İslam Ansiklopedisi - Namaz ve Biz - sozler36
   
Menü
  Ana Sayfa
  İletişim
  Yorum Ve Görüşleriniz
  Burdayiz
  Bize Destek Olun
  DOSTLARIMIZ
  Anket
  Ahir Zaman
  Al-i İmran Suresi
  Allah'tan Korkmak
  Allah'ın 99 İsmi
  A'raf Suresi
  Ashab-i Kehf
  Bakara Suresi
  BAS ÖRTÜSÜ
  Bediuzzaman Said Nursi
  Berat Kandili
  Büyük Günahlar
  Cennet Ve Cehennem
  Cinler
  Dinimiz
  Din Eğitiminde İnsanın Merkezileşmesi
  Din Ve İnsan
  El Zinasi
  Esmâül Hüsnâ
  Evreni Allah Yarattı
  Evrenin Ölümünün Ardından
  Esmaül Hüsnanin Önemi
  Esma-i Hüsnâ'dan Esintiler
  Esnaül Hüsna Faziletleri - Faydalari
  Esmaül Hüsna (Geniş Anlamlı)
  Esmaül Hüsna Zikirleri
  Filistine Destek İHH
  Filistine Destek K.Y.M
  Kiyamete Dogru
  Günün Konusu
  Site Haritasi
  Soru Cevap
  Şiirler
  Risale-i Nur
  Resim Galerisi
  İlahi Oku
  Peygamberlerimiz
  Gusül Ve Abdest
  Islamda Kadın ve Erkek
  Mezhebler
  Mucizeler
  ViDEOLAR
  SiiR
  Namaz Hakkında
  Namazın Edebi
  Namaz Vakitleri
  Namaz ve Sağlık
  Namazlar ve Niyet
  54 FARZ
  Zina Ve Çeşitleri
  Zinanin Kötülüğü
  Zina Ve Dünyevi Azabi
  Zinanin Uhrevi Azabi
  Göz Zinasi
  Göz Zinasi 2
  Gıybet
  Zulüm
  Kibir
  Kızmak
  Şehvet
  Haram ve Şüpheli Yemek
  Kur'an Ve Önemi
  Yunus Suresi
  Fil Suresi
  Kureyş Suresi
  Kuranin Önemi
  Kur'anin İnişi
  İnsan
  İbadetin Önemi
  Nefis
  Ölüm
  Oruç Ve Çeşitleri
  Oruçlarda Niyetin Vakti
  Orucu Bozan Şeyler
  Farz Oruçlar
  Oruç Çeşitleri
  Mübarek Aylar,Günler ve Geceler
  Kadir Gecesi
  Recep Ayı
  Regaib Gecesi
  Miraç Kandili
  Şaban Ayı
  Ramazan Ayı
  Şevval Ayı
  Kurban ve Kurban Bayrami
  Muharrem Ayı ve Aşure Günü
  Kutlu Doğum ve Mevlid Kandili
  Kıyamet
  Kıyamet Günü 1
  Kıyamet Günü 2
  Kıyamet Günü 3
  Hz. Mehdi
  İlahiler
  Karışık İlahi
 
  Esmaül Hüsna Esintisi Dergisi
  Ilk Müslümanlar
  Islam Tarihimiz
  Resimli Namaz Anlatimi
  Islam Alimleri
  Kabe
  Nasihatlar
  HlCRET
  Kuran Ögreniyorum
  DuaIar
  Ahlak Bilgileri
  Besmele Kampanyasi
  Tevhidisohbet
  Sahabaler
  Hadisler
  Osmanli Padisahlari
  Türkiye il ve ilçeler
  İl İl Namaz Vakitleri
  il il imsakiye - İftar Vakitleri
  Güzel Sözler
  Dursun Ali Erzincanlı
  Şifali Bitkiler
  ilmihal
  Unutulan Sünnetler
  İslami Resimler
  Salavat
  Bilim
  Ramazana Özel
  Kuran-ı Kerim Türkçe Meali
 
  Bediüzzaman Said Nursi Hayati
  Sözler
  Mektubat
  Lemalar
  Şualar
  Hür Adam Bediuzzaman Said Nursi - Fragman
 
  Atatürk
  Ödevler
 
  Teknoloji
 
  Google
  Faydalı Siteler
 
  Facebook
  Reklam

 



"O, yaratan, var eden, şekil veren Allah'tır. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun şanını yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.(Haşr-24)"

 
ALLAH
(Uluhiyete mahsus sıfatların hepsini kendinde toplayan İsm-i Azam)

RAHMÂN
(Bütün yaratılmışlar hakkında hayır ve merhameti tercih eden)

RAHÎM
(Çok merhamet eden, nimet veren)

MELİK
(Bütün kainatın tek sahibi ve mutlak hükümdarı)

KUDDÛS
(Hatadan, gafletten ve her eksiklikten münezzeh)

SELÂM
(Esenlik veren, kullarını selamete çıkaran)

MÜ'MİN
(Gönüllere iman ışığını veren, vaadine güvenilen)

MÜHEYMİN
(Kainatın bütün işlerini gözetip yöneten)

AZÎZ
(Yenilmeyen yegane galip)

CEBBÂR
(İradesini her durumda yürüten, dilediğini zorla yaptırmaya muktedir olan)

MÜTEKEBBİR
(Her şeyde büyüklüğünü gösteren)

HÂLIK
(Büyün mevcudatı takdirine uygun şekilde yaratan)

BÂRİ'
(Bir model olmaksızın canlıları yaratan)

MUSAVVİR
(Her şeye şekil ve özellik veren)

GAFFÂR
(Daima affeden, tekrarlanan günahları bağışlayan)

KAHHÂR
(Her şeye her istediğini yapacak şekilde galip ve hakim)

VEHHÂB
(Karşılık beklemeden bol bol veren)

REZZÂK
(Bedenlerin ve ruhların gıdasını yaratıp veren)

FETTÂH
(Zorlukları kolaylaştıran ve iyilik kapılarını açan)

ALÎM
(Herşeyi çok iyi bilen)

KÂBID
(Rızkı tutan, canlıların ruhunu alan)

BÂSIT
(Rızkı genişleten, ruhları bedenlerine yayan)

HÂFID
(Alçaltan, zillete düşüren)

RÂFİ'
(Yukarı kaldıran, yükselten)

MUİZ
(Yücelten, izzet ve şeref veren)

MÜZİL
(Alçaltan, zillet veren)

SEMİ'
(Her şeyi işiten)

BASÎR
(Her şeyi gören)

HAKEM
(Son hükmü veren)

ADL
(Mutlak adalet sahibi, çok adaletli)

LATÎF
(Yaratılmışların ihtiyacını en ince noktasına kadar bilip, sezilmez yollarla karşılayan)

HABÎR
(Her şeyin iç yüzünden haberdar olan)

HALÎM
(Acele ile ve kızgınlıkla muamele etmeyen)

AZÎM
(Zatının ve sıfatlarının mahiyeti anlaşılamayacak kadar ulu)

GAFÛR
(Bütün günahları bağışlayan)

ŞEKÛR
(Az iyiliğe çok mükafat veren)

ALÎ
(İzzet, şeref ve hükümranlik bakımından en yüce, aşkın)

KEBÎR
(Zatının ve sıfatlarının mahiyeti anlaşılamayacak kadar ulu)

HAFÎZ
(Koruyup gözeten ve dengede tutan)

MUKÎT
(Bedenlerin ve ruhların gıdasını yaratip veren, bilip gücü yeten ve koruyan)

HASÎB
(Kullarının her yaptığını bilen, onları hesaba çeken)

CELÎL
(Azamet sahibi)

KERÎM
(Lütuf ve keremi çok bol ve çok geniş)

RAKÎB
(Büyün varlığı gözetleyip, kontrol eden)

MÜCÎB
(Dualara karşılık veren)

VÂSİ'
(İlmi ve merhameti herşeyi kuşatan)

HAKÎM
(Bütün emirleri ve işleri hikmetli olan)

VEDÛD
(Kullarını çok seven, sevilmeye gerçekten layık olan)

MECÎD

Türkiye'nin En Büyük
İslam Ansiklopedisi
Olma Yolunda Hızla Gelişen Bir Sitedir.
İslam Ansiklopedisi 2008 - 2021 ©
Konferans


 

Teşrin-i Sânî 1950'de Ankara Üniversitesinde profesör ve mebuslarımız ve Pakistanlı misâfirlerimiz ve muhtelif fakülte talebelerinin huzurunda fakülte mescidinde gece yarısına kadar devam eden bir mecliste verilen ve büyük alâka ve ehemmiyetle dinlenmiş olan bir konferanstır.

 

 

İmân ve İslâmiyet âb-ı hayatına susamış kıymetli kardeşlerim,

Evvela, itiraf edeyim ki, bu konferansın verildiği kürsüde bulunmuş olmak itibâriyle sizlerden farkım yoktur. Sizin bir kardeşinizim. Hem, bu konferans benim çok muhtaç olduğum gayet nâfi' bir dersimdir. Muhatap kendimdir. Dersimi, müzâkere nevinden, siz mübârek kardeşlerime okuyacağım. Kusurlar bendendir, kemâl ve güzellikler istifâde ettiğim Risâle-i Nur eserlerine âittir.

Bir mâni başımıza gelmezse, haftada bir defa olarak devam edeceğimiz dinî konferanslardan, bugün, birincisi imâna dâirdir. Çünkü, Bediüzzaman Said Nursî'nin Birinci Millet Meclisinde beyân ettiği gibi, "Kâinatta en yüksek hakikat imândır, imândan sonra namazdır." Bunun için, biz de konferansımızın Kur'ân, imân, Peygamberimiz Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz hakkında olmasını münâsip gördük. İkincisi de inşaallah namaz ve ibâdete âit olacaktır.

Bu mevzuları bize ders verecek bir eser aradık. Nihayet bu hayatî ve ebedî ihtiyacımızı, asrımızın fehmine uygun ve iknâ edici bir tarzda ders veren ve yarım asra yakındır büyük bir itimad ve emniyete mazhar olmakla en mûteber dinî bir eser olan Risâle-i Nur'u intihap ettik.

Şimdi, ilk konferansımızın niçin İmân mevzuunda olduğunu izah ile, bu eser ve müellifi hakkında gayet kısa olarak mâlûmât vereceğiz. Şöyle ki:

Bu asırda, din ve İslâmiyet düşmanları, evvela imânın esaslarını zayıflatmak ve yıkmak plânını, programlarının birinci maddesine koymuşlardır. Husûsan bu yirmi beş sene içinde, tarihte görülmemiş bir halde münâfıkâne ve çeşit çeşit maskeler altında imânın erkânına yapılan sû-i kastlar pek dehşetli olmuştur. Çok yıkıcı şekiller tatbik edilmiştir.

Halbuki, imânın rükünlerinden birisinde hâsıl olacak bir şüphe veya inkâr, dinin teferruâtında yapılan lâkaydlıktan pekçok defa daha felâketli ve zararlıdır. Bunun içindir ki, şimdi en mühim iş, taklidî imânı tahkikî imâna çevirerek imânı kuvvetlendirmektir, imânı takviye etmektir, imânı kurtarmaktır. Herşeyden ziyâde imânın esâsâtıyla meşgul olmak, katî bir zarûret ve mübrem bir ihtiyaç, hattâ mecburiyet hâline gelmiştir. Bu, Türkiye'de böyle olduğu gibi, umum İslâm dünyasında da böyledir.

Evet, temelleri yıpratılmış bir binânın odalarını tâmir ve tezyine çalışmak, o binânın yıkılmaması için ne derece bir fayda temin edebilir? Köklerinin çürütülmesine çabalanan bir ağacın kurumaması için dal ve yapraklarını ilâçlayarak tedbir almaya çalışmak, o ağacın hayatına bir fayda verebilir mi?

İnsan, saray gibi bir binâdır. Temelleri erkân-ı imâniyedir. İnsan bir şeceredir. Kökü esâsât-ı imâniyedir.

İmânın rükünlerinden en mühimi, imân-ı billâhtır, Allah'a imândır; sonra nübüvvet ve haşirdir. Bunun için, bir insanın en başta elde etmeye çalıştığı ilim, İmân ilmidir. İlimlerin esâsı, ilimlerin şâhı ve padişahı İmân ilmidir.

İmân, yalnız icmâlî bir tasdikten ibâret değildir. İmânın çok mertebeleri vardır. Taklidî bir imân, husûsan bu zamandaki dalâlet, sapkınlık fırtınaları karşısında çabuk söner. Tahkikî İmân ise sarsılmaz, sönmez bir kuvvettir. Tahkikî imânı elde eden bir kimsenin İmân ve İslâmiyeti dehşetli dinsizlik kasırgalarına da mâruz kalsa, o kasırgalar bu İmân kuvveti karşısında tesirsiz kalmaya mahkûmdur. Tahkikî imânı kazanan bir kimseyi, en dinsiz feylesoflar dahi bir vesvese veya şüpheye düşürtemez.

İşte bu hakikatlere binâen, biz de tahkikî imânı ders vererek imânı kuvvetlendirip, insanı ebedî saadet ve selâmete götürecek Kur'ân ve İmân hakikatlerini câmi' bir eseri, sebat ve devam ve dikkatle okumayı katiyetle lâzım ve elzem gördük. Aksi takdirde, bu zamanda dünyevî ve uhrevî dehşetli musîbetler içine düşmek, şüphe götürmez bir hakikat halindedir. Bunun için, yegâne kurtuluş çaremiz Kur'ân-ı Hakîmin imânî âyetlerini ve bu asra bakan âyet-i kerîmelerini tefsir eden yüksek bir Kur'ân tefsirine sarılmaktır.

Şimdi, "Böyle bir eser bu asırda var mıdır?" diye bir suâlin içinizde hâsıl olduğu, nurânî bir heyecanı ifâde eden sîmâlarınızdan anlaşılmaktadır.

Evet, bu çeşit ihtiyacımızı tam karşılayacak olan bir eseri bulmak için çok dikkat ve itinâ ile aradık. Nihayet, hem Türk gençliğine, hem umum Müslümanlara ve beşeriyete Kur'ânî bir rehber ve bir mürşid-i ekmel olacak bir eserin Bediüzzaman Said Nursî'nin Risâle-i Nur eserleri olduğu kanaatine vardık. Bizimle beraber, bu hakikate Risâle-i Nur'la imânını kurtaran yüz binlerle kimseler de şâhittir.

Halbuki, imânın rükünlerinden birisinde hâsıl olacak bir şüphe veya inkâr, dinin teferruâtında yapılan lâkaydlıktan pekçok defa daha felâketli ve zararlıdır. Bunun içindir ki, şimdi en mühim iş, taklidî imânı tahkikî imâna çevirerek imânı kuvvetlendirmektir, imânı takviye etmektir, imânı kurtarmaktır. Herşeyden ziyâde imânın esâsâtıyla meşgul olmak, katî bir zarûret ve mübrem bir ihtiyaç, hattâ mecburiyet hâline gelmiştir. Bu, Türkiye'de böyle olduğu gibi, umum İslâm dünyasında da böyledir.

Evet, temelleri yıpratılmış bir binânın odalarını tâmir ve tezyine çalışmak, o binânın yıkılmaması için ne derece bir fayda temin edebilir? Köklerinin çürütülmesine çabalanan bir ağacın kurumaması için dal ve yapraklarını ilâçlayarak tedbir almaya çalışmak, o ağacın hayatına bir fayda verebilir mi?

İnsan, saray gibi bir binâdır. Temelleri erkân-ı imâniyedir. İnsan bir şeceredir. Kökü esâsât-ı imâniyedir.

İmânın rükünlerinden en mühimi, imân-ı billâhtır, Allah'a imândır; sonra nübüvvet ve haşirdir. Bunun için, bir insanın en başta elde etmeye çalıştığı ilim, İmân ilmidir. İlimlerin esâsı, ilimlerin şâhı ve padişahı İmân ilmidir.

İmân, yalnız icmâlî bir tasdikten ibâret değildir. İmânın çok mertebeleri vardır. Taklidî bir imân, husûsan bu zamandaki dalâlet, sapkınlık fırtınaları karşısında çabuk söner. Tahkikî İmân ise sarsılmaz, sönmez bir kuvvettir. Tahkikî imânı elde eden bir kimsenin İmân ve İslâmiyeti dehşetli dinsizlik kasırgalarına da mâruz kalsa, o kasırgalar bu İmân kuvveti karşısında tesirsiz kalmaya mahkûmdur. Tahkikî imânı kazanan bir kimseyi, en dinsiz feylesoflar dahi bir vesvese veya şüpheye düşürtemez.

İşte bu hakikatlere binâen, biz de tahkikî imânı ders vererek imânı kuvvetlendirip, insanı ebedî saadet ve selâmete götürecek Kur'ân ve İmân hakikatlerini câmi' bir eseri, sebat ve devam ve dikkatle okumayı katiyetle lâzım ve elzem gördük. Aksi takdirde, bu zamanda dünyevî ve uhrevî dehşetli musîbetler içine düşmek, şüphe götürmez bir hakikat halindedir. Bunun için, yegâne kurtuluş çaremiz Kur'ân-ı Hakîmin imânî âyetlerini ve bu asra bakan âyet-i kerîmelerini tefsir eden yüksek bir Kur'ân tefsirine sarılmaktır.

Şimdi, "Böyle bir eser bu asırda var mıdır?" diye bir suâlin içinizde hâsıl olduğu, nurânî bir heyecanı ifâde eden sîmâlarınızdan anlaşılmaktadır.

Evet, bu çeşit ihtiyacımızı tam karşılayacak olan bir eseri bulmak için çok dikkat ve itinâ ile aradık. Nihayet, hem Türk gençliğine, hem umum Müslümanlara ve beşeriyete Kur'ânî bir rehber ve bir mürşid-i ekmel olacak bir eserin Bediüzzaman Said Nursî'nin Risâle-i Nur eserleri olduğu kanaatine vardık. Bizimle beraber, bu hakikate Risâle-i Nur'la imânını kurtaran yüz binlerle kimseler de şâhittir

Dokuzuncusu: Müfessirin Kur'ânî ve şer'î meseleleri beyân ederken şu veya bu tazyik ve işkenceyi nazara almayan, herhangi bir tesir altında kalarak fetvâ vermeyen ve ölümü istihkâr edip dünyaya meydan okuyacak bir İmân kuvvetiyle hakikati pervâsızca söyleyen İslâmî şecaat ve cesârete mâlik olan bir müfessir olması gerektir.

Hem, idâm plânlarının tatbik edildiği ve birtek dinî risâle neşrettirilmediği dehşetli bir devirde, bilhassa imhâ edilmesi ve söndürülmesi hedef tutulan Kur'ânî, şer'î esâsâtı telif ve neşretmiş olduğu meydanda olmakla bir mürşid-i kâmil ve İslâmın bu asırda hakiki bir rehber-i ekmeli ve Kur'ân'ın mûteber bir müfessir-i âzamı olmuş olması lâzımdır.

İşte bu zamanda, yukarıda mezkûr dokuz şart ve hususiyetlerin, müellif Said Nursî'de ve eserleri olan Nur Risâlelerinde aynıyla mevcut olduğu, hakiki ve mütebahhir ulemâ-i İslâmın icmâ ve tevâtür ve ittifâkıyla sabit olmuştur. Ve hem intibâha gelmekte olan bu millet-i İslâmiyece, Avrupa ve Amerikaca mâlûm ve musaddaktır.

İşte arkadaşlar, biz, böyle bir tefsir-i Kur'ân arıyor ve böyle bir müfessir istiyorduk.

Kıymetli kardeşlerim,

Böyle dehşetli bir asırda, insanın en büyük meselesi, imânı kurtarmak veya kaybetmek dâvâsıdır. Umumi harbler, beşere intibah vermiş, dünya hayatının fânîliğini ihtar etmiştir ve bâkî bir âlemde, ebedî bir saadet içinde yaşamak hissini uyandırmıştır. Elbette böyle muazzam bir dâvâyı şaşırtıcı ve aldatıcı bir zamanda kazanabilmek için, bir dâvâ vekili bulmakta Haşiye çok dikkatli olmamız lâzımdır. Bunun için tetkîkâtımızı biraz daha genişleteceğiz. Şöyle ki:

Asrımızdan evvelki İslâmiyetin ilm-i kelâm dâhîleri ve dinimizin hârika imamları ve Kur'ân-ı Hakîmin dâhî müfessirlerinin vücuda getirdikleri eserler kıymet takdiri mümkün olmayacak derecede kıymettardır. O zâtlar, İslâmiyetin birer güneşidirler. Fakat bu zaman, o büyük zâtların yaşadığı zaman gibi değildir.

Eski zamanda dalâlet, cehâletten geliyordu. Bunun yok edilmesi kolaydır. Bu zamanda dalâlet, Kur'ân ve İslâmiyete ve imâna taarruz, fen ve felsefe ve ilimden geliyor. Bunun izâlesi müşküldür. Eski zamanda ikinci kısım, binden bir bulunuyordu; bulunanlardan, ancak binden biri, irşad ile yola gelebilirdi. Çünkü, öyleler hem bilmiyorlar, hem kendilerini bilir zannediyorlar.

 



 

Haşiye: Hem, bundan evvelki asırlarda, müsbet ilimlerin yirminci asırdaki kadar terakkî etmemiş olduğu mâlûmunuzdur.

Şu halde, bu asırda dünyaya yayılmış olan dinsizlik ve maddiyyunluğu kökünden yıkabilmek, hak ve hakikat yolunu gösterip beşeri sırat-ı müstakîme kavuşturmak, imânı kurtarabilmek için, ancak ve ancak Kur'ân-ı Hakîmin bu asra bakan vechesini keşfedip, umumun müstefid olabileceği bir şekilde tefsir edilmesi elbette bu asırda kâbil olacaktır.

İşte, Bediüzzaman Said Nursî, Kur'ân-ı Kerîmdeki bu asrın muhtaç olduğu hakikatleri keşfedip, Nur Risâlelerinde, herkesin kabiliyeti nisbetinde istifade edebileceği bir tarzda tefsir ve izah etmek muvaffakıyetine mazhar olmuştur. Bunun içindir ki, Risâle-i Nur, emsâli görülmemiş bir şâheserdir kanaatine varılmıştır.

Ve yine Risâle-i Nur'daki bu imtiyazdan dolayıdır ki, bu mübârek İslâm milletinden milyonlarca bahtiyar kimseler, tercihan ve ziyâde bir ihtiyaç duyarak, büyük bir iştiyak ve sevgiyle senelerce devam eden tazyikâtlar içerisinde Risâle-i Nur'u okumuşlardır.

Hem, Risâle-i Nur ihtiyaç zamanında telif edildiğinden, Türkiye ve İslâm dünyası genişliğinde gelişmiş ve dünyayı alâkadar eden bir imtiyaza mazhar olduğunu gözlere göstermiştir.

Kıymetli kardeşlerim,

Said Nursî, kırk sene evvel İstanbul'da iken, "Kim ne isterse sorsun" diye, hârikulâde bir ilânât yapmıştır. Bunun üzerine o zamanın meşhur âlim ve allâmeleri, Bediüzzaman'ın hücresine kafile kafile gidip, her nevi ilimlere ve muhtelif mevzulara dâir sordukları en müşkül, en muğlâk suâlleri Bediüzzaman duraklamadan doğru olarak cevaplandırmıştır.

Böyle had ve hududu tâyin edilmeyen, yani "Şu veya bu ilimde veya mevzuda, kim ne isterse sorsun" diye bir kayıt konulmadan ilânât yapmak ve neticede dâimâ muvaffak olmak, beşer tarihinde görülmemiş ve böyle ihâtalı ve yüksek bir ilme sahip böyle bir İslâm dâhîsi, şimdiye kadar zuhur etmemiştir; Asr-ı Saadet müstesnâ.

Hattâ o zamanlarda, Mısır Câmiü'l-Ezher Üniversitesi reislerinden meşhur Şeyh Bahît Efendi, İstanbul'a bir seyahat için geldiğinde, Kürdistan'ın sarp, yalçın kayaları arasından gelerek, İstanbul'da bulunan Bediüzzaman Said Nursî'yi ilzam edemeyen İslâm ulemâsı, Şeyh Bahît'ten bu genç hocanın (Bediüzzaman'ın) ilzam edilmesini isterler. Şeyh Bahît de, bu teklifi kabul ederek bir münâzara zemini arar. Ve bir namaz vakti, Ayasofya Câmiinden çıkılıp çayhâneye oturulduğunda, bunu fırsat telâkkî eden Şeyh Bahît Efendi, Bediüzzaman Said Nursî'ye hitâben:

 

yani: "Avrupa ve Osmanlı Devleti hakkında ne diyorsunuz? Fikriniz nedir?"

Şeyh Bahît Efendi Hazretlerinin bu suâlden maksadı Bediüzzaman Said Nursî'nin şek olmayan bir bahr-i umman gibi ilmini ve ateşpâre-i zekâsını tecrübe etmek değildi. Zaman-ı istikbâle âit şiddet-i ihâtasını ve idâre-i âlemdeki siyâsetini anlamak fikrinde idi.

Buna karşı Bediüzzaman'ın verdiği cevap şu oldu:

 

 

yani, "Avrupa bir İslâm Devletine, Osmanlı Devleti de bir Avrupa devletine hâmiledir. Bir gün gelip doğuracaklardır."

 

Bu cevaba karşı, Şeyh Bahît Hazretleri, "Bu gençle münâzara edilmez. Ben de aynı kanaatte idim; fakat bu kadar veciz ve beliğâne bir tarzda ifâde etmek, ancak Bediüzzaman'a hastır" demiştir.

Nitekim, Bediüzzaman'ın dediği gibi, ihbarâtın iki kutbu da tahakkuk etmiş. Bir iki sene sonra Meşrûtiyet devrinde, şeâir-i İslâmiyeye muhâlif çok âdât-ı ecnebiyeyi ahzetmek ve gittikçe Türkiye'de yerleştirmekle; ve şimdi Avrupa'da Kur'ân'a ve İslâmiyete karşı gösterilen hüsn-ü alâka ve bilhassa bahtiyar Alman milletinde fevc fevc İslâmiyeti kabul etmek gibi hâdiseler, o ihbarı tamamıyla tasdik etmişlerdir.

İşte, büyük ulemâ-i İslâm ve meşâyih-i kirâm, çok tecrübe ve imtihanlarla şöyle bir kanaate varmışlardır ki, Bediüzzaman ne söylerse hakikattir. Bediüzzamanın eserleri sünûhât-ı kalbiye olup, cumhur-u ulemânın tasdik ve takdirine mazhardır.

Ehl-i ilim, ehl-i tasavvuf ve ehl-i mektep ve fen, Bediüzzaman'ın eserlerinden sadece istifâza ve istifade ederler. Evet, üç aylık bir tahsili bulunan ve kırk seneden beri Kur'ân-ı Kerîmden başka bir kitapla iştigal etmeyen, yüz otuzu Türkçe, on beşi Arapça olan eserlerini telif ederken hiçbir kitaba mürâcaat etmediği, henüz hayatta olan kâtipleri tarafından şehâdet edilen, esâsen kütüphânesi de bulunmayan, yarım ümmî bir zât, öyle misilsiz bir ilânâtla, ulûm-u cedîde de dahil mütenevvi' ilimlerde, yüksek âlimler ve büyük mürşidlerle, genç yaşında yaptığı münâzaraların hepsinde muvaffak olduğu meydanda bulunan, ittifaklı olan meseleleri tasdik ve ihtilâflı olanları tashih eden, kendisi için "Bediüzzaman'ın cevap veremeyeceği bir suâl yoktur" diye allâmeler tarafından tasdik edilen ve Avrupa'nın bir kısım idrâksiz ve garazkâr feylesoflarının, müteşâbih âyet-i kerîme ve hadîs-i şeriflere yaptığı taarruzlarını, o âyet ve hadîslerin birer mu'cize olduğunu eserleriyle ispat ederek itirazlarını kökünden yıkan ve böylece evhâma düşürülen bâzı ehl-i ilmi de kurtarıp, İslâmiyete olan hücumları akîm bırakan Said Nursî gibi bir müellifin, elbette dâhî bir müfessir-i Kur'ân ve onun ilminin vehbî ve vâsi' olduğuna, eserleri olan Nur Risâlelerinin bir hayat boyunca okumaya lâyık hârika bir şâheser olduğuna şüphe edilemez.

Müteyakkız kardeşlerim,

Hem bizim, hem İslâm dünyasının ebedî hayatının necâtını, kurtulmasını temin edecek ve bizi tenvir ve irşad ederek dalâletten muhafaza edecek bir eser intihâb etmekte, bu kadar dikkatli olmamız çok lüzûmludur. Çünkü bu zamanda, türlü türlü aldatmalarla, perde arkasından İslâm gençliğini yoldan çıkarmaya çalışıyorlar.

Bir eser okunacağı veya bir söz dinleneceği zaman, evvelâ,

 

 

yani "Kim söylemiş? Kime söylemiş? Niçin söylemiş? Ne makamda söylemiş?" olan bir kaide-i esâsiyeyi nazar-ı itibara almalı.

 

Evet, kelâmın tabakâtının ulviyeti, güzelliği ve kuvvetinin menbaı, şu dört şeydir: Mütekellim, muhatap, maksad ve makam. Yoksa, her ele geçen kitap okunmamalı, her söylenen söze kulak vermemelidir. Meselâ, bir kumandanın, bir orduya verdiği arş emriyle, bir neferin arş sözü arasında ne kadar fark vardır. Birincisi, koca bir orduyu harekete getirir; aynı kelâm olan ikincisi, belki bir neferi bile yürütemez.

İşte, bu dört esastan dolayı ve hem Said Nursî'ye karşı kalblerinde büyük bir sevgi taşıyan yüz binlerle kimseler, sevgiyle üstadlarının en küçük hâline dahi, büyük bir ehemmiyet vererek onları öğrenip ittibâ etmek, uymak arzusunu taşıdıklarından, buradaki bir kısım kardeşlerimiz, Üstâdımızın hayatı, eserleri, meslek ve meşrebi hakkında mâlûmât verilmesini ısrarla istediler.

Fakat, Bediüzzaman gibi bir zâtın hayatı ve eserleri ve seciyelerini tam ifâde edemeyeceğiz. Bu hakikat, basîretli ehl-i ilim olan ediblerce de itiraf edilmiş olduğundan, bu hizmet, bizim haddimizden çok uzaktır. Hem, Bediüzzaman hakkında mâlûmât almak isteyen kardeşlerimize, bunun ancak ve ancak Risâle-i Nur külliyâtını dikkat ve devamlı okumak sûretiyle mümkün olduğunu arz ederiz.

Azîz kardeşlerim,

Bu mübârek vatan ve milletin ve âlem-i İslâmın ebedî saadetini ve kurtuluşunu ve dolayısıyla yeryüzünde umumi sulh ve selâmeti temin edecek bir inâyet ve kudrete mâlik olan Risâle-i Nur'un şahs-ı mânevîsinde şöyle gayet sağlam kuvvetler toplanmış ve imtizaç etmiştir:

1. Yüksek bir kuvvet ve bütün kemâlâtın üstâdı olan hakikat-i İslâmiye.

2. Şehâmet-i imâniye. Yani tezellül etmemek, bîçarelere tahakküm ve tekebbür etmemek.

3. Müslümanlığın insana verdiği izzet ve şeref, terakkî ve teâlînin en mühim âmili olan izzet-i İslâmiye.

Arkadaşlar,

Şu meâlde bir hadîs-i şerif var ki: "Hakiki âlimler, zâlim hükümdarlara karşı hak ve hakikati pervâsızca söyleyen âlimlerdir." İşte biz, ancak böyle ve müttakî bir allâmenin söz ve eserlerine itimad edebiliriz.

Asrımızda ise, hayatındaki vâkıalar ve eserleriyle bu hadîs-i şerife mâsadak olan Risâle-i Nur meydandadır. Müellif Bediüzzaman dinî mücâhedesi ve Kur'ân'a hizmetinde ve ubûdiyetinde, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın Sünnet-i Seniyyesine tam ittibâ etmiş bir mücâhiddir. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz, dünyanın en muazzam siyasî hadisesi olan Bedir Muharebesinde, Sahabe-i Kirâma, nöbet nöbet cemaatle namaz kıldırmıştır. Yani, vâcib olmayan, husûsan muharebe zamanında terk edilebilen, "cemaatle namaz kılmak" gibi bir hayrı, dünyanın en büyük siyasî vak'asına tercih etmiştir, üstün tutmuştur. Ufak bir sevâbı, harb cephesinin o dehşetleri içinde dahi terk etmemiştir.

Bediüzzaman, gönüllü alay kumandanı olarak katıldığı Rus Harbinde, harb cephesinde, avcı hattında, Kur'ân'ın bir kısmının tefsiri olan meşhur Arabî İşârâtü'l-İ'câz tefsirini telif etmiş ve bu eser-i azîm, âlem-i İslâmda en büyük âlimlerin takdir ve tahsinine mazhar olmuş ve tam anlamaktan âciz kaldıklarını ve öyle bir tefsir görmediklerini itiraf etmişlerdir ki, Kur'ân-ı Kerîm'in en ince nükte ve en derin meselelerini ve misilsiz i'câz ve hârikulâde yüksek belâgat ve fesâhatini izhâr ve ispat etmiştir. Hattâ bir harfin nüktesini izhâr ederken, avcı ateş hattında, düşman topları zihnini ondan çevirememiş, harbin dağdağa ve dehşetleri mâni olamamıştır.

Ezân-ı Muhammedînin (a.s.m.) yasak edildiği ve bid'aların cebren umuma yaptırıldığı zulümâtlı ve dehşetli bir devirde, Nur Talebeleri, o uydurma ezanı okumamışlar ve böyle bid'alara karşı, kendilerini kahramanca muhafaza ederek, bid'alara girmemişlerdir.

İmân ve İslâmiyetin ortadan kaldırılmaya çalışıldığı ve bir âlimin gizliden gizliye dahi birtek dinî eser neşredemediği fecaat devrinde, Bediüzzaman, nefyedildiği yerlerde zâlim müstebitlerin tarassudât ve tazyikâtı içinde, gizliden gizliye yüz otuz adet imânî eser telif ve neşretmiştir. Bununla beraber, geceleri pek az bir uykudan sonra, esâret altında inleyen İslâm milletlerinin necât ve salâhı için duâlar etmiş, dergâh-ı İlâhiyeye ilticâ ederek yalvarmıştır.

Evet, Hazret-i Üstad, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimizin Sünnet-i Seniyyesine tam iktidâ etmiştir.

Bediüzzaman'ın bu hâli de, bütün İslâm mücâhidlerine ve umum Müslümanlara bir örnektir. Yani, cihad ile ubûdiyet ve takvâyı beraber yapıyor, birini yapıp, diğerini ihmâl etmiyor. Cebbâr ve zâlim din düşmanlarının plânıyla hapishânelere sevk edilip, tecrid-i mutlakta ve gayet soğuk bir odada bırakılması ve şiddetli soğukların ve hastalıkların ıztırapları ve titremeleri ve ihtiyarlığın tâkatsizlikleri içinde bulunması dahi telifâta noksanlık vermemiştir.

Sıddîk-ı Ekber (r.a.) demiştir ki: "Cehennemde vücudum o kadar büyüsün ki, ehl-i imâna yer kalmasın." Bediüzzaman, bu gayet ulvî seviyenin bir lem'acığına mazhar olmak için, "Birkaç adamın imânını kurtarmak için Cehenneme girmeye hazırım" diye fedâkârlığın şâhikasına yükselmiş ve böyle olduğu, Kur'ân ve İslâmiyetin fedâi ve muhlis bir hâdimi olduğu, seksen senelik hayatının şehâdetiyle sabit olmuştur.

Kur'ân ve İmân hizmeti için Bediüzzaman'ın haysiyetini, şerefini, ruhunu, nefsini, hayatını fedâ ettiği, mâruz kaldığı o kadar şedid zulüm ve işkencelere ve giriftar edildiği çok musîbet ve belâlara karşı gösterdiği son derece sabır, tahammül ve itidâl, birer şâhid-i sâdık hükmündedirler.

Bediüzzaman, Kur'ân, imân, İslâmiyet hizmeti için dünyevî rahatlıklarını fedâ etmiş; dünyevî, şahsî servetler edinmemiş, zühd ve takvâ ve riyâzet, iktisad ve kanaatla ömür geçirerek dünya ile alâkasını kesmiştir.

Bu cümleden olarak, Müslümanların refah ve saadeti için, bütün ömür dakikalarını sırf İmân hizmetine vakf ve hasretmek ve ihlâsa tam muvaffak olmak için, kendini dünyadan tecrid ederek, mücerred kalmıştır. Evet, Bediüzzaman İmân ve İslâmiyet hizmeti için herşeyden bu derece fedâkârlık yapan, fakat bütün bunlarla beraber ubûdiyet, zühd ve takvâda da bir istisna teşkil eden tarihî bir İslâm fedâisi ve Kur'ân-ı Hakîmin muhlis bir hâdimi pâyesine yükselmiştir.

Bediüzzaman'ın, Risâle-i Nur dâvâsında öyle bir itminânı, öyle bir sıdk ve sadâkati, öyle bir sebat ve metâneti, öyle bir ihlâsı vardır ki, din düşmanlarının o kadar şiddetli zulüm ve istibdadları, o kadar hücum ve tazyikâtları ve bunlarla beraber maddî yokluklar içinde bulunması, dâvâsından vazgeçirememiş ve küçük bir tereddüt dahi îkâ edememiştir.

Said Nursî, Eski Said tâbir ettiği gençliğinde felsefede çok ileri gitmiştir. Garbın Sokrat'ı, Eflâtun'u, Aristo'su gibi hakikatli feylesofları ve Şarkın İbn-i Sinâ, İbn-i Rüşd, Fârâbi gibi dâhî hükemâlarından felsefe ve hikmette Kur'ân-ı Hakîmin feyziyle çok ileri geçmiş ve Kur'ân'dan başka halâskâr ve hakiki rehber olmadığını dâvâ etmiş ve Risâle-i Nur eserlerinde ispat etmiştir. Bu hakikatlerde şüphesi olan olursa, Üstad âhirete teşrif etmeden bizzat şüphesini izâle edebilir.

Said Nursî, Kur'ân ve imâna hizmet mesleğini ihtiyâr edip, hiçbir maddî ve mânevî menfaat, salâhat ve velîlik gibi mânevî makamları maksad ve gâye etmeden, sırf Cenâb-ı Hakkın rızâsı için hizmet yapmıştır. Basîretli ehl-i ilim tarafından bütün Müslümanlarca "Zuhuru beklenen siyasî ve dinî bir halâskârdır" gibi şahsına verilen yüksek mertebeyi Bediüzzaman hiddetle reddetmiş, kendisinin ancak Kur'ân'ın bir hizmetkârı ve Risâle-i Nur Talebelerinin bir ders arkadaşı olduğuna inanmış ve beyân etmiştir.

Millî Müdâfaa Vekâletinde yirmi beş sene hizmet görmüş muhterem, âlim bir zâtın, şimdi aramızda bulunan bir kısım arkadaşlarımızla, evvelki gün ziyâretine gittiğimiz vakit, Bediüzzaman Hazretleri hakkında demişti ki: "Bediüzzaman'ın nasıl bir zât olduğunu anlayabilmek için Risâle-i Nur külliyâtını dikkatle, sebatla okumak kâfidir. Size bir misâl olarak, yalnız dünyevî iktidârı bakımından derim ki:

Bediüzzaman, Risâle-i Nur'un şahs-ı mânevîsiyle yalnız bir devleti değil, dünya yüzündeki milletlerin idâresi ona verilse, onları selâmet ve saadet içinde idâre edecek bir iktidar ve inâyete mâliktir."

Evet, Bediüzzaman nâdire-i hilkattir. Fakat, yirmi beş senedir hem kendini, hem talebelerini siyâsetten men etmiştir, dünyevî işlerle meşgul değildir.

Bediüzzaman'ın Risâle-i Nur'u telif ettiği zamanlarda ve hizmet-i Kur'âniyede istihdam edildiği anlarda; zekâsı, fetâneti, aklı, mantığı, zihni, hayâli, hâfızası, teemmülü, ferâseti, seziş ve kavrayışı, sür'at-i intikali ve rûhî, kalbî, vicdânî hâsseleri, duyguları ve mânevî letâifinin emsâlsiz bir tarzda olması, istihdam edildiğine âşikâr bir delildir ki, kendi ihtiyârıyla, keyfiyle değil, inâyet-i İlâhiye ile Kur'ân'a hizmetkârlık etmiş bir derecede olduğu, basîretli ehl-i ilim ve ehl-i kalbçe musaddak ve müstahsendir.

Mısır'da fâzıl ulemâdan, merhum Abdülaziz Çavuş, Bediüzzaman'ın Fatinü'l-asr olduğu ve müthiş bir fart-ı zekâya mâlik bulunduğu mevzuunda, Mısır matbuâtında makale neşretmiştir.

Büyük ve salâbetli bir âlim olan Şeyhü'l-İslâm merhum Mustafa Sabri Efendi, Mısır'da Risâle-i Nur'a sahip çıkmış ve Câmiü'l-Ezher Üniversitesinde en yüksek bir mevkie koymuştur.

Risâle-i Nur, İslâmiyetin gayet keskin ve elmas bir kılıcıdır. Bu hakikatlere bir delil ise, Bediüzzaman'ın zâlim hükümdarlara ve kumandanlara, ölümü istihkâr ederek, hakikati pervâsızca tebliğ etmesi ve dünyayı saran dinsizlik kuvvetine mukabil hakâik-ı Kur'âniye ve imâniyeyi, kendini fedâ ederek, istibdâdın en koyu devrinde neşretmesi ve bu kudsî hakikate, cansiperâne hizmet etmesîdir.

Bir müdde-i umumi, iddiânâmesinde, "Bediüzzaman, ihtiyarladıkça artan enerjisiyle dinî faaliyete devam etmektedir"; Denizli mahkemesi ehl-i vukuf raporunda, "Evet, Said Nursî'de bir enerji vardır. Fakat bu enerjisini tarîkat veya bir cemiyet kurmakta sarf etmemiş, Kur'ân hakikatlerini beyân ve dine hizmete sarf ettiği kanaatine varılmıştır" denilmektedir.

Din aleyhindeki eski hükümetlerin vekillerinden birisi, antidemokratik kanunların Millet Meclisinde müzâkeresi esnâsında, "Bediüzzaman Said-i Nursî'nin dinî faaliyetine, yirmi beş seneden beri mâni olamıyoruz" demiştir.

Biz de deriz ki: Evet, Said Nursî Hazretleri, emsâli görülmemiş dinamik ve enerjik bir zâttır. Bediüzzaman'ın hârika bir insan olduğunu, din düşmanları olan muârızları dahi kalben tasdik ve takdir etmektedirler.

Said Nursî, bâzan bir talebesine Risâle-i Nur'dan okuyuvermek nimetini lûtfettiği zaman der ki: "Bu benim dersimdir. Ben kendim için okuyorum. Bu risâleyi şimdiye kadar belki yüz defa okumuşum. Fakat, şimdi yeni görüyorum gibi tekrar okumaya ihtiyaç ve iştiyâkım var."

   
Senden Önce 33 ziyaretçi (174 klik) Kişi Buradaydi.
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol