İslam Ansiklopedisi - Namaz ve Biz - tasavvuf yunus emre 147
   
Menü
  Ana Sayfa
  İletişim
  Yorum Ve Görüşleriniz
  Burdayiz
  Bize Destek Olun
  DOSTLARIMIZ
  Anket
  Ahir Zaman
  Al-i İmran Suresi
  Allah'tan Korkmak
  Allah'ın 99 İsmi
  A'raf Suresi
  Ashab-i Kehf
  Bakara Suresi
  BAS ÖRTÜSÜ
  Bediuzzaman Said Nursi
  Berat Kandili
  Büyük Günahlar
  Cennet Ve Cehennem
  Cinler
  Dinimiz
  Din Eğitiminde İnsanın Merkezileşmesi
  Din Ve İnsan
  El Zinasi
  Esmâül Hüsnâ
  Evreni Allah Yarattı
  Evrenin Ölümünün Ardından
  Esmaül Hüsnanin Önemi
  Esma-i Hüsnâ'dan Esintiler
  Esnaül Hüsna Faziletleri - Faydalari
  Esmaül Hüsna (Geniş Anlamlı)
  Esmaül Hüsna Zikirleri
  Filistine Destek İHH
  Filistine Destek K.Y.M
  Kiyamete Dogru
  Günün Konusu
  Site Haritasi
  Soru Cevap
  Şiirler
  Risale-i Nur
  Resim Galerisi
  İlahi Oku
  Peygamberlerimiz
  Gusül Ve Abdest
  Islamda Kadın ve Erkek
  Mezhebler
  Mucizeler
  ViDEOLAR
  SiiR
  Namaz Hakkında
  Namazın Edebi
  Namaz Vakitleri
  Namaz ve Sağlık
  Namazlar ve Niyet
  54 FARZ
  Zina Ve Çeşitleri
  Zinanin Kötülüğü
  Zina Ve Dünyevi Azabi
  Zinanin Uhrevi Azabi
  Göz Zinasi
  Göz Zinasi 2
  Gıybet
  Zulüm
  Kibir
  Kızmak
  Şehvet
  Haram ve Şüpheli Yemek
  Kur'an Ve Önemi
  Yunus Suresi
  Fil Suresi
  Kureyş Suresi
  Kuranin Önemi
  Kur'anin İnişi
  İnsan
  İbadetin Önemi
  Nefis
  Ölüm
  Oruç Ve Çeşitleri
  Oruçlarda Niyetin Vakti
  Orucu Bozan Şeyler
  Farz Oruçlar
  Oruç Çeşitleri
  Mübarek Aylar,Günler ve Geceler
  Kadir Gecesi
  Recep Ayı
  Regaib Gecesi
  Miraç Kandili
  Şaban Ayı
  Ramazan Ayı
  Şevval Ayı
  Kurban ve Kurban Bayrami
  Muharrem Ayı ve Aşure Günü
  Kutlu Doğum ve Mevlid Kandili
  Kıyamet
  Kıyamet Günü 1
  Kıyamet Günü 2
  Kıyamet Günü 3
  Hz. Mehdi
  İlahiler
  Karışık İlahi
 
  Esmaül Hüsna Esintisi Dergisi
  Ilk Müslümanlar
  Islam Tarihimiz
  Resimli Namaz Anlatimi
  Islam Alimleri
  Kabe
  Nasihatlar
  HlCRET
  Kuran Ögreniyorum
  DuaIar
  Ahlak Bilgileri
  Besmele Kampanyasi
  Tevhidisohbet
  Sahabaler
  Hadisler
  Osmanli Padisahlari
  Türkiye il ve ilçeler
  İl İl Namaz Vakitleri
  il il imsakiye - İftar Vakitleri
  Güzel Sözler
  Dursun Ali Erzincanlı
  Şifali Bitkiler
  ilmihal
  Unutulan Sünnetler
  İslami Resimler
  Salavat
  Bilim
  Ramazana Özel
  Kuran-ı Kerim Türkçe Meali
 
  Bediüzzaman Said Nursi Hayati
  Sözler
  Mektubat
  Lemalar
  Şualar
  Hür Adam Bediuzzaman Said Nursi - Fragman
 
  Atatürk
  Ödevler
 
  Teknoloji
 
  Google
  Faydalı Siteler
 
  Facebook
  Reklam

 



"O, yaratan, var eden, şekil veren Allah'tır. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun şanını yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.(Haşr-24)"

 
ALLAH
(Uluhiyete mahsus sıfatların hepsini kendinde toplayan İsm-i Azam)

RAHMÂN
(Bütün yaratılmışlar hakkında hayır ve merhameti tercih eden)

RAHÎM
(Çok merhamet eden, nimet veren)

MELİK
(Bütün kainatın tek sahibi ve mutlak hükümdarı)

KUDDÛS
(Hatadan, gafletten ve her eksiklikten münezzeh)

SELÂM
(Esenlik veren, kullarını selamete çıkaran)

MÜ'MİN
(Gönüllere iman ışığını veren, vaadine güvenilen)

MÜHEYMİN
(Kainatın bütün işlerini gözetip yöneten)

AZÎZ
(Yenilmeyen yegane galip)

CEBBÂR
(İradesini her durumda yürüten, dilediğini zorla yaptırmaya muktedir olan)

MÜTEKEBBİR
(Her şeyde büyüklüğünü gösteren)

HÂLIK
(Büyün mevcudatı takdirine uygun şekilde yaratan)

BÂRİ'
(Bir model olmaksızın canlıları yaratan)

MUSAVVİR
(Her şeye şekil ve özellik veren)

GAFFÂR
(Daima affeden, tekrarlanan günahları bağışlayan)

KAHHÂR
(Her şeye her istediğini yapacak şekilde galip ve hakim)

VEHHÂB
(Karşılık beklemeden bol bol veren)

REZZÂK
(Bedenlerin ve ruhların gıdasını yaratıp veren)

FETTÂH
(Zorlukları kolaylaştıran ve iyilik kapılarını açan)

ALÎM
(Herşeyi çok iyi bilen)

KÂBID
(Rızkı tutan, canlıların ruhunu alan)

BÂSIT
(Rızkı genişleten, ruhları bedenlerine yayan)

HÂFID
(Alçaltan, zillete düşüren)

RÂFİ'
(Yukarı kaldıran, yükselten)

MUİZ
(Yücelten, izzet ve şeref veren)

MÜZİL
(Alçaltan, zillet veren)

SEMİ'
(Her şeyi işiten)

BASÎR
(Her şeyi gören)

HAKEM
(Son hükmü veren)

ADL
(Mutlak adalet sahibi, çok adaletli)

LATÎF
(Yaratılmışların ihtiyacını en ince noktasına kadar bilip, sezilmez yollarla karşılayan)

HABÎR
(Her şeyin iç yüzünden haberdar olan)

HALÎM
(Acele ile ve kızgınlıkla muamele etmeyen)

AZÎM
(Zatının ve sıfatlarının mahiyeti anlaşılamayacak kadar ulu)

GAFÛR
(Bütün günahları bağışlayan)

ŞEKÛR
(Az iyiliğe çok mükafat veren)

ALÎ
(İzzet, şeref ve hükümranlik bakımından en yüce, aşkın)

KEBÎR
(Zatının ve sıfatlarının mahiyeti anlaşılamayacak kadar ulu)

HAFÎZ
(Koruyup gözeten ve dengede tutan)

MUKÎT
(Bedenlerin ve ruhların gıdasını yaratip veren, bilip gücü yeten ve koruyan)

HASÎB
(Kullarının her yaptığını bilen, onları hesaba çeken)

CELÎL
(Azamet sahibi)

KERÎM
(Lütuf ve keremi çok bol ve çok geniş)

