Marifet-i İlâhiyeye pencereler açan otuz üç pencereli risale olup,
bir cihette Otuz Üçüncü Söz olduğundan, Sözler mecmuasında neşredilmiş, buraya derc edilmemiştir. İşarat-ı Gaybiyye Hakkında Bir Takriz
İmam-ı Ali Radıyallahü Anh'ın, Risale-i Nur hakkında ihbar-ı gaybîsinden bir parça olan bu kısım; Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî Mecmuasında dercedilen İşârât-ı Kur'âniye ve üç Kerâmet-i Aleviye ve Kerâmet-i Gavsiye risaleleriyle birlikte, ehl-i vukufların takdirkâr raporlarına müsteniden, mahkemelerce sahiplerine iade edilmiştir.
İmam-ı Ali'nin (r.a.) Celcelûtiyede, Risale-i Nur hakkındaki üç kerâmetinden bir kerâmetinin sekiz remzinden Yedinci ve Sekizinci Remz'in bir parçasıdır. Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî Mecmuasının yüz yirmi beşinci sayfasından, yüz otuzuncu sayfasına kadar olan kısımda münderiçtir.
YEDİNCİ REMİZ:
Hazret-i İmâm-ı Ali Radıyallâhü Anh, nasıl ki,
-1-
diye birinci fıkrasıyla Yedinci Şuaya işaret etmiş; öyle de, aynı fıkra ile, Âlî Bir Tefekkürnâme ve Tevhîde Dâir Yüksek Bir Mârifetnâme nâmında olan Yirmi Dokuzuncu Arabî Lem'aya dahi işaret eder. İkinci fıkrasıyla İsm-i Âzam ve Sekîne denilen esmâ-i sitte-i meşhûrenin hakîkatlerini gâyet Âlî bir tarzda beyân ve ispat eden ve Yirmi Dokuzuncu Lem'ayı takip eyleyen Otuzuncu Lem'a nâmında Altı Nükte-i Esmâ risâlesine
Müteakip sayfalarda Üstâdımız tarafından açıklaması yapıldığından mânâsı verilmemiştir.
cümlesiyle işaret ettiğinden; sonra akabinde, risâle-i esmâyı tâkip eden Otuz Birinci Lem'anın Birinci Şuayı olarak, otuz üç âyet-i Kur'âniyenin Risâle-i Nur'a işârâtını kaydedip, hesâb-ı cifrî münâsebetiyle, baştan başa ilm-i huruf risâlesi gibi görünen ve bir mu'cize-i Kur'âniye hükmünde bulunan risâleye
kelimesiyle işaret edip, derâkab
kelâmıyla dahi, risâle-i hurûfiyeyi takip eden ve el-Âyetü'l-Kübrâ'dan ve başka Resâil-i Nuriyeden terekküb eden ve Asâ-yı Mûsâ nâmını alan ve asâ-yı Mûsâ gibi dalâletin ve şirkin sihirlerini ibtâl eden Risâle-i Nur'un şimdilik en son ve âhir risâlesine "Asâ-yı Mûsâ" nâmını vererek işaretle beraber, mânevî karanlıkları dağıtacağını müjde ediyor.
Evet, kelimesiyle Yedinci Şua işareti, kuvvetli karîneler ile ispat edildiği gibi; aynı kelime, diğer bir mânâ ile, elhak Risâle-i Nur'un Âyet-i Kübrâsı hükmünde ve ekser risâlelerin ruhlarını cem' eden ve Arabî bulunan Yirmi Dokuzuncu Lem'aya, bu kelâm, "müstetbeâtü't-terâkib" kâidesiyle ona bakıyor, efrâdına dahil ediyor. Öyle ise, Hazret-i İmâm-ı Ali Radıyallâhü Anh dahi bu fıkradan ona bakıp işaret eder diyebiliriz. Hem sâir işârâtın karînesiyle, hem Mektubat'tan sonra Lem'alar'a başka bir tarz-ı ibâre ile îma ederek; Lem'alar'ın en parlağının telifi, dehşetli bir zamanda ve hapis ve îdamdan kurtulmak ve emniyet ve selâmet bulmak için, mânâ-i mecâzî ve mefhum-u işârî ile, Hazret-i Ali Radıyallâhü Anh, kendi lisânını büyük tehlikelerde bulunan müellifin hesâbına istimâl ederek,
yani, "Yâ Rab! Beni kurtar, emân ve emniyet ver" diye duâ etmesiyle, tam tamına Eskişehir Hapishânesinde îdam ve uzun hapis tehlikesi içinde telif edilen Yirmi Dokuzuncu Lem'anın ve sahibinin vaziyetine tevâfuk karînesiyle, kelâm-ı zımnî ve işârî delâlet ettiğinden, diyebiliriz ki, Hazret-i İmâm-ı Ali Radıyallâhü Anh dahi, bundan ona işâret eder.
Hem Otuzuncu Lem' a nâmında ve Altı Nükte olan Risâle-i Esmâya bakarak,
deyip, sâir işârâtın karînesiyle, hem Yirmi Dokuzuncu Lem'aya tâkip karînesiyle, hem ikisinin isimde ve "esmâ" lâfzına tevâfuk karînesiyle, hem teşettüt-ü hâle ve sıkıntılı bir gurbete ve perişâniyete düşen müellifi onun telifi bereketiyle tesellî ve tahammül bulmasına ve manâ-i mecâzî cihetinde Hazret-i İmâm-ı Ali Radıyallâhü Anh lisânıyla kendine duâ olan
yani, İsm-i Âzam olan o Esmâ Risâlesinin bereketiyle, beni teşettütten, perişâniyetten hıfzeyle yâ Rabbi!" meâli tam tamına o risâle ve sahibinin vaziyetine tevâfuk karînesiyle, "Kelâm-ı mecâzî, delâlet; ve İmâm-ı Ali Radıyallâhü Anh ise, gaybî işaret eder" diyebiliriz.
Hem mâdem Celcelûtiye'nin aslı vahiydir ve esrarlıdır ve gelecek zamana bakıyor; ve gaybî umûr-u istikbâliyeden haber veriyor; ve mâdem, Kur'ân îtibârıyla, bu asır dehşetlidir ve Kur'ân hesâbıyla, Risâle-i Nur, bu karanlık asırda ehemmiyetli bir hâdisedir; ve mâdem sarâhat derecesinde çok karine ve emârelerle, Risâle-i Nur, Celcelûtiyenin içine girmiş, en mühim yerinde yerleşmiş; ve mâdem Risâle-i Nur ve eczâları, bu mevkie lâyıktır ve Hazret-i İmâm-ı Ali Radiyallâhü Anhın nazar-ı takdirine ve tahsinine ve onlardan haber vermesine liyâkatleri ve kıymetleri var; ve mâdem Hazret-i İmâm-ı Ali Radıyallahü Anh, Sirâcünnûr'dan zâhir bir sûrette haber verdiğinden, sonra ikinci derecede perdeli bir tarzda Sözler'den, sonra Mektublar'dan, sonra Lem'alar'dan risâlelerdeki aynı tertip aynı makam, aynı numara tahtında, kuvvetli karînelerin sevkiyle kelâm delâlet ve Hazret-i İmâm-ı Ali Radıyallahü Anhın işaret ettiğini ispat eylemiş. Ve mâdem, başta
risâlelerin başı ve Birinci Söz olan "Bismillâh" risâlesine baktığı gibi; kasem-i câmi-i muazzamanın âhirinde, risâlelerin kısm-ı âhirleri olan son Lem'alara ve Şuâlara, husûsan bir âyet-i kübrâ-i Tevhid olan Yirmi Dokuzuncu Lem'a-i hârika-i Arabiye ve Risâle-i Esmâ-i Sitte ve Risâle-i İşârât-ı Huruf u Kur'âniye ve bilhassa şimdilik en âhir Şuâ ve asâ-yı Mûsâ gibi, dalâletlerin bütün mânevî sihirlerini ibtâl edebilen bir mâhiyette bulunan ve bir mânâda Âyetü'l-Kübrâ nâmını alan risâle-i hârikaya bakıyor gibi bir tarz-ı ifâde görünüyor; ve mâdem birtek meselede bulunan emâreler ve karîneler, meselenin vahdeti haysiyetiyle birbirine kuvvet verir, zaif bir münâsebetle bir tereşşuh dahi membaına ilhak edilir; elbette bu yedi adet esaslara istinâden deriz: "Hazret-i İmâm-ı Ali Radıyallahü Anh, nasıl ki meşhur Sözlere tertipleri üzerine işaret etmiş ve Mektubâttan bir kısmına ve Lem'alardan en mühimlerine tertiple bakmış; öyle de,
cümlesiyle, Otuzuncu Lem'aya, yani müstakil Lem'alar'ın en son olan Esmâ-i Sitte Risâlesine, tahsin ederek bakıyor. Ve
kelâmıyla dahi Otuzuncu Lem'ayı takip eden işârât-ı huruf-u Kur'âniye risâlesini takdir edip, işaretle tasdik ediyor.
kelimesiyle dahi şimdilik en âhir risâle ve Tevhid ve îmânın elinde asâ-yı Mûsâ gibi hârikalı, en kuvvetli bürhan olan mecmua risâlesini senâkârâne remzen gösteriyor gibi bir tarz-ı ifâdeden bilâperve hükmediyoruz ki: Hazret-i İmâm-ı Ali Radıyallâhü Anh, hem Risâle-i Nur'dan, hem çok ehemmiyetli risâlelerinden mânâ-i hakîki ve mecâzî ile, işârî ve remzî ve îmâî ve telvihî bir sûrette haber veriyor. Kimin şüphesi varsa, işaret olunan risâlelere bir kere dikkatle baksın. İnsafı varsa, şüphesi kalmaz zannediyorum.
Hem mâdem Celcelûtiye'nin aslı vahiydir ve esrarlıdır ve gelecek zamana bakıyor; ve gaybî umûr-u istikbâliyeden haber veriyor; ve mâdem, Kur'ân îtibârıyla, bu asır dehşetlidir ve Kur'ân hesâbıyla, Risâle-i Nur, bu karanlık asırda ehemmiyetli bir hâdisedir; ve mâdem sarâhat derecesinde çok karine ve emârelerle, Risâle-i Nur, Celcelûtiyenin içine girmiş, en mühim yerinde yerleşmiş; ve mâdem Risâle-i Nur ve eczâları, bu mevkie lâyıktır ve Hazret-i İmâm-ı Ali Radiyallâhü Anhın nazar-ı takdirine ve tahsinine ve onlardan haber vermesine liyâkatleri ve kıymetleri var; ve mâdem Hazret-i İmâm-ı Ali Radıyallahü Anh, Sirâcünnûr'dan zâhir bir sûrette haber verdiğinden, sonra ikinci derecede perdeli bir tarzda Sözler'den, sonra Mektublar'dan, sonra Lem'alar'dan risâlelerdeki aynı tertip aynı makam, aynı numara tahtında, kuvvetli karînelerin sevkiyle kelâm delâlet ve Hazret-i İmâm-ı Ali Radıyallahü Anhın işaret ettiğini ispat eylemiş. Ve mâdem, başta
risâlelerin başı ve Birinci Söz olan "Bismillâh" risâlesine baktığı gibi; kasem-i câmi-i muazzamanın âhirinde, risâlelerin kısm-ı âhirleri olan son Lem'alara ve Şuâlara, husûsan bir âyet-i kübrâ-i Tevhid olan Yirmi Dokuzuncu Lem'a-i hârika-i Arabiye ve Risâle-i Esmâ-i Sitte ve Risâle-i İşârât-ı Huruf u Kur'âniye ve bilhassa şimdilik en âhir Şuâ ve asâ-yı Mûsâ gibi, dalâletlerin bütün mânevî sihirlerini ibtâl edebilen bir mâhiyette bulunan ve bir mânâda Âyetü'l-Kübrâ nâmını alan risâle-i hârikaya bakıyor gibi bir tarz-ı ifâde görünüyor; ve mâdem birtek meselede bulunan emâreler ve karîneler, meselenin vahdeti haysiyetiyle birbirine kuvvet verir, zaif bir münâsebetle bir tereşşuh dahi membaına ilhak edilir; elbette bu yedi adet esaslara istinâden deriz: "Hazret-i İmâm-ı Ali Radıyallahü Anh, nasıl ki meşhur Sözlere tertipleri üzerine işaret etmiş ve Mektubâttan bir kısmına ve Lem'alardan en mühimlerine tertiple bakmış; öyle de,
cümlesiyle, Otuzuncu Lem'aya, yani müstakil Lem'alar'ın en son olan Esmâ-i Sitte Risâlesine, tahsin ederek bakıyor. Ve
kelâmıyla dahi Otuzuncu Lem'ayı takip eden işârât-ı huruf-u Kur'âniye risâlesini takdir edip, işaretle tasdik ediyor.
kelimesiyle dahi şimdilik en âhir risâle ve Tevhid ve îmânın elinde asâ-yı Mûsâ gibi hârikalı, en kuvvetli bürhan olan mecmua risâlesini senâkârâne remzen gösteriyor gibi bir tarz-ı ifâdeden bilâperve hükmediyoruz ki: Hazret-i İmâm-ı Ali Radıyallâhü Anh, hem Risâle-i Nur'dan, hem çok ehemmiyetli risâlelerinden mânâ-i hakîki ve mecâzî ile, işârî ve remzî ve îmâî ve telvihî bir sûrette haber veriyor. Kimin şüphesi varsa, işaret olunan risâlelere bir kere dikkatle baksın. İnsafı varsa, şüphesi kalmaz zannediyorum.
SEKİZİNCİ REMİZ
Suâl: Bütün kıymettar kitaplar içinde Risâle-i Nur, Kur'ân'ın işaretine ve iltifâtına ve Hazret-i İmâm-ı Ali Radıyallâhü Anhın takdir ve tahsînine ve Gavs-ı Âzamın (k.s.) teveccüh ve tebşîrine vech-i ihtisâsı nedir? O iki zâtın kerâmetle Risâle-i Nur'a bu kadar kıymet ve ehemmiyet vermesinin hikmeti nedir?
Elcevap: Mâlûmdur ki, bâzı vakit olur bir dakika, bir saat ve belki bir gün, belki seneler kadar; ve bir saat, bir sene, belki bir ömür kadar netice verir ve ehemmiyetli olur. Meselâ, bir dakikada şehit olan bir adam, bir velâyet kazanır; ve soğuğun şiddetinden incimâd etmek zamanında ve düşmanın dehşet-i hücumunda bir saat nöbet, bir sene ibâdet hükmüne geçebilir. İşte aynen öyle de, Risâle-i Nur'a verilen ehemmiyet dahi, zamanın ehemmiyetinden, hem bu asrın Şeriat-ı Muhammediyeye (a.s.m.) ve şeâir-i Ahmediyeye (a.s.m.) ettiği tahribâtın dehşetinden, hem bu âhirzamanın fitnesinden eski zamandan beri bütün ümmet istiâze etmesi cihetinden, hem o fitnelerin savletinden mü'minlerin îmanlarını kurtarması noktasından Risâle-i Nur öyle bir ehemmiyet kesb etmiş ki; Kur'ân, ona kuvvetli işaretle iltifat etmiş ve Hazret-i İmâm-ı Ali Radıyallâhü Anh üç kerâmetle ona beşâret vermiş ve Gavs-ı Âzam (k.s.) kerâmetkârâne ondan haber verip, tercümanını teşcî etmiş. Evet, bu asrın dehşetine karşı taklidî olan îtikâdın istinad kal'aları sarsılmış ve uzaklaşmış ve perdelenmiş olduğundan, her mü'min, tek başıyla dalâletin cemaatle hücumuna mukâvemet ettirecek gâyet kuvvetli bir îmân-ı tahkîki lâzımdır ki dayanabilsin. Risâle-i Nur bu vazifeyi en dehşetli bir zamanda ve en lüzûmlu nâzik bir vakitte, herkesin anlayacağı bir tarzda, hakâik-ı Kur'âniye ve îmâniyenin en derin ve en gizlilerini, gâyet kuvvetli bürhanlar ile ispat ederek; o îmân-ı tahkîkiyi taşıyan hâlis ve sâdık şâkirtleri dahi, bulundukları kasaba ve karye ve şehirlerde, hizmet-i îmâniye îtibariyle âdetâ birer gizli kutub gibi, mü'minlerin mânevî birer nokta-i istinâdı olarak, bilinmedikleri ve görünmedikleri ve görüşülmedikleri halde, kuvve-i mâneviye-i îtikadlan cesur birer zâbit gibi, kuvvet-i mâneviyeyi ehl-i îmânın kalblerine verip, mü'minlere mânen mukâvemet ve cesâret veriyorlar.
Eğer bir muannid tarafından denilse: "Hazret-i İmâm-ı Ali Radıyallâhü Anh, bu umum mecâzî mânâları irâde etmemiş."
Biz de deriz ki: Farazâ Hazret-i İmâm-ı Ali Radıyallâhü Anh irâde etmezse, fakat kelâmı delâlet eder ve karînelerin kuvvetiyle, işârî ve zımnî delâletle mânâları içine dahil eder. Hem mâdem o mecâzî mânâ ve işârî mefhumlar haktır, doğrudur ve vâkıa mutâbıktır ve bu iltifâta lâyıktır ve karîneleri kuvvetlidir; elbette Hazret-i İmâm-ı Ali Radıyallâhü Anhın böyle bütün işârî mânâları irâde edecek küllî bir teveccühü farazâ bulunmazsa, Celcelûtiye vahiy olmak cihetiyle hakîki sahibi Hazret-i İmâm-ı Ali Radıyallâhü Anhın üstâdı olan Peygamber-i Zîşan Aleyhissalâtü Vesselâmın küllî teveccühü ve Üstâdının Üstâd-ı Zülcelâlinin ihâtalı ilmi onlara bakar, irâde dairesine alır.
Bu hususta katî ve yakîn derecesindeki kanaatimin bir sebebi şudur ki: Müşkülât-ı azîme içinde, El-Âyetü'l-Kübrâ'nın tefsir-i ekberi olan Yedinci Şuâı yazmakta çok zahmet çektiğimden, bir kudsî tesellî ve teşvike cidden çok muhtaç idim. Şimdiye kadar mükerrer tecrübelerle bu gibi hÂletlerimde inâyet-i İlâhiye imdâdıma yetişiyordu. RisÂleyi bitirdiğim aynı vakitte, hiç hâtırıma gelmediği halde, birden bu kerâmet-i Aleviyenin zuhuru, bende hiçbir şüphe bırakmadı ki; bu dahi, benim imdâdıma gelen sâir inâyet-i İlâhiye gibi, Rabb-i Rahîmin bir inâyetidir. İnâyet ise aldatmaz, hakîkatsiz olmaz.
Saîd Nursî