|
Türkiye'nin En Büyük
İslam Ansiklopedisi
Olma Yolunda Hızla Gelişen Bir Sitedir.
İslam Ansiklopedisi 2008 - 2021 ©
|
Birincisi: Birkaç gün evvel bir misafirim bana sual etti. O şüpheli sualin esası şudur: "Cennet ve Cehennem pek çok uzaktırlar. Haydi, ehl-i Cennet, lütf-u İlâhî ile, berk ve burak gibi uçarak haşirden geçerler, Cennete giderler. Fakat ehl-i Cehennem, sakil cisimleri ve büyük ve ağır günahların yükleri altında nasıl gidecekler? Hangi vasıta ile?"
İşte hatıra gelen şudur: Nasıl ki, meselâ Amerika'da, bütün milletler umumî bir kongreye davet edilse, her millet büyük gemisine biner, oraya gider. Öyle de, bahr-i muhît-i kâinatta, bir senede yirmi beş bin senelik uzun bir seyahate alışan küre-i arz, ahalisini alır, gider, mahşer meydanına boşaltır. Hem, her otuz üç metrede bir derece-i hararet tezayüd ettiği delâletiyle, merkez-i arzda bulunan Cehennem ateşinin hadisçe beyan olunan derece-i hararetine muvafık iki yüz bin derece-i harareti taşıyan ve hadisin rivâyâtına göre dünyada ve berzahta Büyük Cehennemin bazı vazifelerini gören ateşini Cehenneme döker; sonra emr-i İlâhî ile daha güzel ve bâki bir surete tebeddül eder, âhiret âleminden bir menzil olur.
Hatıra gelen ikinci nükte: Sâni-i Kadîr, Fâtır-ı Hakîm, Vâhid-i Ehad, kemâl-i kudretini ve cemâl-i hikmetini ve delil-i vahdetini göstermek için, pek az birşeyle çok işleri görmek, pek küçük birşeyle pek büyük vazifeleri gördürmeyi âdet etmiştir. Bazı Sözlerde demiştim ki: Eğer bütün eşya tek bir Zâta isnad edilse, vücub derecesinde bir suhulet, bir kolaylık peydâ eder. Eğer eşya müteaddit sânilere, esbablara isnad edilse, imtinâ derecesinde bir suubet, bir müşkülât ortaya düşer. Çünkü, bir zâbit gibi veya usta gibi birtek zat, kesretli efrada ve kesretli taşlara bir fiille, bir hareketle ve suhuletle bir vaziyet verip bir netice hâsıl eder ki, eğer o vaziyeti alması ve o neticeyi istihsal etmesi, o ordudaki efrada ve o direksiz kubbedeki taşlara havale edilse, pek çok fiillerle, pek çok müşkülâtla, pek çok karışıklıklarla ancak yapılabilir.
İşte, şu kâinattaki raks ve deveran, seyir ve cevelân ve temâşâ-i tesbihfeşan ve fusul-ü erbaa ve gece-gündüzdeki seyeran gibi ef'al, eğer vahdete verilse, birtek Zat, birtek emirle, birtek küreyi tahrik ile, mevsimlerin değişmesindeki acaib-i san'atı ve gece-gündüzün deveranındaki garaib-i hikmeti ve yıldızların ve şems ve kamerin sûrî hareketlerinde şirin temâşâ levhalarını göstermek gibi, o âli vaziyetleri ve gali neticeleri istihsal eder. Çünkü umum mevcudat ordusu Onundur. İstese, arz gibi bir neferi umum yıldızlara kumandan tayin eder. Koca güneşi, ahalisine ısıtıcı ve ışık verici bir lâmba; ve elvâh-ı nukuş-u kudret olan fusul-ü erbaayı da bir mekik; ve sahaif-i kitabet-i hikmet olan gece-gündüzü de bir yay yapar. Herbir gününe, ayrı bir şekilde bir kameri göstererek, evkatın hesabı için takvimcilik yaptırır. Ve yıldızların kendilerine, raksa gelen ve cezbeden raks eden melâikenin ellerinde, süslü ve şirin, parlak, nâzenin misbahlar suretini vermek gibi, arza ait çok hikmetlerini gösterir. Eğer bu vaziyetler, umum mevcudata hükmü ve nizamı ve kanunu ve tedbiri müteveccih olan bir Zattan istenilmezse, o vakit umum güneşler, yıldızlar, hakikî hareketle ve hadsiz bir süratle hadsiz bir mesafeyi her gün kat etmeleri lâzım gelir.
İşte, vahdette nihayetsiz suhulet ve kesrette nihayetsiz suubet bulunduğundandır ki, ehl-i san'at ve ticaret, kesrete bir vahdet verir, tâ suhulet ve kolaylık olsun. Yani, şirketler teşkil ederler.
Elhasıl, dalâlet yolunda nihayetsiz müşkülât var; hidayet ve vahdet yolunda nihayetsiz suhulet var.
Said Nursî
Bak bir saltanatın haşmetine ki, gemileri ve tayyareleri içinde öyleleri var ki, bin defa küre-i arz kadar bir cesamette ve bir saniyede sekiz saat mesafeyi kat eden sürattedir. İşte, böyle bir Sultana ubudiyet ve imanla intisap etmek ve şu dünyada ona misafir olmak ne kadar âli bir saadet, ne derece büyük bir şeref olduğunu kıyas et.
Sonra kamere baktım.
-1-
âyetinin gayet parlak bir nur-u i'câzı ifade ettiğini gördüm. Evet, kamerin takdiri ve tedviri ve tedbir ve tenviri ve zemine ve güneşe karşı gayet dakik bir hesapla vaziyetleri o kadar hayretfezâ, o derece harikadır ki, "Onu öyle tanzim eden ve takdir eden bir Kadîre hiçbir şey ağır gelmez; onu öyle yapan herşeyi yapabilir" fikrini, temâşâ eden herbir zîşuura ders verir.
Hem öyle bir tarzda güneşi takip ediyor ki, bir saniye kadar yolunu şaşırmıyor, zerre kadar vazifesinden geri kalmıyor. Dikkatle bakana, -2- dedirtiyor. Hususan Mayıs'ın âhirinde olduğu gibi, bazı vakitte ince hilâl şeklinde Süreyya menziline girdiği vakit, hurma ağacının eğilmiş beyaz bir dalı suretini ve Süreyya bir salkım suretini gösterdiğinden, o yeşil semâ perdesi arkasında, hayale nuranî büyük bir ağacın vücudunu tahayyül ettirir. Güya, o ağaçtan bir dalının bir sivri ucu o perdeyi delmiş, bir salkımıyla beraber başını çıkarmış, Süreyya ve hilâl olmuş; ve sair yıldızlar da o gaybî ağacın meyveleri olduğunu hayale telkin eder. İşte -3- teşbihinin letâfetini, belâgatini gör.
Sonra -4- âyeti hatırıma geldi ki, zemin musahhar bir sefine, bir merkûp olduğunu işaret ediyor. O işaretten, kendimi feza-yı kâinatta süratle seyahat eden pek büyük bir geminin yüksek bir mevkiinde gördüm. At ve gemi gibi bir merkûba binildiği zaman kıraati sünnet olan -5- âyetini okudum.
Hem gördüm ki, küre-i arz, şu hareketle, sinema levhalarını gösteren bir makine vaziyetini aldı, bütün semâvâtı harekete getirdi, bütün yıldızları muhteşem bir ordu gibi sevke başladı. Öyle şirin ve yüksek manzaraları gösterdi ki, ehl-i fikri mest ve hayran eder. Fesübhânallah dedim, ne kadar az bir masrafla ne kadar çok ve büyük ve garip ve acip, âli ve gali işler görülüyor! Bu noktadan, iki nükte-i imaniye hatıra geldi.
1- "Aya gelince, onun için de menziller takdir ettik ki, kurumuş hurma dalının ince yay halini alıncaya kadar incelir." (Yâsin Sûresi: 36:39.)
2- "İşlerinde akılları hayrette bırakan Zat her türlü kusurdan münezzehtir."
3- "Kurumuş hurma dalının ince yaya benzeyen hali gibi." (Yâsin Sûresi: 36:39.)
4- "Üzerinde gezin ve Allah'ın verdiği rızıktan yiyin diye yeryüzünü sizin emrinize veren Odur." (Mülk Sûresi: 67:15.)
5- "Her türlü kusurdan münezzehtir o Allah ki, bunu bizim hizmetimize verdi. Yoksa bizim buna gücümüz yetmezdi." (Zuhruf Sûresi: 43:13.)
ÜÇÜNCÜ MEKTUP
-1-
[O malûm talebesine gönderilen mektubun bir parçasıdır.]
Hamisen: Bir mektupta, buradaki hissiyatıma hissedar olmak arzusunu yazmıştın. İşte binden birini işit.
Bir gece, yüz tabakalık irtifada, bir katran ağacının başındaki yuvada, semânın yıldızlarla yaldızlanmış güzel yüzüne baktım; Kur'ân-ı Hakîmin -2- kaseminde ulvî bir nur-u i'câz ve parlak bir sırr-ı belâgat gördüm. Evet, seyyar yıldızlara ve istitar ve intişarlarına işaret eden şu âyet, gayet âli bir nakş-ı san'at ve âli bir levha-i ibret, nazar-ı temâşâya gösteriyor.
Evet, şu seyyareler, kumandanları olan güneşin dairesinden çıkıyorlar, sabit yıldızlar dairesine girerek semâda yeni yeni nakışları ve san'atları gösteriyorlar. Bazen kendileri gibi parlak bir yıldıza omuz omuza verir, güzel bir vaziyet gösteriyorlar. Bazen küçük yıldızlar içine girip bir kumandan suretini gösteriyorlar. Hususuyla bu mevsimde, akşamdan sonra, ufukta Zühre yıldızı ve fecirden evvel diğer parlak bir arkadaşı, gayet şirin ve güzel bir vaziyet gösteriyorlar. Sonra, vazife-i teftişiyelerini ve nakş-ı san'atta mekiklik hizmetini ifadan sonra yine dönüp, sultanları olan güneşin şâşaalı dairesine girip gizleniyorlar. Şimdi, şu hunnes, künnes tabir edilen seyyarelerle şu zeminimizi kâinat fezasında birer gemi, birer tayyare suretinde kemâl-i intizamla döndüren ve seyr ü seyahat ettiren Zâtın haşmet-i rububiyetini ve şâşaa-i saltanat-ı ulûhiyetini güneş gibi parlaklığıyla gösteriyorlar.
1 Onun adıyla. O her kusurdan münezzehtir. Hiçbir şey yoktur ki Onu hamd ile tesbih etmesin.
2 "Yemin olsun gizlenen ve açığa çıkan yıldızlara." Tekvir Sûresi: 81:15-16.
|
|