RAKÎB
(Büyün varlığı gözetleyip, kontrol eden)

MÜCÎB
(Dualara karşılık veren)

VÂSİ'
(İlmi ve merhameti herşeyi kuşatan)

HAKÎM
(Bütün emirleri ve işleri hikmetli olan)

VEDÛD
(Kullarını çok seven, sevilmeye gerçekten layık olan)

MECÎD

Türkiye'nin En Büyük
İslam Ansiklopedisi
Olma Yolunda Hızla Gelişen Bir Sitedir.
İslam Ansiklopedisi 2008 - 2021 ©
YUNUS EMRE

Yunus Emre (1238 -1320) yılları arasında yaşadığı tahmin edilen ve Anadolu da Türkçe şiirin öncüsü olan bir şair ve mutasavvıftır, yaşamına ilişkin belgeler sınırlıdır. Medrese eğitimi gördüğü, Arapça ve Farsça bildiği, İran ve Yunan mitolojisi ile tasavvuf ve tarihi incelediği sanılıyor. Vahdet-i vücut (varlık birliği) öğretisine ulaşan bir tasavvuf yorumunu benimsemiştir.

Gerçeğe, Tanrı'ya, evrensele, her şeyin özüne varmak için ''Şeriat-tarikat-marifet-hakikat'' olmak üzere dört bilgi düzeyi yöntem ayırt eder. Tasavvuf felsefesi ve görüşleri daha çok Bektaşilere yakındır. Şeyhi Taptuk Emre Sinan Ata'nın ardılıdır, Hacı Bektaş Veli'ye bağlıdır. Bir divanı vardır Risaletü'n Nushiye adlı 573 beyitlik şiiri ile şeriat kurallarının üstüne çıkar. Başlangıçtaki düz yazı metinde aklın ve insanın çeşitlerini anlatır. Şiirlerini Oğuz lehçesiyle ve çağının konuşma diliyle yazmıştır. Yaşamı, şiirleri, felsefesi üzerine çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Yunus Ernre üzerine Fuat Köprülü, Burhan Toprak, Abdülbaki Gölpınarlı, Sabahattin Eyüboğlu, Asım Bezirci, F. Kadri Timurtaş, Ahmet Kabaklı, Müjgan Cumbur, Abdurrahman Güzel, Mehmet Bayraktar ve Nezihe Araz gibi çeşitli araştırmacı yazarlar inceleme yapmışlardır.

Yunus Emre? Nereli? Nerede doğmuş, nerde ölmüş, nasıl yaşamış? Kime bağlı, Ne gören var, ne bilen, Hepsi karanlıkta. Yunus'un deyişiyle görenler, bilenler de, ne söylerler, ne bir haber verirler. Ama onlarca mezarı var, üstlerinde adı var, içlerinde kendi yok; Onlarca kitabı var, içlerinde adı var, kendinin kitabı yok. Ama o halkın, insanların gözdesi, soluğu, sesi, Anadoluyu insanlığı sarmış, kendi köyündeyse izinin tozu bile kalmamış; sözü alınmış, satılmış, divanlara birlikte katılmış; O güzel insan kim bilir hangi gurbet köşesinde dağarcığındaki şiiriyle birlikte ölmüş, toprağa katılmış belki ölümü üç günden sonra bile duyulmamış, ölüsü soğuk suyla yuyulmamıştır. Belki tersi olmuş. Bilen yok. Gören yok. Ama o varacağı yere ulaşmış.

Ama halkımız bu insanları kendi çocukları olarak benimsemiş, kişiliklerini, özünü, sözlerini kendi malı sayıp dilediği gibi evirmiş çevirmiştir. O ve halkın nerede söylediğini bilmek imkansız belki de gereksiz artık. "Anadolu da binlerce ağızdan söylenmiş ve söylenen bir Yunus korosu var'' ''En eski yazmalarda yok diye halkın ezberinde yaşayan, ister istemez yontulan, dil değiştiren şiirleri Yunus'un saymamak hiç de bilimsel bir davranış değildir'' En eski yazmalar Yunus'un ölümünden çok sonra derlenmiş, bu yazmalara Yunus'un diline, tutumuna, düşüncesine düpedüz aykırı şiirler de alınmış. Yeni belgeler arana dursun, biz Yunus'u anarken yazmalar kadar sözlü halk geleneğine de saygılı olmayı daha doğru buluyoruz. (S. Eyüboğlu, Yunus Emre sh: 20)


Söylencelerdeki Yunus Emre

Yunus üstüne bütün bildiklerimiz halkın masallaştırdığı gerçeklere dayanıyor. Ancak masallar gerçeği değiştiriyor da tarih kitapları değiştirmiyor mu? Yeni tarihçiler eski zaman gerçeklerini ararken söylenceleri, mitleri hiç de yabana atmıyor, tersine asıl gerçeğin çok kez onlarda gizli olduğunu ileri sürüyor.

Söylencelere, Hacı Bektaş Veli Velayetnamesine göre Yunus Emre bir orta Anadolu köylüsü, Sakarya kıyılarında, Sivrihisar'ın Sarı köy'ünde oturur. ''Taştan topraktan ekmeğini çıkaran, yağmur yağmayınca aç kalan bir Anadolu köylüsü, bütün devletlerin soymaya alışık olduğu bir Anadolu köylüsü. Yağmur yağmaz, ekin olmaz. Yunus günün birinde tohumsuz kalır. Tohumsuz kalan Yunus Emre eşeğine dağdan alıç, ahlat, meyve yükler, buna karşılık biraz tohumluk buğday aramaya çıkar. Duyduğunun izini sürer işte ilk durduğu yerlerden biri de Hacı Bektaş Tekkesidir. Anadolu'nun gerçek fatihleri Anadolu köylüsünün yanı başında, yakınında oturmayı kabul etmiş olanlardır. Bu söylence bize on üçüncü ve on dördüncü yüzyıllarda Bektaşiliğin yaygın olduğunu gösterir. Yunus, tekkeden alıçlarına karşılık buğday ister. Hacı Bektaş Veli kendisine: Buğday yerine nefes versek olmaz mı diye sorar. Yunus illede buğday der. Hacı Bektaş Veli her alıça karşılık bir nefes verelim der. Yunus olmaz der. Her çekirdek başına on nefese kadar çıkar, Hacı Bektaş. Yunus ille buğday diye dayatır. Bunun üzerine Hacı Bektaş fakir Yunus'a götürebileceği kadar buğday verdirir. Sevine sevine yola çıkan Yunus'u yolda bir düşüncedir alır ''Bu insan büyük insan olmasa bana buğday vermezdi. Bir çuval buğday böyle bir insandan daha mı değerli diye düşünür, çiylik ettiğini anlar döner geriye. Alın buğdayı geri, ben nefes istiyorum der. Ama Hacı Bektaş ona nasibin Taptuk Emrece verileceğini, onun tek kesine gitmesini söyler, ''senin "kilidini ona verdik'' der.

Taptuk Emre mi? Onu da söylencelerde arayalım. Hacı Bektaş'ın Anadoluya gelmesi bir güvercin kılığındadır. Bunu haber alan ve gelmesini istemeyen Abdalan-ı Rum birer kartal olup onun yolunu keserler. Kutsal güvercin Anadolu göklerini kara kartal kanatlarıyla kaplı bulur. "Yarar geçer kanatları ama bir hayli de pençe yer. Kan revan içinde yedi evli bir çepni köyüne, bugünkü Hacı Bektaş İlçesine iner, bir duvarın üstüne konar. Fakir bir köylü kadın görür yaralı güvercini, acır haline, yiyecek içecek kor duvarın üstüne. Bu masal Bektaşiliğin köylerde yayıldığını ve kadınların bu tarikatte rolü ve önemi olduğunu anlatıp ip uçları veriyor. Anadolunun en eski ve en büyük tanrılarının kadın olduğu unutulmamalı.

Hacı Bektaş zamanla bütün Rum erenlerinden saygı ve sevgi görür, ama Emre adında bir ermiş Hacı Bektaş'ın semtine bile uğramaz. Hacı Bektaş ona Saru İsmail'i dervişini yollar, tekkesine gelmesini sağlar. Gelince ona erenler arasına nasıl girdiğini sorar, o da perde arasından bir el uzandı, beni erenler arasına aldı ama ben orada Hacı Bektaş adında birini görmedim. Bunun üzerine Hacı Bektaş perde aralığından sana uzanan eli görsen tanır mısın? Tanırım der Emre: Ayasında bir yeşil ben vardı. O zaman Hacı Bektaş sağ elini açar, uzatır. Avucunun içindeki yeşil beni gören Emre yeşil beni görür görmez: Taptuk! Taptuk! diye bağırır, adı o günden sonra Taptuk, kendiside Hacı Bektaş'ın yandaşı ve sözcülerinden biri olur. Bu söylence bize Yunus'u kendine bağlayan Taptuk Emre'nin HacıBektaş'ın yolundan, çevresinden ayrı, belki de yeni müslüman olmuş biri olduğunu, ona bağlandığını gösterir. Saru Saltuk, Taptuk, Barak Baba... silsilesini izler.

Taptuk Baba Yunus'un şiirlerinde inançla sevilen, yoluna baş konulan bir mürşit olarak karşımıza çıkar:

Taptuğun tapusuna
Kul olduk kapısına
Yunus miskin çiğ idik
Piştik elhamdülillah
...
Vardığımız illere
Şol safa gönüllere
Baba Taptuk manisin
Saçtuk elhamdülillah
...
Yunus bir doğan idi kondu Taptuk koluna
Avın şikira geldi bu yuva kuşu değil.
...
Yine esridi Yunus Taptuk yüzün görende
Baktığım yüzde gördüm Taptuğumun nurunu.

Bize kadir gecesidir bu gice
Ko erte olmasın seher gerekmez
Yunus esrüyüben düştü sokakta
Çağınr Taptuğunu ar gerekmez

Söylencemizde Hacı Bektaş Yunus'u Taptuk'un tekkesine göndermiş. Yunus gidip Taptuk'a baş vurur. İlk Bektaşi tekkeleri bir çeşit uygulamalı okul idi. Her derviş bir iş görür. Kimi toprakta, kimi işlikte çalışır, kimi duvar örer, kimi aş pişirir: Yunus'a da odun taşıma işi verirler. Kırk yıl sırtında odun taşır, tekkesinin ocağına, özene bezene. Her getirdiği odun dop-doğru dümdüzdür. Soranlara: Tekkeye odunun bile eğrisi giremez der.

Bir başka söylenceye göre Taptuk güzel saz çalarmış ve Yunus ona sazı için bağlanmış. Yunus uzun süre tekkeye hizmet etmiş, sonunda bıkmış ve kaçmış. Yolda erenlerden yedi kişiye rastlamış, yoldaş olmuşlar. Her akşam erenlerden biri içinden geçirdiği bir ermiş adına Tanrıya dua ediyor hemen bir sofra geliyormuş ortaya. Sıra Yunus'a geldiği akşam o da: Yarabbi, demiş, bunlar hangi kulun adına dua ettilerse ben de onun adına yal varıyorum sana, utandırma beni demiş. O akşam iki sofra birden gelmiş. Erenler şaşırıp kimin adına dua ettiğini sormuşlar. Yunus önce siz söyleyin demiş. Erenlerde Taptuk'un dervişlerinden Yunus diye biri var, onun adına demişler. Yunus bunu duyar duymaz hiç bir şey söylemeden tekkeye geri döner ve anabacıya şeyhin karısına sığınır. Söylence bize burada tekkede kadının rolünü yerini ve önemini anlatır. Anabacı der ki: Yarın sabah tekkenin eşiğine yat. Taptuk abdest almak için dışarı çıkarken ayağı sana takılır .Gözleri iyi görmediği için bana: Kim bu eşikte yatan? diye sorar ben de Yunus, derim. Hangi Yunus derse çekil git, başka bir tekke ara kendine, başının çaresine bak. Ama bizim Yunus mu? derse anla ki gönlünden çıkarmamış, hala seviyor seni. O zaman kapan ayaklarına, bağışla suçumu de. Yunus Anabacının dediğini yapar, kapının eşiğine yatar, ertesi sabah olan olur Taptuk: Kim bu adam? diye sorunca Yunus, der anabacı, Taptuk "bizim Yunus mu? diye sorunca Yunus ayağına kapanır sevincinden ağlar.

İki insan arasındaki bağlılığı, ayrılıp kavuşmanın tadını, güveni bu kadar güzel anlatabilen söylence azdır dünyada. İnsanlık bu "bizim" sözünün içindedir. Bir ülkü uğruna canlarını koyanların hepsinin yaşadıkları bir insanlık dramıdır bu. Anlamayan beri gelsün. İşte dup duru bir su gibi Yunus'un sevgisidir bu. ( S. Eyüboğlu ).

Yunus yeniden tekkeye girer. Bir başka söylentiye göre Yunus Taptuk'un kızını sevdiği için döner tekkeye. Taptuk bilir Yunus'un bunun için dönmediğini. Ama dervişlerinin böyle bir dedikoduya kulak vermeleri karşısında ne yapsın? Kızını versin mi, vermesin mi Yunus'a? Taptuk, dervişlerini yalancı çıkarmamak için kızını Yunus'a verir. Ama yine söylenceye göre Yunus ömrünün sonuna dek bu güzel kıza dokunmuyor. Gerçek böyle değil ama halk böyle olmasını istiyor. Halk Yunus'a şehvet duygusunu konduramıyor. Şehvetin onu lekelemesini özüne sindiremiyor.

Yunus'un ozanlığa başlamasının öyküsü de şöyle: Yunus yıllar yılı tekkeye ağızsız dilsiz hizmet eder. Günlerden bir gün Taptuk'un sofrasında bir güzel muhabbet olur. Taptuk sevinçli coşkuludur. O gün Yunus-ı Guyende adında bir ozana: Bize bir şeyler söyle der. O ozanın dili tutulur o gün, hiç bir şey bulup söyleyemez. Bunun üzerine Taptuk oduncu Yunus'a dönüp: Haydi sen söyle der. Ve Yunus birden başlar içinde birikenleri söylemeye, esip savurmaya. İncileri dökmeye başlar.

Burhan Toprak'ın deyimiyle ''Yunus Emre'nin bu altın destanı bize kendisi kadar, Anadolu halkınında yüreğini ve özlemini anlatır. Halk Yunus için Mevlana'ya << Manevi konakların hangisinin önüne vardıysam bir Türkmen kocasının izini buldum, onu geçemedim. >> dedirtmiştir.

Bir buluşmalarında Yunus, Mevlana'ya: Mesnevi'yi çok uzun yazmışsın, ben olsam şu söze sığdırırdım hepsini:

''Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm'' der.
Yunus şiirinde Mevlana'yı sevgi ve saygıyla anar:

Mevlana meclisinde saz ile işaret oldu

ve:

Mevlana Hüdavendigar bize nazar kılalı
Onun görklü nazan gönlümüz aynasıdır.

der. Mevlana şiir ve yapıtlarının hepsini Farsça yazmıştı. yine halktan yana düşünüyor, halka sesleniyordu. Bunu çok iyi bilen oğlu Sultan Veled babasının düşüncelerini Türkçeye aktarır. Hacı Bektaş ocağı ve Yunus, tasavvufu, o çağın en yüksek kültürünü Anadolu halkının Türkçesiyle söylemiştir. Onlar çağdaş dilimizin, kültürümüzün gerçek öncüleridir. Kimliğimizi yaratanlardır. Onlar özümüzü hamurumuzu yoğuranlardır. Bizi biz edenlerdir .

S. Eyüboğlunun deyişiyle ''Ama Yunus'un ve halkın soluğu Kaygusuz'lar, Pir Sultanlar, Karacaoğlan'lar, Aşık Veysel'lerle için için bu güne dek gelmiş ve ancak bu günün halkçı Türk devletinde Anadolu Türkçesini en aydın şairlerimize devretmişlerdir.''

Elif okuduk ötürü
Pazar eyledik götürü
yaratılanı hoş gör
Yaradandan ötürü

deyip okulu bırakmış. Halk, halktan uzaklaşan kültüre karşı her zaman direnmiştir. Konumuz Yunus Emre'nin okur yazar olup olmadığı değil ''Bilginlerimiz, başta Gölpınarlı olmak üzere Yunus'un ümmiliği, yani okur yazar olmadığı inancını gülünç buluyorlar. Ancak Yunus'tan kalmış bir tek yazılı söz olmaması bir yana, Anadolu'da sözlü kültür bu gün bile bir Aşık Veysel'i yetiştirecek güçtedir;'' Bektaşi tekkeleri tasavvufun en ince kavramlarını bile sözle geceli gündüzlü aylarca, yüzyıllarca İnsanların beyinlerine, yüreklerine hep aktarmış, ekmiş oya gibi işlemiştir.

Okur yazar olsun olmasm, Yunus Emre halkm sözlü kültürünün adamıdır, kendi çağının en ileri düşünüşünü halkına kendi öz diliyle ulaştırmıştır. Yunus aynca çağm okur yazarlanna, molJalanna karşı savaş açmış gerçek bir kültür taşıyıcısıdır. Şiir ustasıdır, gönül adamıdır, sevgi denizidir.

İşte söylencesi:

Yunus'un yaşadığı yıllarda Molla Kasım diye biri varmış. Bu Molla Kasım'a Yunus'un şiirlerini yazılı olarak getirmişler. Başlamış okumaya. Her okuduğu şiiri dine, şeriata aykırı bularak yakıyormuş. Binlercesini yaktıktan sonra üst tarafını da suya atmaya başlamış. Şiirleri yakmış suya atmış, atmış, atmış derken bir şiirde, Yunus:

Yunus Emre bu sözü eğri büğrü söyleme
Seni sigaya çeken bir Molla Kasım gelir.

demiş, demiş ya Molla Kasım bunu görür görmez Yunus'a boyun eğmiş ve yakmadığı suya atmadığı şiirleri bir hazine gibi saklamış. Söylenceye göre bunun için şiirlerinden binlercesini göklerde melekler, binlercesini denizlerdeki balıklar, kalan binlercesini de.insanlar söylermiş. Yunus'un hak ve halk şairi olduğunu anlatmak bakımından tarihçilerden daha bilimsel, daha ileri bir düşünüşle yüklüdür bu. Rahmetli Sabahattin Eyüboğlu bu davranışlarla söylencenin: Birisi Yunus Emre'yi halkın Molla Kasım'la karşı karşıya getirdiğini, ikincisi de bu beyite şair adının ancak birinci dizede olması gereği, tabiiliğini vurguladığını belirtmektedir. Aslında bu şiiri Yunus değil, halk söylemiştir. gelin bu şiiri birlikte okuyalım:

Ben dervişim diyene bir ün edesim gelir Seğirdüben sesine vurup yetesim gelir.
...
Sırat kıldan incedir kılıçtan keskincedir
Varup onun üstünde evler kurasım gelir
...
Altında gayya vardır içi nar ile pürdür
Varuban ol gölgede biraz yatasım gelir
   
Senden Önce 128 ziyaretçi (206 klik) Kişi Buradaydi.
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol