuran'daki karşılığı, o da tek bir kişi değil aldatıcı, insanlığa zarar verici bir örgüt, fesat örgütü manasına.

...

Teröre de başvuran hiç şüphesiz bir örgüt. Ama bu örgütün de ne olduğunu tefsir etmek için yine Kuran'a Kuran'la bakmak lazım...

...

Yani bu kabil şeyleri Kuran'ı ancak Kuran'la tefsir ederek anlama ilkesinden ayrılmamalıyız. Kuran'ı müteşabih ayetlerin en iyi yorum tarzı Kuran'ı bütünü içinde değerlendirmektir. Şimdi mesela bu vahiy kitabından da yararlanarak zaten bakıyoruz orada da Dabbetü'l-Arz bu şekilde simgesel bir ifadeyle kullanılıyor. Şimdi şöyle diyorum Dabbetü'l-Arz gene Kuran-ı Kerim'de Yecüc ve Mecüc denen topluluğu belli bir kavime yamamaktansa şöyle denilebilir belki şöyle denilebilir: Allah bilir doğrusunu Yecüc azınlıkta olmakla beraber güç sahibi ve çoğunluğu "ivicaca sapmaya" sürükleyen bir topluluk yani "ivicac" kelimesiyle aynı kökten gelerek Yecüc, başkalarını saptıran bir azınlık bir çok güçlü baskı grubu… Mecüc de onun tarafından saptırılıp dünyayı "istidada eden" insanlığa zarar verecek bir başka topluluk. Dabbetü'l-Arz ise bunların kurdukları merkezi ve bütün arza hakim olan bir iktisadi baskı grubu, bir nevi tüzel kişilik, örgüt anlamındadır.

...

Ama Mecüc.... Ama Dabbetü'l-Arz için değil, Mecüc için Amerika'yı tarif ediyorum. Dabbetü'l-Arz'a geleyim hangi ayeti Dabbetü'l-Arz'ı yorumlamak için yani Neml Suresi'nin 82. ayetini hangi ayetle bu müteşabih ayeti yorumlamamız lazım bakıyorum. Kuran-ı Kerim yine birbirini tefsir eder, insanı doğruya iletir. Sebe Suresi'nin, 34. surenin 14. ayetini okuduğumuz zaman görüyoruz ki yine müteşabih bir ayet ama o ayetle bu ayetin her ikisinde de Dabbetü'l-Arz terimi geçiyor. Başka hiçbir ayette, Dabbe geçiyor genel anlamında işte hayvan anlamında mesela "yeryüzünde yürüyen hiçbir hayvan, gökte kanatlarıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki onlar da sizin gibi bir ümmet, bir topluluk olmasınlar." Yani hayvanlara gösterilmesi gereken sevgiyi, onların haklarına riayeti belirten ayet-i kerime...

...

Şimdi Kuran-ı Kerim'de Sebe Suresi'nde 14. ayetinde yine simgesel bir ifade ile ama Dabbetü'l-Arz'ın ne olduğunu kanaatimce tamamen açığa çıkartan şu ayet meali ile karşılaşıyoruz Türkçesinde. Hz. Süleyman'ın bunu da halk yine yanlış daha doğrusu o simgesel ifadeye lafzi mana vererek kelime manasını vererek bir alay hikaye çıkıyor. Hz. Süleyman öldüğünde öldüğünün kimse farkına varmadı çünkü asasına dayanmış olduğu bir sırada ayaktayken öldü seneler böyle geçti, nihayet Dabbetü'l-Arz asayı kemirdi, Süleyman Peygamber düşünce öldüğünü anladılar… Halbuki bu da şu demektir simgeye dikkat edersek, asa her zaman devlet gücünün sembolüdür. Süleyman'ın adalet devleti, hukuk devleti, insan hakları devleti Süleyman'ın vefatından sonra devam ediyor zannedildi. Fakat bu devlete musallat olan Dabbetü'l-Arz bir gizli kamufle fesat örgütü içinden kemirdi o devletin gücünü ve Süleyman devleti çöktü. Adalet, hukuk devleti çöktü ve kıyamet alametleri belirdiği zaman, söz gerçekleştiği zaman, Allah'ın bu konudaki hükmünün gerçekleşmesi yakınlaştığı zaman, yeryüzünde tekrar Dabbetü'l-Arz belirecek. Ama "insanlarla konuşacak" da yanlış bir tercüme. Nitekim Yaşar Nuri Bey de benim o Akşam gazetesindeki beyanattan iki sonra idi zannedersem, Star gazetesinde yazdı, şu şekilde tükellim mühim değil şey de olabilir açıkça böyle yazmadınız ama kelimenin kökeninde yaralamak vardır dediniz. Yani kelime yanlış harekelendiriliyor onun için de ayet tamamen başka bir manaya sokuluyor. Yani şöyle tercüme ediliyor, bu yerden çıkan veya yeryüzünde beliren mübarek varlık kıyamet habercisi bir nevi aziz veli şey yapacak insanlara "siz Allah yolunu terk ettiniz" diye uyaracak ve onlara nasihat edecek. Halbuki böyle denmiyor ayette. Eğer ona simgesel ifade ile yaralama, ısırma, dalama, sokma, o canavarın vahiy kitabındaki canavarın sokması simgesel ifadesini verirsek, şöyle anlaşılıyor "bu insanlık Allah'ın emirlerine tam manası ile iman ederek uymadıkları için Allah'ın bu defa normları değil sosyoloji alanındaki kanunları hükmünü gösterecek ve kendi içlerinden çıkan bu fesat örgütü bütün insanlığa zarar verecek". Şimdi bütün gözümüzün önünde olan bitenle Dabbetü'l-Arz'ın ne olduğu canlanıyor. Ama Kuran-ı Kerim'in yalnız bu ayetine.....

...

Dabbetü'l-Arz, bir tek bir insan, hele iyi bir insan değil, kötüleri fesatçıları Dabbetü'l-Arz diye simgelenen yeryüzünün canavarı diye simgelenen o fesat örgütünün eğer elemanıysa, üyesiyse tek bir kişiye de Dabbetü'l-Arz diyebiliriz ama kötü anlamda yoksa birisine bir sevgi, saygı, selam gönderecek kişi Dabbetü'l-Arz olamaz. Ve Dabbetü'l-Arz işte bu kötü anlamdadır.

...

Şimdi mesela bu gibi yanlışlıklara düşmememiz için şunu bilelim ki, Kuran-ı Kerim'in yalnız bu ayetinde değil başka konularda da bir yanlış harekelenme insanı ne kadar hurafeye, halk hikayelerine de götürebilmiştir. Mesela, Harut ve Marut Babil'de iki melek diye okunduğu için ondan bir alay hikaye çıkmıştır. Babil Kulesinde ayaklarından aşağıya asılan kıyamete kadar azap gören iki melek, bir kere melek masum olur, azap görmez, günah işlemez. Ne efsaneler çıkmıştır, halbuki onu da daha önceki kitaplardaki rivayetlerle dikkatle okursak, görürüz ki zaten bazı İslam bilginlerinin de söylediği gibi iki melek okuması doğru değildir, iki Melik'tir. Bu da Tevrat'ın Ester kitabında geçen o devrin İran Hükümdarı, Harut ile kızını veya evlatlığını ona vermiş olan ve Kral derecesinde itibar gören, hükümdarlığa ortak edilen, Tevrat'ta adı geçen Mordehay da Marut'tur. Yani İran İmparatorluğu'nun ismi Harut haline girmiş o devirdeki ve Babil'e hükmeden sarayın merkezi Babil'de olan İran Hükümdarı'nın kayınbabası diyelim, kaynatası…

...

Mordehay Marut olmuştur. İki Melik, iki Melek diye okununca bir alay efsane ve böyle hikayeler çıkmıştır. Tıpkı bu Dabbetü'l-Arz konusunda olduğu gibi, öyle Dabbetü'l-Arz kendisini kamufle etmesine karşı da uyanık olalım, çünkü son günlerde asıl hangi konular üzerinde düşünmemiz gerektiğini düşünemiyoruz. Dünyada çok önemli olaylar olurken, Dabbetü'l-Arz kendisini Stephen Hawking gibi göstererek bizi de burada…

...

Onun hakkında konuşturuyor, biz de asıl o örgütün insanları bizi bu arada sokmasını önleyemiyoruz, çünkü sokulduğumuzun da farkında olmadan beynimiz yıkanıyor, ve devamlı bu gibi konularla..

MEHDİ VE ALTINÇAĞ

Kitabın buraya kadar olan bölümlerinde ahir zamanın alametlerinden bahsettik. Fitnelerin çoğalması, haramların helal sayılması, dünyanın savaş ve çatışmalarla dolması, doğal felaketlerin tüm dünyayı sarması ve birbiri ardınca hayret verici olayların meydana gelmesi, tüm müminlere ahir zamanın yaklaştığını haber vermektedir. Ahir zamanın en büyük müjdesi ise hiç şüphesiz Mehdi'nin çıkışı ve İslam ahlakının yeryüzüne yayılmasıdır.

Mehdi, daha önce de belirttiğimiz gibi ahir zamanda gelip, tüm dünyayı içinde bulunduğu büyük kaostan, adaletsizliklerden ve ahlaki çöküşten kurtaracaktır. Peygamber Efendimizden nakledilen hadislerde ve sahabelerin çeşitli rivayetlerinde Mehdi'nin pekçok özelliği tarif edilmektedir. O, inkarcı ideolojileri ortadan kaldıracak, dünyanın dört bir yanında devam eden adaletsizlikleri, zulümleri, terörü sona erdirecek, dinin Peygamberimiz (sav)in dönemindeki şekliyle yaşanmasını sağlayacak, Kuran ahlakını insanlar arasında hakim kılacak, tüm dünyada huzuru ve barışı tesis edecektir.

Mehdi'nin üstlendiği bu görev çok zorlu, ciddi çaba gerektiren ve çok kapsamlı bir sorumluluktur. Bu sorumluluğu yüklenecek ve başarıyla yerine getirecek olan Mehdi'nin, -bazı İslam alimlerinin de dikkat çektikleri gibi- ahir zamanda hakim olacak bir şahs-ı manevi olması çok yüksek bir ihtimaldir. (En doğrusunu Allah bilir)

KURAN AHLAKININ HAKİMİYETİ: ALTINÇAĞ

Peygamberimiz (sav)'den aktarılan hadislerde ahir zamanda Mehdi'nin çıkışının ardından tüm dünyanın adaletle ve barışla dolacağı müjdelenmektedir. Bu döneme Altınçağ isminin verilmesinin nedenlerinden biri budur. Hadislerde emniyetin ve güvenin temin edildiği, yokluk ve fakirliğin ortadan kalktığı, silahların sustuğu bu dönem hakkında çok detaylı bilgiler verilmektedir. Bu hadislerden bazıları şu şekildedir:

Yukarıdaki hadislerde de görüldüğü Mehdi döneminde -yani Kuran ahlakının tüm dünyaya hakim olduğu dönemde- dünya adaletle dolacak, savaşlar, çatışmalar sona erecek, insanlar kardeşliğin, hoşgörünün ve barışın neşesi içinde yaşamlarını sürdüreceklerdir.

Altınçağ'da Bolluk ve Zenginlik

Kuran ahlakının yaşanmasıyla meydana gelecek olan adalet ve barış dolu dünyada, ürünlerde ve mallarda da çok büyük bolluk ve bereket yaşanacaktır. Bu dönemde yokluklar, sıkıntılar, açlık ortadan kalkacak, isteyene istediğinin kat kat fazlası verilecektir. Peygamber Efendimizin hadislerinde de bu dönem detaylı olarak tarif edilmekte, yeryüzünün tüm zenginliklerinin Mehdi'nin eliyle ortaya çıkacağı vurgulanmaktadır:

Allah İslam ahlakının yaşanması ile insanlar üzerindeki nimetlerini artıracak, hayvanları, bitkileri, yeryüzündeki tüm zenginlikleri Mehdi vasıtasıyla insanların hizmetine verecektir. Peygamber Efendimiz birçok hadisinde yeryüzünde bolluk ve bereketin artacağı bu dönemle ilgili bilgiler vermiştir:

Altınçağ'da Yaşanacak Güzellikler

Kitap boyunca gördüğümüz gibi ahir zaman alametleri birer birer gerçekleşmektedir. Mehdi ise, yüksek ahlaka sahip, kahraman, fedakar Türk Milleti'nin imanlı ruhunu tasvir eden bir şahs-ı manevidir. Milletimiz, geçmişte üç kıtaya nizam vermiş olan Osmanlı İmparatorluğu'nun mirası olarak, büyüyüp bir süper devlet olacak ve zamanı geldiğinde İslam ahlakını temel alarak, bütün insanlığı çağdaş, aydın, barış ve huzur dolu bir dünyaya taşıyacaktır. İşte Mehdilik budur.

Bugün dünya üzerinde ve özellikle de Batılı ülkelerdeki dine yöneliş 21. yüzyılın Allah'ın izniyle çok güzel bir dönem olacağını müjdelemektedir.

Sen yücesin,

bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok.

Gerçekten Sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.

(Bakara Suresi, 32)

   
Senden Önce 114 ziyaretçi (476 klik) Kişi Buradaydi.
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol