Fihriste-i Mektubat
Birinci Mektub
Dört sualin cevabıdır.
BİRİNCİ SUÂL Hazret-i Hızır'ın hayatı hakkında ve o münâsebetle hayatın beş mertebesini gâyet güzel ve muknî bir tarzda beyân eder.
İKİNCİ SUÂL
-1-
âyetindeki mevti, nîmet sûretinde ve mahlûk olduğunun sırrını gâyet güzel bir sûrette ispat eder ki, mevt dahi hayat gibi bir nîmet ve hayat gibi mahlûktur.
ÜÇÜNCÜ SUÂL "Cehennem nerededir?" Cevabında, gâyet mâkul bir sûrette yerini beyân eder ve gösterir. Cehennem-i Suğrâ ve Kübrâyı tefrik edip, fennî bir tarzda ve mantıkî bir sûrette ispat etmekle beraber; âhirette gâyet muhteşem ve parlak bir sûrette azamet ve Rubûbiyet-i İlâhiyenin bir sırr-ı azîmini ve Cehennem-i Kübrânın bir hikmet-i hilkatini gösterdiği gibi; Cennet ve Cehennem, şecere-i hilkatin iki meyvesi ve silsile-i kâinatın iki neticesi ve seyl-i şuunâtın ve mahsülât-ı mâneviye-i arziyenin iki mahzeni, lütuf ve kahrın iki tecellîgâhı olduğunu gösterir.
DÖRDÜNCÜ SUÂL'in cevabında mahbûblara olan aşk-ı mecâzî aşk-ı hakîkiye inkılâp ettiği gibi, koca dünyaya karşı insanın aşk-ı mecâzîsi dahi, sırr-ı îman ile makbul bir aşk-ı hakîkîye inkılâp edebildiğini gâyet güzel ve muknî bir sûrette ispat eder.
1- O ki, ölümü de hayatı da yaratmıştır. (Mülk Sûresi: 2.)
İkinci Mektub
Bu zamanda zarûret olmadan, irşâd-ı nâsa ve neşr-i dîne çalışanların sadakaları ve hediyeleri kabul etmemeleri lâzım geldiğinin sırrını dört sebeple beyân eder.
-1-
âyeti ile
-2-
âyeti gibi, insanlardan istiğnâ hakkındaki âyâtın mühim bir sırrını tefsir eder. Ve ilim ve dîni neşre çalışan insanlar, mümkün olduğu kadar istiğnâ ve kanaatle hareket etmezse, hem ehl-i dalâletin ittihâmına hedef olur, hem izzet-i ilmiyeyi muhafaza edemez. Hem, salâhat ve neşr-i din gibi umûr-u uhreviyeye mukâbil hediyeleri almak, âhiret meyvelerini dünyada fânî bir sûrette yemek demektir.
Üçüncü Mektub
-3-
kaseminde ve yeminindeki ulvî bir nûr-u i'câzîyi ve
-4-
âyetinin teşbihindeki parlak bir lem'a-i i'câziyeyi ve
-5-
âyetinde, küre-i arzı fezâ-i kâinatta yüzen bir sefîne-i Rabbâniye olduğunu gösteren parlak bir hakîkati tasvir ederek, küre-i arzda Cehenneme göçmek için ehl-i dalâletin seyahatini ve bütün eşya birtek Zâta isnad edilse, vücûb derecesinde sühûlet ve kolaylık olduğunu; eşyanın îcâdı, müteaddit esbablara isnad edilse, imtinâ derecesinde bir suûbet ve müşkülât olduğunu gâyet güzel ve muknî ve muhtasar bir sûrette beyânıyla iki nükte-i mühimme-i i'câziyeyi tefsir eder.
1- Benim mükâfatım ancak Allah'a âittir. (Yûnus Sûresi: 72.)
2- Doğru yolda olan ve sizden bir ücret de istemeyen kimselere uyun. (Yâsin Sûresi: 21.)
3- Yemin olsun gizlenen ve açığa çıkan yıldızlara (Tekvir Sûresi: 15-16.)
4- Aya gelince, onun için de menziller takdir ettik ki, kurumuş hurma dalının ince yay hâlini alıncaya kadar incelir. (Yâsin Sûresi: 39.)
5- Üzerinde gezin diye yeryüzünü sizin emrinize veren Odur. (Mülk Sûresi: 15.)
Dördüncü Mektub
-1-
âyetinin bir sırrı, Risâle-i Nur hakkında tecellî ettiğini beyân eder. Hem,
"Der tarîk-ı Nakşibendî lâzım âmed çâr-ı terk:
Terk-i dünya, terk-i ukbâ, terk-i hesti, terk-i terk. "
düsturuna mukâbil, aczmendî tarîkında pek mühim bir düsturu beyân eder. Hem,
-2-
âyetinin bir sırrını, şiire benzer, fakat şiir olmayan; muntazam, fakat manzûm olmayan; gâyet parlak, fakat hayal olmayan, yıldızları konuşturan bir yıldıznâme ile tefsir eder.
Beşinci Mektub
Şeriâtın bir hâdimi ve bir vesîlesi olan tarîkate mensup bâzı zâtların, tarîkate fazla ehemmiyet verip ona kanaat ederek hakâik-ı îmâniyenin neşrinde tembellik ve lâkaydlık gösterdikleri münâsebetiyle yazılmış. Ve velâyetin üç kısmını beyân edip, en mühim tarîkat olan velâyet-i kübrâ, sırr-ı verâsetle Sünnet-i Seniyyeye ittibâ ve neşr-i hakâik-ı îmâniyede ihtimam olduğunu ispat eder. Ve tarîkatlerin en mühim gâyesi ve fâidesi ve müntehâsı olan inkişâf-ı hakâik-ı îmâniye, Risâle-i Nur ile dahi olabildiğini ve Risâle-i Nur'un eczâları o vazifeyi, tarîkat gibi, fakat daha kısa bir zamanda gördüğünü gösteriyor.
Altıncı Mektub
-3-
âyetlerinin bir sırrını, birbiri içinde hissedilmiş beş nevî hazin gurbetler zulmetinde nûr-u îman ve feyz-i Kur'ân ve lütf-u Rahmândan gelen bir nûr-u tesellînin beyânıyla o sırrı tefsir ediyor. Bu Mektub en katı kalbi de ağlattıracak derecede rikkatlidir. Ve en meyus ve mükedder kalbi dahi ferahlandıracak derecede nurludur.
1- Kime hikmet verilmişse, işte ona pekçok hayır verilmiştir. (Bakara Sûresi: 269.)
2- Üstlerindeki göğe bakmazlar mı? Onu nasıl binâ ettik. (Kaf Sûresi: 6.)
3- Allah bize kâfidir; O ne güzel vekildir. (Âl-i İmran Sûresi: 173.) · Ey Peygamber! Eğer insanlar senden yüz çevirirse, sen de ki: "Allah bana yeter. Ondan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. (Tevbe Sûresi: 129.)
Yedinci Mektub
Münâfıkların ittihâmından, berâet-i Nebeviye hakkında gelen
-1-
âyetlerinin mühim bir sırrını tefsir ediyor. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın kesret-i izdivâcı nefsânî olmadığını, belki akvÂl ve ef'Âli gibi, ahvÂl ve etvârından tezâhür eden ahkâm-ı şeriata vâsıta olmak için husûsi dairesinde ziyâde şâkirtleri bulunmasıdır. Ve Hazret-i Zeyneb'i tezevvücü, sırf bir emr-i İlâhî ve kader-i Rabbânî ile olduğunu beyân ediyor. Eski zaman münâfıkları gibi, yeni zaman zındıklarının tenkitlerini katî bir sûrette kırıyor.
Sekizinci Mektub
-2-
diyen Hazret-i Yâkub Aleyhisselâmın Hazret-i Yûsuf Aleyhisselâma karşı hissiyâtı, aşk olmadığını, belki ulvî bir mertebe-i şefkat olduğunu ve şefkat aşktan çok yüksek ve keskin bulunduğunu ve ism-i Rahmân ve ism-i Rahîmin vesîlesi şefkattir diye beyân ederek, bir sırrını, 'in parlak bir nüktesini tefsir ediyor.
1- Muhammed hiçbirinizin babası değildir; o Allah'ın Resulüdür ve peygamberlerin sonuncusudur. (Ahzab Sûresi: 40.) · Sonra Zeyd o hanımla alâkasını kesince Biz onu sana nikâhladık-tâ ki, evlâtlıkları hanımlarını boşadıktan sonra, o kadınla evlenmek husûsunda mü'minlere bir güçlük olmadığı anlaşılsın. (Ahzâb Sûresi: 37.)
2- En iyi koruyucu Allahtır; merhametlilerin en merhametlisi de Odur. (Yusuf Sûresi: 64.)
Dokuzuncu Mektub
Kerâmet ve ikram ve inâyet ve istidrâca dâir mühim bir kâideyi beyân eder. Kerâmetin izhârı zarar olduğu gibi, ikrâmın izhârı şükür olduğunu ve en selâmetli kerâmet ise, bilmediği halde mazhar olmak olduğunu ve hakîki kerâmet ise kendi nefsine değil, belki Rabbine îtimâdını ziyâdeleştiren olduğunu, yoksa istidrâc olduğunu; hem hayat-ı dünyeviyeyi bahtiyarâne geçirmenin çaresi âhiret için verilen hissiyât-ı şedîdeyi dünyanın fânî umûruna sarf etmemek olduğunu ve aşkın mecâzî ve hakîki iki nevi olduğu gibi, hırs ve inat ve endişe-i istikbâl gibi hissiyât-ı şedîdenin dahî mecâzî ve hakîki olarak ikişer kısmı bulunduğunu; mecâzîleri gâyet zararlı ve sû-i ahlâka menşe ve hakîkileri gâyet nâfi' ve hüsn-ü ahlâka medâr olduğunu ispat eder. Hem, İslâm ve îmânın mühim bir farkını beyân eder. Yani, İslâmiyet hakka tarafgirlik ve iltizamdır; îman ise hakkı iz'an ve tasdiktir. Yirmi sene evvel dinsiz bir Müslüman bulunduğu gibi, şimdi de gayr-i Müslim mü'min dahi bulunur gibi göründüğünü gösterir. Hem, Risâle-i Nur eczâları ne derece şiddetli bir sûrette İslâmiyete tarafgirlik hissini verdiğini ve erkân-ı îmâniyeyi ne derece kuvvetli ve katî ispat ettiğini beyân eder.
Onuncu Mektub
İki suâlin cevabıdır.
BİRİNCİSİ:
-1-
âyetlerinin bir sırrını tefsir eder. İmâm-ı Mübîn, Kitâb-ı Mübîn neden ibâret olduğunu beyân eder.
İKİNCİ SUÂL: "Meydan-ı haşir nerededir?" Cevabında gâyet mâkul ve mühim ve parlak bir cevap veriyor.
1- Küçük veya büyük ne varsa hepsi apaçık bir kitapta yazılmıştır. (Yunus Sûresi: 61; Sebe' Sûresi: 3.)
Biz herşeyi Levh-i Mahfuzda tek tek yazdık. (Yâsin Sûresi: 12.)
On Birinci Mektub
Dört ayrı ayrı Mebhastır. Bu dört mesele birbirinden uzak olduğundan, bu Mektub perişan görünüyor. Bu perişan Mektub münâsebetiyle kardeşlerime ihtar ediyorum ki:
Bu küçük Mektubları husûsi bir sûrette, husûsi bâzı kardeşlerime yazmıştım. Büyük Mektublar meydana çıktıktan sonra, küçükler de umûmun nazarına gösterilmesi lâzım geldi. Halbuki, tanzimsiz, müşevveş bir sûrette idiler. Onlar ne hal ile yazılmış ise, öyle kalması lâzım geliyordu. Sonradan tashih ve tanzim etmeye mezun değiliz! İşte bu On Birinci Mektub, perişan bir sûrette, birbirinden çok uzak dört meseleden ibârettir. Hem müşevveş, hem perişandır. Fakat, şairlerin ve ehl-i aşkın, zülf-ü perişânîyi sevdikleri ve istihsan ettikleri nevinden, bu Mektub da (zülf-ü perişan tarzında) soğuk tasannû karışmadan, harâret ve halâvet-i asliyesini muhafaza etmek niyetiyle kendi halinde bırakılmış.
BU MEKTUBUN BİRİNCİ MEBHASI -1- âyetinin bir sırrını tefsir ile, vesvese-i şeytana müptelâ olan adamlara mühim bir ilâç ve merhemdir.
İKİNCİ MESELE Barla Yaylası, Tepelice, çam, katran, karakavağın bir meyvesi olup, Sözler mecmuasında yazıldığı için buraya yazılmamıştır.
ÜÇÜNCÜ VE DÖRDÜNCÜ MESELELERİ İ'câz-ı Kur'ân'a karşı medeniyetin aczini gösteren yüzer misâllerden iki misâldir. Kur'ân'a muhâlif olan hukûk-u medeniyet ne kadar haksız olduğunu ispat eden iki numûnedir.
Birinci Misâl: -2- Mahz-ı adâlet olan hükm-ü Kur'ânî, kıza nısf veriyor. Medeniyet, irsiyet husûsunda kızın hakkında fazla hak vermekle, büyük haksızlık etmiş ve merhamete muhtaç kıza zulmetmiş olduğunu katî bir sûrette ispat ediyor.
İkinci Misâl: -3- âyetinin bir sırrına dâirdir ki,"mim"siz medeniyet nasıl kıza hakkından fazla hak verdiğinden, haksızlık etmiş; öyle de, vâlide hakkında hakkını kesmekle daha ziyâde haksızlık ettiğini ve en muhterem bir hakîkat olan vâlidelik şefkatine karşı dehşetli bir haksızlık ve vahşetli bir hürmetsizlik ve cinayetli bir hakâret ve arş-ı rahmeti titreten bir küfrân-ı nîmet ve hayat-ı içtimâiyenin tiryak gibi bir râbıta-i şefkatine bir zehir katmak hükmünde bir hatâ olduğunu ispat eder.
1- Muhakkak ki şeytanın hilesi pek zayıftır. (Nisâ Sûresi: 76.)
2- Erkeğin hakkı, iki kadın payı kadardır. (Nisâ Sûresi: 176.)
3- Anneye altıda bir vardır. (Nisâ Sûresi: 11.)
On İkinci Mektub
Mütefennin bâzı dostların münâkaşa ettikleri üç meseleye dâir üç suâllerine muhtasar üç cevaptır.
BİRİNCİ SUÂL: "Hazret-i Âdem'in Cennetten ihrâcı ve bir kısım benî âdemin Cehenneme idhâli hikmeti nedir?" suâline, gâyet katî bir cevap veriyor.
İKİNCİ SUÂL: "Şeytanların ve şerlerin halk ve îcâdı şer değil mi, çirkin değil mi? Cemîl-i Mutlak ve Rahîm-i Ale'l-Itlakın cemâl-i rahmeti nasıl müsaade etmiş?" suâline karşı gâyet katî bir surette cevap veriyor.
ÜÇÜNCÜ SUÂL: "Mâsum insanlara ve hayvanlara musîbet ve belâları musallat etmek, zulüm değil mi? Âdil-i Mutlakın adâleti nasıl müsaade ediyor?" diye suâlin cevabında gâyet muknî ve katî bir tarzda cevap veriyor.
On Üçüncü Mektub
Ehl-i dünya ve ehl-i siyasetin bana ettikleri zulüm ve tazyik karşısındaki sükut ve tahammülümü merak eden çok kardeşlerimin müteaddit suâllerine karşı, Eski Said lisânıyla ve Yeni Said'in kalbiyle verilmiş ibretli ve merakâver bir cevaptır. Esâsı şudur ki:
Hâlık-ı Rahîmin rahmeti yâr ise, herkes yârdır, her yer yarar; eğer yâr değilse, herşey kalbe bârdır, herkes de düşmandır. Felillâhilhamd rahmet-i İlâhiye yâr olduğu için; ehl-i dünyanın bana ettikleri envâ-ı zulmü, o rahmet-i İlâhiye envâ-ı merhamete Çevirmiştir.
Serbestlik vesîkası almak ve kânunsuz tazyîkâttan kurtulmak için adem-i mürâcaatımın bir iki mühim sebebini beyân eder. Hulâsası: Zâlim insanların mahkûmu değilim; belki ben, âdil kaderin mahkumuyum, ona mürâcaat ediyorum. Hem, haksızlığı hak zanneden adamlara karşı hak dâvâ etmek, bir nevî haksızlıktır ve hakka karşı bir nevî hürmetsizliktir. Hem, dünya siyasetinden sırr-ı içtinâbımın sebebini, mühim bir hakîkatle beyân ediyor.
On Dördüncü Mektub
Telif edilmemiştir.
On Beşinci Mektub
Altı mühim suâle, altı ehemmiyetli cevaptır.
BİRİNCİ SUÂL: "Sahâbeler, velîlerden büyük oldukları halde, Sahâbenin içindeki fitneyi çeviren müfsidleri neden nazar-ı velâyetle keşfedemediler; tâ, dört Hulefâ-i Râşidînden üçünün şehâdetleriyle neticelendi?" İki mühim makamla cevap verilîyor.
İKİNCİ SUÂL: "Hazret-i Ali'nin (r.a.) zamanındaki muhârebelerin mâhiyeti nedir? O harbde ölen ve öldürenlere ne nâm verilir?" Gâyet mühim ve merakâver bir cevap verilmiş.
ÜÇÜNCÜ SUÂL: Âl-i Beytin başına gelen fecî ve gaddarâne muâmelenin hikmeti nedir?" Gâyet mühim bir cevap veriliyor.
DÖRDÜNCÜ SUÂL: "Âhirzamanda Hazret-i Îsâ'nın (a.s.) nüzûlü ve deccalı öldürmesi ve insanlar umumiyetle Dîn-i Hakkı kabul etmesi ve Kıyâmet vaktinde "Allah Allah" diyenler bulunmaması rivâyet ediliyor. Böyle umûmiyetle îmâna geldikten sonra·nasıl küfre gidilir?" suâllerine karşı, merakâver ve hakîki bir mühim cevap veriliyor.
BEŞİNCİ SUÂL: "Kıyâmetin hâdisâtından ervâh-ı bâkiye müteessir olacaklar mı?" cevabında mühim bir hakîkat beyân ediliyor.
ALTINCI SUÂL: -1- âyetinin hükmü, âhirete, Cennete ve Cehenneme ve ehillerine şümûlü var mı, yok mu? Cevabında gâyet mühim ve merakâver ve kuvvetli bir cevap verilir. Bu risâledeki suâlleri merak edenlere bu risâle bir iksir-i âzamdır.
1- Herşey helâk olup gidicidir - Allah'ın zâtı müstesnâ.(Kasas Sûresi: 88.)
On Altıncı Mektub
-1-
âyetinin bir sırrını, başıma gelen bir hâdise münâsebetiyle Beş Nokta ile tefsir ediyor.
BİRİNCİ NOKTA: Hak ve hakîkat olan hizmet-i Kur'âniye, şimdiki zamanda çoğu yalancılıktan ibâret ve bid'a ve dalâlet olan siyasetten beni katiyen menettiğine dâirdir.
İKİNCİ NOKTA: Hayat-ı ebediyeye ciddî çalışmak ve zararsız ve müstakîm yol ile Kur'ân'a hizmet etmek, elbette dağdağa-i siyasetten çekilmeyi iktizâ ettiğinden, ehl-i dünyanın hatâ ve harekâtlarını hoş görmek değil, belki kalblerimizi bulandırmamak için bakmamaktayız.
ÜÇÜNCÜ NOKTA: Başıma gelen ağır tazyîkât ve musîbetlere karşı tahammülümün mühim bir sebebini iki vâkıa ile beyân eder.
DÖRDÜNCÜ NOKTA: Ehl-i dünyanın evhamlı suâllerine karşı cevaptır. O cevapta bilmecburiye hizmet-i Kur'âniyeye âit bir kerâmet olarak hakkımızda göz ile görülen ve hiçbir cihette inkâr edilemeyen birkaç inâyet-i İlâhiyeyi beyân ediyor.
BEŞİNCİ NOKTA: Ehl-i dünyanın katmerli bir zulüm ile bana teklif ettikleri bid'akârâne kâidelerine karşı, onları tam susturacak bir cevaptır.
BU ON ALTINCI MEKTUBUN ZEYLİ
Zâlim ehl-i dünyanın ve mülhidlerin dünyalarından ve siyasetlerinden bütün bütün çekildiğim halde, kendi hâinliklerinden habbeyi kubbe yaparak hakkımda gösterdikleri evham ve telaşa karşı Eski Said lisânıyla, izzet-i ilmiyeyi muhafaza noktasında ağızlarına şiddetli bir tokat vurarak, başlarındaki evhamı uçurur.
On Yedinci Mektub
Has bir kardeşime yazılmış küçük bir tâziyenâmedir. Çendan bu Mektub sûreten küçüktür; fakat fâidesi büyük olup, ona karşı ihtiyaç umûmidir. Hadd-i bülûğa ermeden çocukları vefât eden peder ve vâlidelere mühim bir müjdedir. Bu tâziye ile en meyus ve mükedder bir kalp, hakîki bir tesellî ve ferah bulur. Küçük olarak vefât eden çocuklar, Âlem-i bekâda ebedî sevimli çocuk olarak kalıp, peder ve vâlidelerinin kucaklarına verilmesi, -2- sırrıyla, ebedî medâr-ı sürurları olduklarını ispat eder.
1- 0nlar öyle kimseler ki, insanlar onlara "Düşman size karşı büyük bir kuvvet topladı; onlardan korkun dedikleri zaman onların îmânı ziyadeleşti ve "Allah bize yeter; O ne güzel vekildir" dediler. (Âl-i İmrân Sûresi: 173.)
2- Ebediyen yaşlanmayacak olan çocuklar. (Vâkıa SGresi:17.)
Üçüncüsü: Acemi ve tevâfuktan haberi yok ve bize de daha tevâfuk tezâhür etmeden evvel yazdıkları nüshalarda, lâfz-ı "Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm" kelimesi bütün risâlelerde ve lâfz-ı "Kur'ân" beşinci parçasında öyle bir tarzda tevâfuk Haşiye etmeleri göründü ki, zerre miktar insafı olan tesadüfe veremez. Kim görmüş ise, katî hükmediyor ki: "Bu bir sırr-ı gaybîdir, mu'cizât-ı Ahmediyenin (a.s.m.) bir kerâmetidir."
Şu risâlenin başındaki esaslar çok mühimdir der.
Hem, şu risâledeki ehâdis, hemen umûmen eimme-i hadîsçe makbul ve sahîh olmakla beraber, en katî hâdisât-ı Risâleti beyân ediyorlar. O risâlenin bütün mezâyâsını söylemek lâzım gelse, o risâle kadar bir eser yazmak lâzım geldiğinden, müştak olanları onu bir kere okumasına havâle ediyoruz.
ON DOKUZUNCU MEKTUBUN
BEŞİNCİ VE ALTINCI NÜKTELERİNİN FİHRİSTESİDİR
Bu Nükteler, umûr-u gaybiyeye dâir hadîslerin birkaçını zikretmiştir; hem Hazret-i Hasan (r.a.) ile Hazret-i Muâviyenin (r.a.) muhârebe ve musâlahasını, hem Hazret-i Ali (r.a.) ile Hazret-i Zübeyr'in (r.a.) muhârebe edeceğini, hem ezvâc-ı tâhirâtın içinden birisinin mühim bir fıtnenin başına geçeceğini, hem Hazret-i Ali'nin (r.a.) katlini haber vermiş; hem Hazret-i Hüseyin'in (r.a.) Kerbelâ'da katlini, hem Zâtından (a.s.m.) sonra Âl-i Beyti katl ve nefye mâruz kalacaklarını, hem Hazret-i Ali'nin (r.a.) hilâfetinin tehirini, hem hilâfet ne için Âli Beyt-i Nebevîde takarrur etmediğini, hem asr-ı saadetin başına gelen o dehşetli fitnenin hikmetini, hem ehl-i İslâm, umum devletlere galebe çalacaklarını, hem Hazret-i Ebû Bekir (r.a.) ve Hazret-i Ömer'in (r.a.) mâhiyet-i hilâfetlerini, hem müşrik Kureyş reislerinin nerede katlolunacaklarını, hem bir ay uzun mesâfede Mûte Harbinden aynen haber verdiğini, hem Hazret-i Hasan'ın (r.a.) hilâfetini, hem Hazret-i Osmân'ın (r.a.) Kur'ân okurken şehit olacağını, hem Devlet-i Abbâsiyeyi, hem Cengiz ve Hülâgû'yu, hem İran'ın fethini, hem Habeş Melikinin cenaze namazını vefâtından haberi olmadan aynı vakitte kıldığını bildirir; hem Hazret-i Fâtıma'nın (r.a.) vefâtını, hem Ebû Zerr'in (r.a.) yalnız bir dağda vefât edeceğini, hem Ümm-ü Haram'ın Kıbrıs'ta vefât edeceğini, hem yüz bin adamı öldüren Haccâc-ı Zâlimi, hem İstanbul'un fethini, hem İmâm-ı Ebû Hanife'yi (r.a.), hem İmâm-ı Şafiî'yi (r.a.), hem ümmetinin yetmiş üç fırka olacağını, hem Kaderiye tâifesini, hem Râfızîleri, hem Hazret-i Ali'nin (r.a.) yüzünden insanlar iki kısım olacaklarını, hem Hazret-i Ali (r.a.) ile Muâviye'nin harbini, hem Hazret-i Ömer (r.a.) sağ kaldıkça fıtnelerin zuhur etmeyeceğini, hem Sehl İbni Ömer'in (r.a.) mühim bir vazifesini, hem Kisrâ'nın oğlu babasını öldürdüğünü aynı dakikada haber verdiğini, hem Hâtıb'ın Kureyş'e gizli mektup yazdığını, hem Ebû Leheb'in oğlu Utbe'yi bir arslanın parçalanmasına ettiği bedduâsının kabul olup aynen çıktığını, hem Bilâl-i Habeşî'nin (r.a.) ezan okuduğu zaman Kureyşîlerin gizli tenkit ettiklerini aynen haber verdiğini, hem Hazret-i Abbas (r.a.) îman etmeden evvel onun gizli parasından haber verdiğini, hem Hazret-i Peygambere (a.s.m.) bir Yahudînin sihir ettiğini, hem Sahâbe meclisinde birinin irtidat edeceğini, hem Hazret-i Peygamber'in (a.s.m.) katlini niyet edenlerin îman ettiklerini, hem müşriklerin Kâbe duvarındaki yazılarını kurtların yediğini ve yalnız o yazılar içindeki Allah isimlerini yemediklerini, hem Beytü'l-Makdîs'in fethinde büyük bir tâun çıkacağını, hem Yezid ve Velid gibi şerir reisleri haber verdiğini, hem "Bundan sonra onlar bize değil, biz onlara hücum edeceğiz" diye haber verdiğini ve bunlar gibi çok ihbarât-ı gaybiye bu iki Nüktede beyân edilmiştir.
Haşiye: Asıl nüshasına göredir.
MU'CİZÂT-I AHMEDİYENİN BİRİNCİ ZEYLİ
-1-
âyetinin meâlinde yüzer âyâtın en mühim hakîkatleri olan Risâlet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) On Dört Reşha nâmiyle on dört katî ve parlak ve muhkem bürhanlarla tefsir ve ispat ediyor. Ve en muannid hasmı dahi ilzam eder. Güneş gibi risâlet-i Ahmediyeyi izhâr ediyor.
ŞAKK-I KAMER MU'CİZESİNE DÂİR
Şu risâle, şakk-ı kamer mu'cizesine bu zaman feylesoflarının ettikleri îtirazlarını Beş Nokta ile gâyet katî bir sûrette reddedip inşikâk-ı kamerin vukuuna hiçbir mâni bulunmadığını gösterir. Ve âhirinde de beş icmâ ile şakk-ı kamerin vukû bulduğunu gâyet muhtasar bir sûrette ispat eder ve şakk-ı kamer mu'cize-i Ahmediyesini (a.s.m.) güneş gibi gösterir.
MU'CİZÂT-I AHMEDİYE ZEYLİNİN BİR PARÇASI
Risalet-i Ahmediye (a.s.m.) hakkında olup, Mîrac Risalesinin Üçüncü Esâsının nihayetindeki üç mühim müşkülden birinci müşküle âit "Şu Mîrâc-ı Azîm, niçin Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâma mahsustur?" sualine muhtasar bir fihriste sûretinde verilen cevaptır.
1- Yâ sin. · Hikmet dolu Kur'an'a yemin olsun. · Ki, sen Allah tarafından insanlara gönderilmiş peygamberlerdensin. (Yâsin Sûresi: 1-3.)
ÂYETÜ'L-KÜBRÂ RİSÂLESİNİN,
RİSÂLET-İ AHMEDİYEDEN BAHSEDEN ON ALTINCI MERTEBESİ
Kâinatın erkânından Hâlıkını soran bir seyyahın müşâhedâtından bir parça olup, makam münâsebetiyle buraya ilhak edilmiştir.
Yirminci Mektub
-1- âyetinin en mühim bir hakîkatini bildiren ve
-2-
kelâmının on bir kelimesinde on bir beşâret ve on bir bürhân-ı katî bulunduğuna dâir bir mektuptur. Elhak merâtib-i Tevhîd-i hakîkînin hakkında bu Mektub bir kibrit-i ahmerdir ve bir iksir-i âzamdır. O derece parlak ve o mertebede kuvvetli delilleri ve hüccetleri gösteriyor ki, en mütemerrid zındıkları dahi îmâna getiriyor. On Dokuzuncu Mektub olan Risâle-i Ahmediye (a.s.m.) Kelime-i Şehâdetin ikinci kelâmı olan -3- hükmünü ne derece katî ve kuvvetli ispat etmiştir; öyle de, bu Yirminci Mektub, Kelime-i Şehâdetin birinci kelâmı olan -4- hükmünü, o katiyet ve kuvvetle ispat ediyor. Ve bilhassa Dokuzuncu Kelime bahsinde, ilim ve irâde-i İlâhiyenin ispatını çok vâzıh bir sûrette beyân ettiği gibi; Onuncu Kelime bahsinde de -5- bürhânıyla,
-6- âyetinin mühim bir sırrını ve en muazzam bir hakîkatini Beş Nüktede beyân ediyor. Hakâik-ı îmâniyenin bir tılsım-ı âzamını o beş Nükte ile hallediyor.
1- Bil ki, Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. (Muhammed Sûresi: 19.)
2- Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O birdir. Allah bir olur, ortağı yoktur. Mülk Onundur. Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet Ona mahsustur ve Ona lâyıktır. Hayatı veren ve devam ettiren yine Odur. Ölümü de yaratan ve bâkî Âleme alan Odur. O ezel ve ebedî hayat sahibidir. Her hayır Onun elindedir yapılan her hayrı da kaydeder ve karşılığını verir. her şeye gücü yeter ve hiçbir şey Ona ağır gelmez. Dönüş yalnız Onadır. (Hadis-i şerif: Buhârî, Ezan:155, Teheccüd: 21; Müslim, Zikir: 28, 30; Ebû Dâvud, Vitr: 24.)
3- Şehâdet ederim ki, Muhammed Allah'ın Resûlüdür.
4- Şehâdet ederim ki, Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur.
5- Onun her şeye gücü yeter ve hiçbir şey Ona ağır gelmez.
6- Sizin yaratılmanız da diriltilmeniz de, tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir. (Lokman Sûresi: 28.) YİRMİNCİ MEKTUBUN ONUNCU KELİMESİNE ZEYL
-1-
âyetiyle
-2-
âyetinin en mühim ve en muazzam bir hakîkatini üç temsil ile tefsir ediyor. Ve herşey ve bütün eşya Cenâb-ı Hakkın kudretiyle olsa, birtek şey kadar kolay olduğuna ve kudret-i İlâhiyeye verilmediği vakit, birtek şey kâinat kadar müşkülâtlı ve suûbetli olduğuna dâir en mühim bir sırrını ve en muğlâk muammâsını, gâyet kolay bir tarzda tefsir ederek keşfeder.
Yirmi Birinci Mektub
Küçük bir Mektubdur; fakat gâyet büyük bir âyetin büyük bir hakîkatini beyân ettiği için, ona ihtiyaç büyüktür.
-3-
âyeti, beş ayrı ayrı sûrette ihtiyar valideyne şefkati celb ettiğinin sırrını gösteriyor. Hânesinde ihtiyar vâlideyni veya akrabâsı veya Müslüman kardeşleri bulunan zâtlar, bu Mektubu okumaya pekçok muhtaçtırlar.
1- Kalbler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur. (Ra'd Sûresi: 28.)
2- Allah şirk ile tevhid arasındaki farkı anlamanız için, birçok geçimsiz kimsenin ortaklığı altındaki köle misâlini verdi. Bu ikisinin durumu bir olur mu? (Zümer Sûresi: 29.)
3- Anne ve babadan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına erişecek olursa, onlara sakın "Öf" bile deme, onları azarlama, onlara güzel söz söyle. · Onlara merhamet ve tevâzu kanadını ger ve de ki: "Ey Rabbim, nasıl onlar beni küçükken besleyip büyüttülerse, Sen de onlara öylece merhamet buyur." (İsrâ Sûresi: 23-24.)
On Sekizinci Mektub
Üç mesele-i mühimmedir.
BİRİNCİSİ: Muhakkikîn-i evliyânın keşf ile hak gördüğü ve büyük mikyasta müşâhede ettikleri hâdiseler, Âlem-i şehâdette bazen hilâf-ı vâkî ve bazen küçük bir mikyasta tezâhür etmesinin sırrını, şirin ve güzel bir temsil ile beyân eder.
İKİNCİ MESELESİ: Vahdetü'l-Vücud meşrebine dâir gâyet mühim bir 84 hakîkat ve güzel bir izahtır. Vahdetü'l-Vücuddan dem vuran ve o meseleyi merak eden, bu İkinci Meseleyi dikkatle okumalı. Çünkü, bu Vahdetü'l-Vücud meselesi, medâr-ı iltibas olmuş mühim bir meşreptir ve ehl-i hakîkatin medâr-ı ihtilâfı olmuş bir acîb meslektir. Bu İkinci Mesele, onun mâhiyetini gösterir ve ispat eder ki; o meşrep, ehl-i sahvın meşrebi değil, hem en yüksek değil. Ve ehl-i sahv olan Sahâbe ve sıddıkîn ve veresenin meşrepleri, Vahdetü'l-Vücud meşrebinden daha yüksek, daha selâmetli, daha makbul olduğunu ispat eder.
ÜÇÜNCÜ MESELESİ: Tılsım-ı kâinatın üç muammâ-i mühimmesinden birisinin halline muhtasar bir işarettir ki; o muammâlardan birisi Yirmi Dokuzuncu Sözde, ikincisi Otuzuncu Sözde bu üçüncüsü ise Yirmi Dördüncü Mektubda Kur'ân-ı Hakîmin sırrıyla tamamıyla keşfedilmiş ve o muammâ açılmıştır.
On Dokuzuncu Mektub
Mu'cizât-ı Ahmediyeye (a.s.m.) dâirdir. Üç yüzden fazla mu'cizâtı beyân eder. Bu risâle, risâlet-i Ahmediyenin (a.s.m.) mu'cizesini beyân ettiği gibi, kendisi de o mu'cizenin bir kerâmetidir ki, üç dört nev' ile hârika olmuştur.
Birincisi: Nakil ve rivâyet olmakla beraber, yüz elli sahifeden Haşiye fazla olduğu halde, kitaplara mürâcaat edilmeden ezber olarak dağ e bağ köşelerinde, üç dört gün zárfında, her günde iki üç saat çalışmak şartıyla mecmûu on iki saatte telif edilmesi hârika bir vâkıadır ki; bu risâledeki mu'cizât-ı Ahmediyenin (a.s.m.) bir şûle-i kerâmeti olmuştur.
İkincisi: Şu risâle, uzunluğuyla beraber, ne yazması usanç verir ve ne de okuması halâvetini kaybeder. Tembel ehl-i kalemi öyle bir şevk ve gayrete getirdi ki, bu sıkıntılı ve usançlı zamanda, bir sene zarfında civarımızda yetmiş adede yakın nüshaları yazıldı. O mu'cize-i Risâletin bir kerâmeti olduğunu, muttalî olanlara kanaat verdi.
Haşiye: Asıl nüshasına göredir.
Yirmi İkinci Mektub
İki Mebhastır.
BİRİNCİ MEBHAS
-1-
âyetlerinin sırrıyla, ehl-i imanı uhuvvet ve muhabbete dâvet ediyor. Nifak, şikak, kin ve adâvetten menedecek mühim esbâbı gösteriyor. Kin ve adâvet, ehl-i îman ortasında hem hakîkatçe, hem hikmetçe, hem insâniyetçe, hem İslâmiyetçe, hem hayat-ı şahsiyece, hem hayat-ı içtimâiyece, hem hayat-ı mâneviyece gâyet çirkin ve merdud ve zulüm olduğunu gâyet katî bir sûrette ispat edip mezkûr âyetlerin mühim bir sırrını tefsir eder.
İKİNCİ MEBHAS
-2-
sırrıyla, ehl-i îmanı hırstan şiddetli bir sûrette meneden esbâbı gösterir. Ve hırs dahi adâvet kadar muzır ve çirkin olduğunu katî delillerle ispat ederek, şu âyet-i azîmenin mühim bir sırrını tefsir ediyor. Hırsa müptelâ adamlar, bu İkinci Mebhası çok dikkatle mütâlâa etmelidirler. Kin ve adâvet marazıyla hasta olanlar, tam şifâlarını Birinci Mebhasta bulurlar.
1- Ancak mü'minler kardeştirler; siz de kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki, rahmete erişesiniz. (Hucurât Sûresi: 10.) Kötülüğe iyiliğin en güzeliyle karşılık ver bir de bakarsın, aranızda düşmanlık bulunan kimse candan bir dost oluvermiştir. (Fussilet Sûresi: 34.) · O takvâ sahipleri, bollukta ve darlıkta bağışta bulunanlar, öfkelerini yutanlar ve insanların kusurlarını affedenlerdir. Allah da iyilik yapanları sever. (Âl-i İmrân Sûresi: 134.)
2- Şüphesiz ki rızık veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan Allah'tır. (Zâriyât Sûresi: 58.) · Yeryüzünde yürüyen ve kendi rızkını yüklenemeyen nice canlının ve sizin rızkınızı Allah verir. O herşeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla bilendir. (Ankebût Sûresi: 60.)
İkinci Mebhasın Hâtimesinde, zekâtın ehemmiyetini ve bir rükn-ü İslâmî olduğunun hikmetini güzel bir sûrette beyân etmekle beraber; hakîkatli bir rüyâda güzel bir hakikat beyân ediliyor.
Şu risâlenin Hâtimesinde,
-1-
âyeti altı derece zemmi zemmetmekle, altı vecihle gıybetten zecrettiğini ve mu'cizâne ve hârika bir i'câz ile, gıybeti hem aklen, hem kalben, hem insâniyeten, hem vicdânen, hem fıtraten, hem milliyeten mezmum ve merdud ve çirkin ve muzır olduğunu gâyet katî bir sûrette, Kur'ân'ın i'câzına yakışacak bir tarzda beyân ediyor. Ve gıybet alçakların silâhı olduğu cihetle, izzet-i nefis sahibi bu pis silâha tenezzül edip istimâl etmediğine dâir denilmiştir:
-2-
Yirmi Üçüncü Mektub
Bu Mektubun birkaç mebhası var. Öteki mebhaslara bedel latîf ve mânidar birtek mebhas aynen yazıldı. Şöyle ki:
Ahsenü'l-kasas olan kıssa-i Yûsuf'un (a.s.) hâtimesini haber veren -3- âyetinin ulvî ve latîf ve müjdeli ve i'câzkârâne bir nüktesi şudur ki:
Sâir ferahlı, saadetli kıssaların âhirindeki zevâl ve firak haberinin acılan ve elemi; kıssadan alınan hayâlî lezzeti acılaştırıyor, kırıyor. Bâhusus kemâl-i ferah ve saadet içinde bulunduğunu ihbar ettiği hengâmda mevtini, firâkını haber vermek daha elemlidir. Dinleyenlere "Eyvah" dedirtir. Halbuki şu âyet, kıssa-i Yûsufiyenin en parlak kısmı ki; Azîz-i Mısır olması, peder ve vâlidesiyle görüşmesi ve kardeşleriyle sevişip danışması olan dünyaca en saadetli ve ferahlı bir hengâmda, Hazret-i Yûsuf'un (a.s.) mevtini şöyle bir sûrette haber veriyor ve diyor ki: "Şu ferahlı ve saadetli vaziyetten daha saadetli, daha parlak bir vaziyete mazhar olmak için, Hazret-i Yûsuf Aleyhisselâm, Cenâb-ı Haktan vefâtını istedi ve vefât etti, o saadete mazhar oldu. Demek dünyevî, lezzetli saadetten daha câzibedar bir saadet ve daha ferahlı bir vaziyet kabrin arkasında vardır ki, Hazret-i Yûsuf Aleyhisselâm gibi hakîkatbîn bir zât, o gâyet lezzetli bir vaziyet içinde, gâyet acı olan mevti istedi; tâ öteki saadete mazhar olsun. " İşte Kur'ân-ı Hakîmin şu belâgatına hayran ol, bak ki, kıssa-i Yûsuf'un (a.s.m.) hâtimesini ne sûretle haber verdi. O haberi dinleyenlere elem ve esef değil, belki bir müjde, bir sürur ilâve ediyor. Hem irşad ediyor ki: Kabrin arkası için çalışınız! Hakîki saadet ve lezzet ondadır. Hem Hazret-i Yûsuf Aleyhisselâmın Âlî sıddıkiyetini gösteriyor ve diyor: "Dünyanın en parlak ve en sürurlu hâleti dahi ona gaflet vermiyor, onu meftûn etmiyor; yine âhireti istiyor. "
1- Sizden biri, ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Ondan tiksinirsiniz. (Hucurât Sûresi: 12.)
2- Düşmanıma gıybetle ceza vermekten nefsimi yüksek tutuyorum ve tenezzül etmiyorum. Çünkü, gıybet zayıf, zelîl ve aşağıların silâhıdır. (Şiir)
3- Benim canımı Müslüman olarak al ve beni sâlihlere kat. (Yusuf Sûresi: 101.)
Yirmi Dördüncü Mektub
Kâinatın tılsım-ı acîbini ve müşkül muammâsının en mühim bir sırrını keşf ve halleden bir Mektubdur ve en mühim bir suâlin Haşiye cevabıdır. Şöyle ki:
"Esmâ-i İlâhiyenin âzamlarından olan Rahîm, Kerîm, Vedûdun iktizâ ettikleri şefkatperverâne ve maslahatkârâne ve muhabbettarâne taltifleri, ne sûretle pek müthiş ve muvahhiş olan mevt ve adem ile, zevâl ve firak ile, musîbet ve meşakkat ile tevfîk edilir?" diye suâlin cevabında, tılsım-ı kâinatın üçüncü muammâsını halleden ve kâinattaki daimî faaliyetim muktezâsını ve esbâb-ı mucîbesini gösteren Beş Remiz ile ve gâyelerini ve fâidelerini ispat eden Beş İşaret ile cevap veriyor. Şu Mektub İki Makamdır. Birinci Makam Beş Remizdir.
BİRİNCİ REMİZ
İspat ediyor ki, Sâni-i Hakîm ne yaparsa, haktır. Hiçbir şey ve hiçbir zîhayat, Ona karşı hak dâvâ edemediğini ve "Haksız bir iş oldu" diyemediğinin sırrını katî bir tarzda ispat eder.
İKİNCİ REMİZ
Hayretnümâ, dehşetengîz, dâimî bir sûretteki faaliyet-i Rabbâniyenin sırrını ve halk ve tebdil-i eşyadaki hikmet-i azîmesini beyân ediyor ve en mühim bir muammâ-i hilkati hallediyor.
ÜÇÜNCÜ REMIZ
Zevâle giden eşya ademe gitmediğini, belki daire-i kudretten daire-i ilme geçtiğini ve eşyadaki hüsün ve cemâle âit istihsan ve şeref ve makam, esmâ-i İlâhiyeye âit olduğunu gâyet güzel bir sûrette ispat eder.
Haşiye: Bu Mektubun mesâili bir derece ihsâs edilmek arzu edildiğinden; fıhristiyet ihtisârı muhâfaza edilmedi, uzun oldu.
DÖRDÜNCÜ REMİZ
Mevcudâtın mütemâdiyen tebeddül ve tegayyür etmeleri; birtek sahifede, her dakikadâ ayrı ayrı ve mânidar mektupları yazmak nevinden, sahife-i kâinatta esmâ-i İlâhiyenin cilveleriyle yazılan cemâl ve celâl ve kemâl-i İlâhiyenin hadsiz âyâtını, mahdut sahifelerde de hadsiz bir sûrette yazıldığını ispat eder.
BEŞİNCİ REMİZ
İki Nükte-i mühimmedir.
Birisi: Vâcibü'l-Vücuda intisâbını îman ile hisseden adam, hadsiz envâr-ı vücuda mazhar olduğunu ve hissetmeyen, nihayetsiz zulümât-ı ademe ve Âlâm-ı firâka mâruz bulunduğunu gösterir.
İkinci Nükte: Dünyanın üç yüzü bulunduğunu, zâhir yüzünde zevâl, firak, mevt ve adem var; fakat esmâ-i İlâhiyenin âyinesi ve âhiretin mezraası olan iç yüzlerinde, zevâl ve firak, mevt ve adem ise, tazelenmek ve teceddüddür ve bekânın cilvelerini gösteren bir tavzif ve terhistir.
BU MEKTUBUN İKİNCİ MAKAMI
Bir Mukaddime ile Beş İşarettir.
MUKADDİME: Hallâkıyet ve tasarrufât-ı İlâhiyeden gâyet azîm bir hakîkati, muazzam ve muhteşem kânunlarla beyân ediyor. Meselâ, bir kuşun tüylü libâsını değiştiren Sâni-i Hakîm, aynı kânunla kâinatın sûretini Kıyâmet vaktinde ve Âlem-i şehâdetin libâsını haşirde o kânun ile değiştirir.
Hem bir ağacın ne kadar meyveleri ve çiçekleri bulunuyor; herbir çiçeğin o kadar gâyeleri, herbir meyvenin o kadar hikmetleri bulunduğunu gösterir.
Beş İşaret ise: Eşya, vücuddan gittikten sonra verdikleri ehemmiyetli beş netice îtibârıyla, bir vecihle mâdum iken, beş vecihle mevcud kalıyor. Şöyle ki:
Herbir mevcud, vücuddan gittikten sonra, ifade ettiği mânâlar ve arkasında bâkî kalan hüviyet-i misâliyesi, Âlem-i misâlde mahfuz kalır. Hem hayatının etvârıyla "mukadderât-ı hayatiye" denilen sergüzeşte-i hayatiyesi, Âlem-i misâlin defterlerinden olan Levh-i Misâlîde yazılır. Ruhânîlere, dâimî mevcud bir mütâlaagâh olur. Hem, cin ve insin amelleri gibi, âhiret pazarına ve Âlem-i âhirete gönderilecek mahsülâtı bâkî kalır. Hem, etvâr-ı hayatiyeleriyle ettikleri envâ-ı tesbihât-ı Rabbâniye bâkî kalıyor.
Hem, şuunât-ı Sübhâniyenin zuhuruna medâr çok şeyleri arkasında mevcud bırakır, öyle gider. Bu Beş İşaretteki beş hakîkati katî delil hükmünde beş mâkul ve makbul temsil ile beyân eder.
YİRMİ DÖRDÜNCÜ MEKTUBUN BİRİNCİ ZEYLİ
-1-
âyetinin mühim bir sırrını Beş Nükte ile tefsir ediyor. Ve duâ bir sırr-ı azîm-i ubûdiyet olduğunu ve kâinattan dâimî bir sûrette dergâh-ı Rubûbiyete giden en azîm vesîle ise duâ olduğunu ve duânın azîm tesiri bulunduğunu katî ispat etmekle beraber; külliyet ve devam kesb eden bir duâ, katiyen makbul olduğuna binâen, umum ümmetin Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma salâvât nâmiyle duâlarının neticesinde, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın ne kadar yüksek bir mertebede olduğunu gösterir. Duânın da üç nev-i mühimmini zikretmekle beraber, beyân eder ki; duânın en güzel ve en latîf meyvesi, en leziz ve en hazır neticesi şudur ki: Duâ eden adam bilir ve duâ ile bildirir ki, birisi var, onun sesini dinler, derdine derman yetiştirir, ona merhamet eder, onun eli her şeye yetişir. Ve bu boş, hâlî dünyada o yalnız değil; belki bir Kerîm zât var, ona bakar, ünsiyet verir. Onun hadsiz ihtiyacâtını yerine getirebilir. Ve hadsiz düşmanlarını defedebilir bir Zâtın huzurunda kendini tasavvur ederek, bir ferah ve sürur duyup, dünya kadar ağır bir yükü üzerinden atıp, "Elhamdülillahi Rabbü'l-Âlemîn" der.
YİRMİ DÖRDÜNCÜ MEKTUBUN İKİNCİ ZEYLİ
Mîrâc-ı Nebevî ve Mevlid-i Nebevîye (a.s.m.) dâir üç mühim suâle, gâyet muknî ve mantıkî ve parlak bir cevaptır. Bu Zeyl çendan kısadır; fakat gâyet kıymettardır. Mevlid-i Nebevîye (a.s.m.) iştiyâkı olanlar buna çok müştaktırlar.
Hâtimesinde, gâyet mühim bir düstur-u mantıkî ile, kâinatta en büyük ferd-i ekmel ve üstâd-ı küll ve habîb-i âzam, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm olduğunu ispat eder.
Yirmi Beşinci Mektub
Sûre-i Yâsin'in yirmi beş âyetine dâir Yirmi Beş Nükte olmak üzere rahmet-i İlâhiyeden istenilmiş; fakat daha zamanı gelmediğinden yazılmamıştır.
1- De ki: Eğer duânız olmasa Rabbim katında ne ehemmiyetiniz var? (Furkan Sûresi: 77.)
Yirmi Altıncı Mektub
-1-
sırrına dâir "Hüccetü'l-Kur'ân Ale'ş-Şeytan ve Hizbihî" nâmiyle, İblis'i ilzam ve ehl-i tuğyânı iskât eden gâyet mühim bir Mektubdur. Bu Mektubun Dört Mebhası var.
BİRİNCİ MEBHAS
Şeytanın en müthiş hücumunu defetmekle, şeytanı öyle bir sûrette ilzam eder ki; içine girerek saklanıp vesvese edecek bir yer bırakmıyor. Ve o kadar kuvvetli delâil-i akliye ile ve katî bürhanlarla şeytanı ve şeytanın şâkirtlerini ilzam eder ki, şeytan olmasa idiler îmâna gelecektiler. Fakat, maatteessüf şeytan-ı cin ve insin, gâyet çirkin dâvâlarını desîselerini bütün bütün ibtâl ve defetmek için, farazî bir sûrette onların çirkin fikirlerini zikredip öyle ibtâl ediyor. Meselâ der ki: "Eğer farazâ dediğiniz gibi, Kur'ân kelâmullah olmazsa, en âdi ve sahte bir kitap olurdu. Halbuki, meydandaki âsârıyla göstermiş ki, en Âlî bir kitaptır." İşte bu gibi farazî tâbirâtın, titreyerek yazılmasına mecburiyet hâsıl olmuştur. Şu Mebhasın âhirinde, şeytanın sûre-i -2- 'in fesâhat ve selâsetine dâir bir vesvese ve îtirâzını reddediyor.
İKİNCİ MEBHAS
Bir insanda, vazife ve ubûdiyet ve zât îtibârıyla üç şahsiyet bulunduğunu ve o şahsiyetlerin ahlâkı ve âsân bazen birbirine muhâlif olduğunu beyân eder.
ÜÇÜNCÜ MEBHAS
-3-
âyetinin, hayat-ı içtimâiye-i beşeriyenin münâsebâtına dâir gâyet mühim bir sırrını ve insanlar millet millet ve kabîle kabîle yaratılmasının mühim bir hikmetini Yedi Mesele ile tefsir ediyor. Bu Mebhas, milliyetçilere mühim bir tiryaktır. Bu zamanın en müthiş marazına gâyet nâfı' bir ilâçtır. Ve sahtekâr hamiyetfürûşların ve yalancı milliyetperverlerin yüzlerinde perdeyi açar, sahtekârlıklarını gösterir.
1- Şeytandan sana bir vesvese geldiğinde Allah'a sığın. Şüphesiz ki O herşeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla bilendir. (Fussilet Sûresi: 36.)
2- Kaf. Şerefi pek yüce olan Kur'ân'a yemin olsun. (Kaf Sûresi: 1.)
3- Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık; sonra da, birbirinizi tanıyıp kaynaşasınız ve aranızdaki münâsebetleri bilesiniz diye sizi milletlere ve kabîlelere ayırdık. (Hucurât Sûresi: 13.)
DÖRDÜNCÜ MEBHAS
Altı suâlin cevabında On Meseledir.
Birincisi: "Rabbü'l-Âlemîn" kelimesinin tefsirinde on sekiz bin Âlem dediklerinin hikmeti münâsebetiyle, birkaç nükte-i Kur'âniye beyân edilir.
İkinci Mesele: "Allah'ı bilmek, varlığını bilmenin gayrıdır, " Muhyiddin-i Arabî, Fahreddin-i Râzî'ye demiş. Ondan murad nedir? Cevabında gâyet mühim bir mesele-i mârifetullah beyân edilmiştir.
Üçüncü Mesele: -1- âyetiyle -2- âyetinin vech-i tevfîkı nedir?" diye suâline, gâyet güzel ve nurlu mühim bir cevaptır.
Dördüncü Mesele: -3- hikmeti nedir?" diye suâle, gâyet güzel ve nurlu bir cevaptır.
Dördüncü Meselenin Zeylinde Vahdâniyetin gâyet azîm bir hüccetine ve geniş ve uzun bir bürhânına muhtasar bir işarettir.
Beşinci Mesele: "Yalnız -4- diyen, -5- demeyen ehl-i necât olabilir mi?" suâline karşı mühim bir cevaptır.
1- Şüphesiz Biz insanoğlunu şerefli kılmışızdır. (İsra Sûresi: 70.)
2- Şüphesiz o çok zâlim ve çok câhildir. (Ahzâb Sûresi: 72.)
3- "Lâilâhe illallah" ile îmânınızı tazeleyiniz. (Hadîs-i şerif: et-Terğib Ve't-Terhîb: 2:415.)
4- Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur.
5- Muhammed Allah'ın Resulüdür.
Altıncısı: Birinci Mebhasta ki şeytanla münâzaranın çirkin tâbiratlarının sebeb-i zikrini bildiriyor. Hem mühim bir temsil ile, hizbü'ş-şeytanı en dar ve en muhâl ve en menfur bir mevkie sıkıştırıyor. Meydanı hizbü'l-Kur'ân hesâbına zapt ederek, herbir hâl-i Ahmediye (a.s.m.), herbir haslet-i Muhammediye (a.s.m.), herbir tavr-ı Nebevî (a.s.m.), o kuvvetli temsile göre birer mu'cize hükmüne geçip, nübüvvetini ispat ettiğini gösterir.
Yedincisi Vehham ve zarardan sakınmak için bizden uzaklaşan bâzı dostların kuvve-i mâneviyelerini teyid için ve hizmetimizden bâzı maksatlarla çekilen ve maksatlarının aksiyle tokat yiyenleri, çok misâllerden yedi küçük misâl ile gösterir ki; siperini bırakıp kaçanlar, daha ziyâde yaralanırlar.
Sekizincisi: Diyorlar ki: "Elfâz-ı Kur'âniye ve zikriye ve tesbihâtların herbirinden, bütün letâif-i insâniye hisselerini istiyorlar. Mânâları bilinmezse, hisse alınmaz; öyle ise tercüme edilse daha iyi değil mi?" diye olan müthiş ve mugâlâtalı şu suâle karşı, gâyet mühim ve ibretli ve zevkli bir cevaptır. Elfâz-ı Kur'âniye ve Nebeviye (a.s.m.) mânâlara, câmid ve ruhsuz libas değiller, belki hayattar feyizâver cildlerdir. Zîhayat bir cesed soyulsa, elbette ölür. Hem lisân-ı nahvî olan elfâz-ı Kur'âniyedeki i'câz ve îcâz-ı hakîki, tercümeye mâni olduğunu gösterir.
Dokuzuncusu "Ehl-i Sünnet ve Cemaat olan ehl-i hak dairesinin haricinde ehl-i velâyet bulunabilir mi?" suâline, mühim ve merakâver bir cevaptır.
Onuncusu Kur'ân-ı Hakîmin hizmetinde bulunan bu bîçare Said ile görüşen ve görüşmek arzu eden dostlara mühim bir düsturdur.
Yirmi Yedinci Mektub
Bu Mektub, Risâle-i Nur müellifinin talebelerine yazdığı ayn-ı hakîkat ve çok letâfetli güzel mektuplarıyla, Risâle-i Nur talebelerinin Üstadlarına ve bazen birbirlerine yazdıkları ve Risâle-i Nur'un mütâlâasından aldıkları parlak feyizlerini ifade eden çok zengin bir Mektub olup, bu mecmuanın üç dört misli kadar büyüdüğü için, bu mecmuaya idhâl edilmemiştir. Barla, Kastamonu, Emirdağ Lâhikaları olarak müstakilen neşredilmiştir.
Yirmi Sekizinci Mektub
Sekiz Mesele nâmiyle sekiz risâledir.
BİRİNCİ RİSÂLE OLAN BİRİNCİ MESELE
Rüyâ-i sâdıkanın hakîkatini ve fâidesini gâyet güzel ve hakîkatli Yedi Nükte ile beyân ediyor. Bu risâle hem kıymettardır, hem merakâverdir.
İKINCİ MESELE OLAN İKİNCİ RİSÂLE
"Hazret-i Mûsâ Aleyhisselâm, Hazret-i Azrâil Aleyhisselâmın gözüne tokat vurmuş" meâlindeki bir hadîse dâir ehemmiyetli bir münâkaşayı kökünden kaldırır ve bu nevî hadîslere mülhidler tarafından gelen îtirâzâta bir sed çeker. Bu risâle küçüktür, fakat merakâverdir.
ÜÇÜNCÜ MESELE OLAN ÜÇÜNCÜ RİSÂLE
Bu bîçare müflis Said'in ziyâretine gelenlerin ne niyetle görüşmeleri lâzım geldiğini beyân edip, sırf Kur'ân-ı Hakîmin dellâlı îtibârıyla görüşmek lâzım geldiğini ve o görüşmenin mühim fâidelerini ve Said'in şahsiyetinin hiçliği nazara alınmayacağını, belki dellâlı olduğu mukaddes dükkânın kıymettar cevherlerini nazara almak lâzım geldiğini Beş Nokta ile gâyet güzel bir sûrette ispat etmekle beraber; hizmet-i Kur'âniyenin kerâmâtından ve inâyet-i Rabbâniyeden, ben ve bâzı kardeşlerim mazhar olduğumuz çok inâyetlerden birkaç vâkî ve katî misalleri zikrediyor. Bu risâlenin tetimmesinde risâlelerin yazmasında, husûsan telifinde ve bilhassa Yirmi Dokuzuncu Mektubda tezâhür eden hârika bir inâyeti beyân ediyor.
DÖRDÜNCÜ RİSÂLE OLAN DÖRDÜNCÜ MESELE
Mescidimize iki defa taarruz edildi, âhirki defa da kapadılar. Ondan iki veya üç sene mukaddem, yine mübârek bir misâfirin gelmesiyle, gâyet vahşiyâne ve zâlimâne tecavüz edildiği için, her taraftan benden suâl edildi. Böyle merak-ı umûmiyeyi tahrik eden bir hâdiseye lâyık cevap vermek için, Eski Said lisânıyla Dört Nokta ile mühim bir ibretli cevaptır.
BEŞİNCİ RİSÂLE OLAN BEŞINCİ MESELE
Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyânda tekrar ıle -1- ve şükretmeyenleri otuz bir defa -2- fermânıyla tehdit ettiğinin sırrını gâyet Âlî ve tatlı ve mâkul ve makbul bir sûrette tefsir ediyor; insan bir şükür fabrikası olduğunu ispat ediyor. Kâinat bir nîmet hazînesi olup, şükrün mukaddimesi bulunduğunu gâyet güzel ve katî bir sûrette ispat ediyor.
1- Hâlâ şükretmezler mi? · Hâlâ şükretmezler mi? (Yâsin Sûresi: 35, 73.)
2- Rabbinizin nîmetlerinden hangi birini inkâr edersiniz? (Rahmân Sûresi: 16, 34, 36, 38, ..., v.d.)
Der tarîk-ı aczmendî, lâzım âmed çâr çîz:
Acz-i mutlak, fakr-ı mutlak, şevk-i mutlak ey azîz!
olan düstur-u hakîkatteki dördüncü rükün bulunan şükr-ü mutlakın parlak ve yüksek hakîkatini izah ediyor.
ALTINCI RİSÂLE OLAN ALTINCI MESELE
Haremeyn-i Şerifeyne Vehhâbilerin tasallutuna dâirdir.
YEDİNCİ RİSÂLE OLAN YEDİNCİ MESELE
-1- âyetinin, Risâle-i Nur ve hâdimleri hakkındaki mühim bir sırrını Yedi İşaret nâmiyle, yedi inâyet-i Rabbâniyeyi beyân ediyor. Ve tahdîs-i nîmet sûretinde bu inâyet-i seb'anın izhârına, yedi mâkul sebebini beyân ediyor. Bu inâyet-i seb'a-i külliyenin hârikalarına işâreten, kendi kendine telif vaktinde iki sahifenin bütün satırların başlarında yirmi sekiz elif gelerek, Yirmi Sekizinci Mektubun mertebesine tevâfuk ettiğini, Haşiye teliften bir zaman sonra muttalî olduk. Bu inâyet-i seb'ayı okuyan adam, Risâle-i Nur eczâlarının ne kadar ehemmiyetli ve nazar-ı inâyet-i İlâhiyede bulunduğunu ve himâyet-i Rabbâniyede olduğunu bilecek. Bu yedi inâyet küllîdir, cüz'iyâtları yetmişi geçer.
Hâtimesinde, bir sırr-ı inâyete âit mahrem bir suâlin cevabı vardır. Hâtimesinde, inâyet-i seb'adan birincisi olan tevâfukâta gelen veya gelmek ihtimâli olan evhâmı gâyet katî bir sûrette defediyor. O Hâtimenin âhirinde de, Üçüncü Nükte inâyet-i hâssa ve inâyet-i âmmeye dâir mühim bir sırr-ı dakîk-ı Rubûbiyete ve ehemmiyetli bir sırr-ı Rahmâniyete işaret ediyor.
Haşiye: Asıl nüshasına göredir.
1- Onlara söyle ki, ancak Allah'ın lûtfuyla ve rahmetiyle ferahlansınlar. Bu, onların dünyada toplayıp durduklarından daha hayırlıdır. (Yûnus Sûresi: 58.)
SEKİZİNCİ RİSÂLE OLAN SEKİZİNCİ MESELE
Altı sualin cevabı olan Sekiz Nüktedir.
BİRİNCİ NÜKTE: Tevâfuktaki işârât-ı gaybiye, umum Risâle-i Nur eczâlarında cüz'î küllî bulunduğuna dâirdir.
İKİNCİ NÜKTE: Tevâfukâtın meziyeti, Lâfz-ı Celâlden başka ne için Kur'ân'da fevkalâde matlûb olmadığının sırrını beyân eder.
ÜÇÜNCÜ NÜKTE: Bir kardeşimizin fazla ihtiyat ve cesaretsizliği yerinde olmadığını ve bir müftünün Onuncu Söze sathî tenkidine karşı güzel bir cevaptır. (Fakat bu mecmuaya idhâl edilmemiştir.)
DÖRDÜNCÜ NÜKTE: Meydan-ı haşirde insanlar nasıl toplanacaklar? Çıplak olarak mı? Herkes ahbaplarını görebilir mi? Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı şefaat için nasıl bulacağız? Hadsiz insanlarla, birtek zât olan Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm nasıl görüşecek? Ehl-i Cennet ve Cehennemin libasları nasıl olacak? Ve bize kim yol gösterecek?" altı meraklı suâlin muknî ve mâkul cevabıdır.
BEŞİNCİ NÜKTE: "Zaman-ı fetrette, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın ecdâdı, bir din ile mütedeyyin mi idiler?" cevabında, güzel bir hakîkat beyân ediliyor.
ALTINCI NÜKTE: "Hazret-i İsmâil Aleyhisselâmdan sonra, Peygamberin (a.s.m.) ecdâdından peygamber gelmiş midir?" suâline karşı gâyet mühim bir cevaptır.
YEDİNCİ NÜKTE: "Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın peder ve vâlidesinin ve ceddi Abdülmuttalib'in îmanları hakkında en sahîh haber hangisidir?" suâline karşı gâyet mühim ve mâkul bir cevaptır.
SEKİZİNCİ NÜKTE: "Amcası Ebû Talib'in îmanı hakkında esahh olan nedir? Cennete girebilir mi?" sualine karşı güzel bir cevaptır.
Yirmi Dokuzuncu Mektub
Dokuz Kısımdır. Yirmi Dokuz nükte-i mühimme, içinde vardır. O Do-kuz Kısım, küçük büyük on yedi risaledir.
BİRİNCİ RİSÂLE OLAN BİRİNCİ KISIM
-1-
-2-
âyetlerinin bâzı sırlarını Dokuz Nükte ile tefsir eder.
BİRİNCİ NÜKTE: "Kur'ân'a âit ve Kur'ân'ın esrârı bilinmiyor ve müfessirler hakîkatini anlamamışlar" diyenlere karşı mühim bir cevaptır.
İKİNCİ NÜKTE: Kur'ân-ı Hakîmde, -3- -4- gibi kasemât-ı Kur'âniyedeki mühim bir hikmeti beyân ediyor.
ÜÇÜNCÜ NÜKTE: Sûrelerin başlarındaki birer şifre-i İlâhiye olan hurûf-u mukattaaya dâirdir.
DÖRDÜNCÜ NÜKTE: Kur'ân-ı Hakîmin hakîki tercümesi kâbil olmadığından ve mânevî i'câzındaki ulviyet-i üslûp tercümeye gelmediğinden, mühim bir beyânla, üslûb-u Kur'âniyedeki bir lem'a-i i'câziyeyi gösterir.
1- Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla. · Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. · O Rahmân'dır; rahmeti bütün varlıkları kuşatır ve bütün yaratıklarının her türlü rızkını merhametle yetiştirir. O Rahim'dir yaratıklarına karşı pek şefkatli ve merhametlidir · O hesap gününün sahibidir. · Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz. · Bizi doğru yola ilet. · Kendilerine nîmet ve ihsanda bulunduğun peygamberlerinin ve onlara tâbî olan sâlih kullarının yoluna ilet azâbına uğrayanların ve sapıtmış olanların yoluna değil.
2- O Kur'ân'ın âyetlerinden bir kısmı hüküm ve mânâsı açıkça ve kolayca anlaşılan muhkem âyetlerdir ki, kitabın aslı ve anası bunlardır. Diğer bir kısmı da müteşâbih âyetlerdir... (Âl-i imrân Sûresi: 7.)
3- Yemin olsun incire ve zeytine. (Tîn Sûresi: 1.)
4- Yemin olsun güneşe ve aydınlığa. (Şems Sûresi: 1.)
BEŞİNCİ NÜKTE: "Elhamdülillah" cümlesinin ifade ettiği mânânın en kısası, bir satır kadar olduğunu ve hakîki tercümesinin kâbil olmadığını gösterir.
ALTINCI NÜKTE: -1- deki nûn-u mütekellim-i maalgayra dâir mühim bir sırrını, nurlu bir hal ve hakîkatli bir hayal içinde beyân ediyor.
YEDİNCİ NÜKTE: -2- 'in mühim ve nûrânî sırrının beyânı içinde, bid'aların îcâdı ne kadar çirkin ve zarar olduğunu gösterir.
SEKİZİNCİ NÜKTE: Şeâir-i İslâmiye, hukûk-u umûmiye hükmünde olduğuna dâir mühim bir sırrını beyân ediyor.
DOKUZUNCU NÜKTE: Mesâil-i şeriatın "taabbüdî" ve "mâkulü'l-mânâ" olarak iki kısım olduğunu; ve taabbüdî kısmı hikmet ve maslahatların tebeddülü ile tegayyür edemediğinin sırrını beyân eder. Ve ezanın fâidesi, yalnız bir köy ahalisini namaza dâvet değil, belki kâinat sarayında mevcudâta karşı umum mahlûkât nâmına bir îlân-ı Tevhid olduğunu beyân eder.
İKİNCİ RİSÂLE OLAN İKINCİ KISIM
-3- âyetinin bir sırrını, sıyâm-ı Ramazanın yetmiş hikmetlerinden dokuz hikmetinin beyânıyla, o sırr-ı azîmi tefsir ediyor. O dokuz hikmet, o kadar hakîki ve kuvvetli ve câzibedardırlar ki; Müslüman olmayan da onlara göre, oruç tutmak için büyük bir iştiyak ve bir hevese gelir. Kendine Müslüman deyip oruç tutmayanların, bu hikmetlere karşı hacâlet ve hatâlarından ezilmeleri lâzım gelir.
1- Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz. (Fâtiha Sûresi: 5.)
2- Bizi doğru yola. · Kendilerine nîmet verdiklerinin yoluna ilet. (Fâtihâ Sûresi: 6-7.)
3- O Ramazan ayı ki, insanlara doğru yolu gösteren, apaçık delilleri taşıyan ve hak ile bâtılın arasını ayıran Kur'ân, o ayda indirilmiştir. (Bakara Sûresi: 185.)
ÜÇÜNCÜ RİSÂLE OLAN ÜÇÜNCÜ KISIM
Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânın envâ-ı i'câzından göz ile görünecek kısmının beş altı vechinden bir vechini, yeni bir Kur'ân'ı yazmakla göstermeye dâirdir. Lillâhilhamd, öyle bir Kur'ân yazıldı. Ümmetçe Hâfız Osman hattıyla makbul Kur'ân'ın aynı sahifelerini ve satırlarını muhâfaza etmekle beraber; Lâfzullah, mecmû Kur'ân'da iki bin sekiz yüz altı defa tekerrür ettiği halde, nâdir ve nükteli müstesnâlar hariç kalıp, mütebâkîsi tevâfuk ettiğini anladık, sahife ve satırlarını tağyir etmedik. Yalnız biz tanzim ettik. O tanzimden hârika bir tevâfuk tezâhür etti. Yazdığımız Kur'ân'ın parçalarını bir kısım ehl-i kalp görmüş, Levh-i Mahfûz hattına yakın olduğunu kabul etmişler. Bu risâle ise; tevâfukât-ı Kur'âniyeye dâir olduğu münâsebetiyle, sırf bir işaret-i gaybiye olarak, hiçbirimizin haberimiz olmadan, iptidâ telif ve birinci tesvîdinde on bir "Kur'ân" kelimesi; birtek sahifede, birer satırda, bir sırada hatt-ı müstakîm ile tevâfukları tevâfuk-u Kur'âniyedeki lem'a-i i'câziyenin bir şuâı şu risâlede bu hârika letâfeti gösterdiğini, görenlere kanaat geldi.
Bu Üçüncü Kısmın mütebâkî meseleleri ile Dördüncü Kısım tevâfukâta dâir olduğu için, tevâfukâta dâir olan fihriste ile iktifâ edilmiştir.
DÖRDÜNCÜ KISIM OLAN DÖRDÜNCÜ RİSÂLE
Üç Nüktedir.
BİRİNCİ NÜKTE: Kur'ân'da, "Kur'ân" kelimesinin çok sırlarından bir sırrı, altmış dokuz âyât-ı azîmede latîf ve mânidar sahifeler arkasında birbirine tevâfukla baktıklarını ve o âyât-ı azîmenin mânen birbirinin hakîkatini teyid ettiklerini göstermek ve tilâvet-i Kur'ân sevâbını ve zikir fazîletini ve tefekkür ubûdiyetini birden kazanmak isteyenlere, evrad nevinden gâyet güzel bir hizb-i Kur'ânî olarak yazılmıştır.
İKİNCİ NÜKTE: Kur'ân-ı Hakîmde "Resûl" kelimesinin tekrarındaki esrârın tevâfuk cihetiyle birisine işaret için, yüz altmış âyâttaki "Resûl" kelimesi birbirine tevâfukla mânidar bakması gibi; Haşiye o yüz altmış muazzam âyetler de birbirine bakıyor. Birbirini teyid ve ispat ettiğine işareten ve Kur'ân'dan hem kıraat, hem zikir, hem fıkir olmak üzere bir hizb-i mahsustur. Kendine Âlî ve tatlı ve çok kıymetli ve çok fazîletli bir vird arzu edenlere mühim bir virddir.
Haşiye: Bu risâlenin, o mukaddes iki kelimenin i'câzî tevâfuklarından bahsi ayn-ı hakîkat olduğuna delil, o dördüncü risâlede bütün o iki kelimenin tevâfuk etmesidir. Herbir âyet ayrı ve satır başında yazılmasından, umum o iki mukaddes kelimeler tevâfuk etmişlerdir.
ÜÇÜNCÜ NÜKTE: Lâfzullahın iki bin sekiz yüz altı defa zikrinin çok nükteleri var. İ'câz-ı Kur'ânın çok şuâlarını gösteriyor. Bu Üçüncü Nükte de, onun dört şuâ-ı i'câzını gösterir.
BEŞİNCİ RİSÂLE OLAN BEŞİNCİ KISIM
-1-
(ilh. âyet...) âyet-i pürenvârının çok envâr-ı esrârından güzel bir nûru, Ramazan-ı Şerifte bir hâlet-i rûhâniyede, mühim bir seyahat-i kalbiyede görünmüş ve bir derece bu risâlede beyân edilmiştir. Bu risâle küçüktür, fakat çok nurlu ve ehemmiyetlidir.
ALTINCI RİSÂLE OLAN ALTINCI KISIM
-2- âyetinin mühim bir sırrını ve azîm bir hakîkatini ins ve cin şeytanlarının ve Müslümanlar içine girmiş mülhidlerin ve münâfıkların altı desîseleriyle altı cihetten hücumlarını altı hakîkatle sed ve reddetmekle, o sırr-ı azîmi tefsir ediyor.
BİRİNCİ DESÎSELERİ: Kur'ân hâdimlerini hubb-u câh vâsıtasıyla aldatmalarına mukâbil gâyet muknî ve katî bir cevapla susturur.
İKİNCİ DESÎSELERİ: Korku damarıyla, ehl-i hakkı haktan çevirmelerine karşı gâyet güzel ve katî bir cevapla tard edilir.
ÜÇÜNCÜ DESÎSELERİ: Tamâ ve hırs cihetiyle, ehl-i hidâyeti hizmet-i Kur'âniyeden vazgeçirmelerine karşı gâyet parlak ve katî bir cevapla reddedilir.
DÖRDÜNCÜ DESÎSELERİ: Asabiyet-i milliyeyi tahrik etmek sûretinde, hakîki din kardeşlerinin ve hizmet-i Kur'âniyede samîmi arkadaşlarının içine yabânîlik ve ihtilâf atmak ve Üstadlarından soğutmalarına mukâbil, gâyet mühim ve katî öyle bir cevaptır ki; şeytan-ı insîyi tamamıyla susturduğu gibi, sahtekâr milliyetçilerin maskelerini yırtarak, öyleler milletin düşmanları olduklarını ve hakîki milliyetperverler kimler olduğunu gösterir.
1- Allah göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun misali, bir lamba yuvası gibidir ki, onda bir kandil var- dır. Kandil de cam fânus içindedir. Cam fânus ise, inci gibi parlayan bir yıldıza benzer. (Nur Sûresi: 35.)
2- Zalimlere meyletmeyin. Aksi halde ateş size dokunur. (Hûd Sûresi: 113.)
BEŞİNCİ DESÎSELERİ: İnsanın en zaif damarı olan enâniyetini tahrik edip, ehl-i hakkı haksızlığa sevk etmek ve ehl-i ittihâdı ihtilâfa düşürmelerine mukâbil, kuvvetli ve eneleri susturacak bir cevap verilmiştir.
ALTINCI DESÎSELERİ: tembellik ve tenperverlik ve vazîfedarlık damarından istifâde sûretiyle, Kur'ân şâkirtlerinin gayretlerini, sadâkatlerini, ihlâslarını zedelemek sûretindeki hücumlarına karşı bir cevaptır. Âhirinde, umum cevapların hulâsası olarak şu iki âyet ile Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyân, mu'cizâne cevap veriyor:
-1-
Şu risâlenin âhirinde, iki yaprakta yazıldıktan sonra görülmüş, ihtiyârsız kendi kendine gelen latîf ve zarif bir tevâfuktur ki, sıkıntılı esâretimin tam dokuzuncu senesinde telif edilen şu risâlenin âhirinde, Yirmi Dokuzuncu Mektubun bahsinde yirmi dokuz nükte bulunması ve dokuz kısım olması, ve bu risâle fıhristesinde dokuz defa "dokuz" lâfzı ile o Mektubdan bahsedilmesi ve Birinci Kısım Dokuz Nükte olması; ve Ramazan'ın, burada işaret edilen ve İkinci Kısımda mezkûr hikmetleri dokuz bulunması; ve burada işaret edilen ve Dördüncü Kısımda mezkûr "Kur'ân" kelimesine dâir âyetlerin altmış dokuz etmesi; ve "Kur'ân" kelimesi de bu Mebhasta yirmi dokuz sahifede tamam olması cihetiyle, dokuz defa dokuzlar birbirine tevâfuk ederek çok şirin düşmüştür. Bu risâlenin dahi, sırr-ı tevâfuktan küçük, fakat parlak bir hissesi var olduğunu gösterir. Bu dokuz defa dokuzların sırrının dokuzuncu sene-i esâretimde zuhûru ise, inşaallah esâretin dokuzuncu senesinde biteceğine işârî bir beşârettir. Dokuzuncu sene-i esâretimde sıkıntıdan o sene dokuz dişim düştüler; o münâsebetle Isparta'ya mezuniyetle gitmek o senede oldu. Hem latîf bir tevâfuktur; bu parça dahi, bu sahifede Haşiye dokuz, on dokuz defa gelmiştir. Hem fıhristenin Dördüncü Kısmında ve bu İkinci Kısmın bâzı nüshalarında, aşağıdaki gösterilen tevâfuk vardır.
Umum elif yüz on dokuz, umum risâleler dahi yüz on dokuzdur. Demek elifler de bir nevî fihristeye işarettir.
1- Ey îman edenler! İbâdette, musîbette ve günahtan kaçınmakta sabırlı olun; sabır yarışında düşmanlarınızı geride bırakın; her an cihâda hazırlıklı bulunun ve Allah'tan korkun ki kurtuluşa eresiniz. (Âl-i İmrân Sûresi: 200.) · Âyetlerimi az bir karşılık ile satmayın. (Bakara Sûresi: 41.)
ALTINCI KISIM OLAN ALTINCI RİSÂLENİN ZEYLİ
-1-
âyetinin sırrına istinâden, dünyanın hiçbir usûl ve kânununa tatbik edilmeyen vicdansız insanların bize karşı tecavüzâtına sabır ile ve Hakka tevekkül ile beraber; istikbâlde gelecek nefret ve tahkirden sakınmak için ve istikbâl asırları, bu asrın sîmâsına ve gayretsiz adamların yüzlerine "Tuh!" dedikleri zaman, tükürükleri yüzümüze gelmemek için veya silmek için yazılmış bir lâyihadır. Ve Avrupa'nın insâniyetperver maskesi altında sağır kulaklarını çınlatmak ve bu vicdansız gaddarları bize musallat eden o insafsız zâlimlerin görmeyen gözlerine sokmak ve bu asırda, yüz bin cihetten "Yaşasın Cehennem!" dedirten "mim"siz medeniyetperestlerin başlarına vurmak için yazılmış bir arzuhâl ve ehl-i ilhad ve bid'atçıları ilzam ve iskât edecek Altı Suâldir.
YEDİNCİ KISIM İşârât-ı Seb'a
-2-
âyetlerinin bir sırrını ve mühim bir hakîkatini Yedi İşaret ile ve yedi mühim suâle yedi katî ve kuvvetli cevapla tefsir ediyor.
BİRİNCİ SUÂL: Ecnebîlerden ihtidâ edenler, kendi dilleriyle şeâir-i İslâmiyeyi tercüme ediyorlar. Âlem-i İslâmın onlara karşı sükûtu ve îtiraz etmemesi, cevâz-ı şer'î olduğunu göstermez mi?" diyen ehl-i bid'atın suâline karşı gâyet katî ve kuvvetli bir cevaptır.
1- O bize yollarımızı dosdoğru gösterdiği halde, bize ne oluyor ki Ona tevekkül etmeyelim? Bize yaptığınız ezâlara karşı sabredeceğiz. Tevekkül etmek isteyenler Allah'a güvensinler. (İbrahim Sûresi: 12.)
2- "Allah'ın nurunu üflemekle söndürmek isterler. Allah ise nurunu tamamlamaktan başka bir şeye razı olmaz-kâfirler isterse hoşlanmasınlar." (Tevbe Sûresi: 9:32.)
İKİNCİSİ: "Frenklerdeki inkılâpçılar ve feylesoflar, Katolik mezhebine inkılâp yapmakla terakkî ettiklerinden, acaba İslâmiyette böyle bir inkılâb-ı dînî olamaz mı?" diyen ehl-i bid'atın suâline karşı gâyet katî, zâhir ve bâhir ve müskit bir cevaptır.
ÜÇÜNCÜSÜ: "Avrupa taassubu bıraktıktan sonra terakkî ettiğinden, biz de taassubu bıraksak daha iyi olmaz mı?" diyen ehl-i bid'at ve sefâhetin suâline karşı gâyet müskit ve muknî ve mantıkî bir cevaptır.
DÖRDÜNCÜSÜ: "Zaafa uğrayan İslâmiyeti takviye niyetiyle, kuvvetli olan milliyete mezc etmek ve secâyâ-i milliyeyi şeâir-i İslâmiye ile kuvvetleştirmek bu asırda daha iyi olmaz mı?" diyen dessas ehl-i dünyanın bu müthiş suâline karşı, gâyet metîn bir cevaptır.
BEŞİNCİSİ: "Bu kadar heyet-i içtimâiye-i beşeriye fesâda girmiş; ve hissiyât-ı dîniye zaiflemiş; ve şahsî dehâlar ve harekât, cemaatin şahs-ı mânevîsinin icraatına mağlûp düşmüş bir zamanda, nasıl rivâyet-i sahîhada denildiği gibi, birkaç sene zarfında, Mehdî dünyayı ıslâh edecek? Halbuki, bütün işi hârika olup ve birkaç nebînin mu'cizâtı da beraber olsa, yine ıslâhı pek müşkül görünüyor" diye, ehl-i tenkidin suâline karşı gâyet kavî bir cevaptır.
ALTINCISI: Âhirzamanda Hazret-i Mehdî'nin, Süfyanî komitesine galebesi; Hazret-i Îsâ Aleyhisselâmın Deccal komitesini dağıtması ve şeriat-ı İslâmiyeye tebâiyetine dâirdir.
YEDİNCİSİ: "Mütefekkirîn-i İslâmiye, Avrupa'nın düsturlarını ve fennin kânunlarını bir derece kabul edip, onların usûlüyle onlara karşı İslâmiyeti müdâfaa ettikleri halde-sen de eskiden böyle yapıyordun-şimdi neden bütün bütün başka bir çığır açıp, felsefeyi kökünden vuruyorsun? Ve fünûn-u müsbete dedikleri usûllerinin, Kur'ân'ın düsturlarına nazaran pek sathî kaldığını gösteriyorsun?" diye çokları tarafından gelen suâle karşı, gâyet hak ve hakîkatli bir cevaptır.
SEKİZİNCİ KISIM OLAN RUMUZÂT-I SEMÂNİYE
Sekiz Remizdir, yani sekiz küçük risâledir. Şu Remizlerin esâsı, ilm-i cifrin mühim bir düsturu ve ulûm-u hafiyenin mühim bir anahtarı ve bir kısım esrâr-ı gaybiye-i Kur'âniyenin mühim bir miftâhı olan tevâfuktur. İleride başka bir mecmuada neşredileceğinden, buraya derc edilmedi.
DOKUZUNCU KISIM OLAN DOKUZUNCU RİSÂLE
Turûk-u velâyet hakkında Dokuz Telvihtir ki, Telvihât-ı Tis'a nâmiyle mâruf bir risâledir.
BİRİNCİ TELVİH: Tarîkatin sırrını ve Mîrâc-ı Ahmedînin (a.s.m.) sâyesi altında kalp ayağıyla bir seyr-i sülûk-u rûhânî neticesinde, zevkî ve hâlî ve bir derece şuhudî hakâik-ı îmâniye ve Kur'âniyeye mazhariyet olduğunu beyân edip, insanın mâhiyet-i câmiasında akıl nasıl ki hadsiz fünûna istidâdı ve ıttılâı cihetiyle mâhiyeti inkişaf etmiş ve o sûretle işlettirilmiş; kalp dahi onun gibi, bu Âlemin bir harita-i mâneviyesi ve çok kemâlâtın bir çekirdeği hükmünde olduğundan, tarîkat cihetiyle onu işlettirmek ve kemâlâtına sevk etmek olduğunu ispat eder.
İKİNCİ TELVİH: Kalbin işlemesi, zikir ve tefekkürle olduğunu ve işlemesinin mehâsininden hayat-ı dünyeviyenin medâr-ı saadeti olan birisini beyân eder.
ÜÇÜNCÜ TELVİH: Velâyet, bir hüccet-i Risâlet; ve tarikat, bir bürhân-ı Şeriat olduğunu; ve onun kıymetini takdir etmeyen, ne kadar hasârete düştüğünü beyân eder.
DÖRDÜNCÜ TELVİH: Meslek-i velâyet çok kolay olmakla beraber çok müşkülâtlı, çok kısa olmakla beraber çok uzun, çok kıymettar olmakla beraber çok hatarlı, çok geniş olmakla beraber çok dar olduğunu; ve âfâkî ve enfüsî iki yol ile sülûk edildiğini beyân eder.
BEŞİNCİ TELVİH: Vahdetü'l-Vücud ve Vahdetü'ş-Şuhudun mâhiyetini beyân ederek, ehl-i sahvın ve ehl-i verâset-i Nübüvvetin Âlî meşrebinin rüçhâniyetini ispat eder.
ALTINCI TELVİH: Velâyet yolları içinde en güzeli ve en müstakîmi, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ olduğunu ve velâyetin esaslarının en mühimmi ihlâs; ve en keskin kuvveti muhabbet olduğunu beyân ederek, bu dünya dârü'l-hizmet olduğundan ve dâr-ı ücret ve mükâfat olmadığından, tarîkatin lezâizini ve ezvâk ve kerâmâtını kasten talep etmemek lâzım geldiğini beyân eder.
YEDİNCİ TELVİH: Tarîkat ve hakîkat, Şeriatın hâdimlerinden olduğunu; tarîkat ve hakîkatin en yüksek mertebeleri, Şeriatın cüzleri bulunduğunu; tarîkat ve hakîkat, vesîlelikten çıkmamak ve dâimâ Şeriata tebâiyette kalmak lüzûmunu beyân edip, "Sünnet-i Seniyye ve ahkâm-ı Şeriat haricinde evliyâ bulunabilir mi? diye suâle merakâver bir cevap verir.
SEKİZİNCİ TELVİH: Tarîkatin sekiz varta-i mühimmesini beyân eder.
DOKUZUNCU TELVİH: Tarîkatin pekçok semerâtından gâyet şirin ve güzel dokuz adedini beyân eder.
Bu risâle ehl-i tarîk olana ve olmayana bir iksir-i âzamdır ve bir tiryâk-ı enfâ'dır.