Hâtime
Geçen On İki Hakikat, birbirini teyid eder, birbirini tekmil eder, birbirine kuvvet verir. Bütün onlar birden ittihad ederek, neticeyi gösterir. Hangi vehmin haddi var şu demir gibi, belki elmas gibi on iki muhkem surları delip geçebilsin; tâ, hısn-ı hasînde olan haşr-i imânîyi sarssın?
-1- âyet-i kerîmesi ifade ediyor ki, "Bütün insanların halk olunması ve haşredilmesi, kudret-i İlâhiyeye nisbeten, birtek insanın halkı ve haşri gibi âsandır."
Evet öyledir. Nokta nâmında bir risâlede haşir bahsinde şu âyetin ifade ettiği hakikati tafsîlen yazmışım; burada, yalnız bir kısım temsilâtiyle, hulâsasına bir işaret edeceğiz. Eğer istersen o Nokta'ya mürâcaat et.
Meselâ,
-2- -temsilde kusur yok- nasıl ki, nurâniyet sırrıyla, güneşin cilvesi, kendi ihtiyârıyla olsa da, bir zerreye suhûletle verdiği cilveyi, aynı suhûletle hadsiz şeffâfâta da verir.
Hem, şeffâfiyet sırrıyla, bir zerre-i şeffâfenin küçük gözbebeği, güneşin aksini almasında, denizin geniş yüzüne müsâvidir.
Hem, intizam sırrıyla, bir çocuk parmağıyla gemi sûretindeki oyuncağını çevirdiği gibi, kocaman bir diritnotu da çevirir.
Hem, imtisâl sırrıyla, bir kumandan, birtek neferi bir arş emriyle tahrik ettiği gibi, bir koca orduyu da aynı kelime ile tahrik eder.
Hem, muvâzene sırrıyla, cevv-i fezâda bir terazi ki, öyle hakiki hassas ve o derece büyük farz edelim ki, iki ceviz terazinin iki gözüne konulsa hisseder. Ve iki güneşi de istiâb edip tartar. O iki kefesinde bulunan iki cevizi birini semâvâta, birini yere indiren aynı kuvvetle, iki şems bulunsa, birini arşa, diğerini ferşe kaldırır, indirir.
Mâdem şu âdi, nâkıs, fânî mümkinâtta nurâniyet ve şeffâfiyet ve intizam ve imtisâl ve muvâzene sırlarıyla en büyük şey en küçük şeye müsâvi olur, hadsiz hesabsız şeyler birtek şeye müsâvi görünür; elbette Kadîr-i Mutlakın zâtî ve nihayetsiz ve gayet kemâlde olan kudretinin nurânî tecelliyâtı ve melekûtiyet-i eşyanın şeffâfiyeti ve hikmet ve kaderin intizamâtı ve eşyanın evâmir-i tekviniyesine kemâl-i imtisâli ve mümkinâtın vücud ve ademinin müsâvâtından ibâret olan imkânındaki muvâzenesi sırrıyla, az çok, büyük küçük Ona müsâvi olduğu gibi, bütün insanları birtek insan gibi bir sayha ile haşre getirebilir.
1- Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir. (Lokman Sûresi: 28.)
2- En yüce sıfatlar Allah'ındır. (Nahl Sûresi: 60.)
Hem, bir şeyin kuvvet ve zaafça merâtibi, o şeyin içine zıddının müdâhalesidir. Meselâ, hararetin derecâtı, soğuğun müdâhalesidir; güzelliğin merâtibi, çirkinliğin müdâhalesidir; ziyânın tabakâtı, karanlığın müdâhalesidir. Fakat, birşey zâtî olsa, ârızî olmazsa, onun zıddı ona müdâhale edemez. Çünkü, cem'-i zıddeyn lâzım gelir. Bu ise, muhâldir. Demek asıl, zâtî olan bir şeyde merâtib yoktur. Mâdem, Kadîr-i Mutlakın kudreti zâtîdir, mümkinât gibi ârızî değildir ve kemâl-i mutlaktadır. Onun zıddı olan acz ise, muhâldir ki, tedâhül etsin. Demek, bir baharı halk etmek, Zât-ı Zülcelâline bir çiçek kadar ehvendir. Eğer esbâba isnad edilse, bir çiçek, bir bahar kadar ağır olur. Hem, bütün insanları ihyâ edip haşretmek, bir nefsin ihyâsı gibi kolaydır.
Mesele-i haşrin başından buraya kadar olan temsil sûretlerine ve hakikatlerine dâir olan beyânâtımız, Kur'ân-ı Hakîmin feyzindendir. Nefsi teslime, kalbi kabule ihzârdan ibârettir. Asıl söz ise Kur'ân'ındır. Zîrâ söz odur ve söz onundur. Dinleyelim:




Tam ve kesin delil Allah'ındır. (En'âm Sûresi: 149.)
Şimdi bak Allah'ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor. Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir; O herşeye hakkıyla kâdirdir. (Rum Sûresi: 50.)
Dedi ki: "Çürümüş kemikleri kim diriltecek?" De ki: Onu ilk önce kim yaratmışsa tekrar O diriltecek. O herşeyin yaratılışını hakkıyla bilendir. (Yâsin Sûresi: 78-79.)
Ey insanlar, Rabbinizden korkun. Kıyâmet gününün zelzelesi, muhakkak ki pek büyük birşeydir. Onu gördüğünüz gün, herbir emzikli kadın emzirdiğini unutur, herbir hâmile kadın çocuğunu düşürür. İnsanları da sarhoş görürsün, halbuki onlar sarhoş değillerdir; lâkin Allah'ın azabı pek şiddetlidir. (Hac Sûresi: 1-2.)
Allahü Teâlâ ki, Ondan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. And olsun ki, geleceğinden şüphe olmayan kıyâmet gününde O sizi kabirlerinizden toplayıp diriltecektir. Allah'tan daha doğru sözlü kim vardır? (Nisâ Sûresi: 87.)
İhlâs ile kulluk edenler, nimetlerle dolu Cennet içindedir. • Günaha daha kâfirler ise Cehennem ateşindedir. (İnfitar Sûresi: 13-14.)
Ne zaman ki yer müthiş bir sarsıntıyla sarsılır. • Ve yer bütün ağırlıklarını dışarı çıkarır. • Ve insan "Ne oluyor buna?" der. • O gün yer, üzerinde herkesin ne iş yaptığını haber verir. • Çünkü Rabbin ona konuşmasını emretmiştir. • O gün insanlar amelleri kendilerine gösterilmesi için hesap yerine bölük bölük dönerler. • Kim zerre kadar bir iyilik yaparsa onun mükâfâtını görür. • Kim zerre kadar bir kötülük yaparsa onun cezasını görür. (Zilzâl Sûresi: 1-8.)
Çarpacak olan felâket! • Nedir o çarpacak olan felâket? • O çarpacak felâketin ne olduğunu bilir misin? • O gün insanlar ateşe çarpıp yere serilmiş pervânelere döner. • Dağlar ise atılmış rengârenk yün gibi olur. • Mîzanı ağır gelen, hoşnut olacağı bir yaşayış içindedir.
Mîzanı hafif gelenin sığınacağı yer de hâviyedir. • Hâviyenin ne olduğunu bilir misin?. • O kızgın bir ateştir. (Kâria Sûresi: 1-10.)
Göklerin ve yerin gizliliklerini bilmek Allah'a mahsustur. Kıyâmetin gerçekleşmesi ise göz açıp kapayıncaya kadar, yahut ondan da yakındır. Şüphesiz ki Allah'ın kudreti herşeye yeter. (Nahl Sûresi: 77.)
Daha bunlar gibi âyât-ı beyyinât-ı Kur'âniyeyi dinleyip, âmennâ ve saddaknâ diyelim.
Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah'tan geldiğine inandım. Hiç şüphesiz öldükten sonra diriliş haktır, Cennet haktır, Cehennem haktır, şefaat haktır, Münker ve Nekîr melekleri haktır. Allah'ın kabirlerdeki ölüleri tekrar dirilteceğine İmân ettim. Allah'tan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh olmadığına ve Muhammed'in (a.s.m.) Allah'ın resûlü olduğuna şehâdet ederim.
Allahım! Senin rahmet ağacının en latîf, en şerif, en mükemmel ve en güzel meyvesi olan, âlemlere rahmet olarak ve Senin rahmet ağacının âhiret yurdu üzerine sarkan en süslü, en güzel, en parlak ve en yüce meyvelerine, yani Cennete ulaşmamıza vesîle olarak gönderdiğin zâta salât ve selâm eyle.
Allahım! Seçtiğin Peygamberinin hürmetine, bizi, anne ve babamızı Cehennem ateşinden koru. Bizi, anne ve babamızı iyilerle beraber Cennete koy. Duâmızı kabul buyur.
Ey şu risâleyi insaf ile mütâlâa eden kardeş! Deme, "Niçin bu Onuncu Sözü birden, tamamıyla anlayamıyorum?" Ve tamam anlamadığın için sıkılma. Çünkü, İbn-i Sinâ gibi bir dâhî-i hikmet,
demiş; "İmân ederiz, fakat akıl bu yolda gidemez" diye hükmetmiştir. Hem, bütün ulemâ-i İslâm, "Haşir, bir mesele-i nakliyedir, delili nakildir; akıl ile ona gidilmez" diye müttefikan hükmettikleri halde, elbette o kadar derin ve mânen pek yüksek bir yol, birdenbire bir cadde-i umumiye-i akliye hükmüne geçemez. Kur'ân-ı Hakîmin feyziyle ve Hâlık-ı Rahîmin rahmetiyle, şu taklidi kırılmış ve teslimi bozulmuş asırda, o derin ve yüksek yolu şu derece ihsan ettiğinden, bin şükür etmeliyiz. Çünkü, imânımızın kurtulmasına kâfi gelir. Fehmettiğimiz miktarına memnun olup, tekrar mütâlâa ile izdiyâdına çalışmalıyız.
Haşre, akıl ile gidilmemesinin bir sırrı şudur ki:
Haşr-i Âzam, İsm-i Âzamın tecellîsiyle olduğundan, Cenâb-ı Hakkın İsm-i Âzamının ve her ismin âzamî mertebesindeki tecellîsiyle zâhir olan ef'âl-i azîmeyi görmek ve göstermekle, haşr-i âzam bahar gibi kolay ispat ve katî iz'an ve tahkikî İmân edilir.
Şu Onuncu Sözde, feyz-i Kur'ân ile, öyle görülüyor ve gösteriliyor. Yoksa akıl, dar ve küçük düsturlarıyla kendi başına kalsa, âciz kalır, taklide mecbur olur.
Öldükten sonra diriliş (haşir) aklın ölçüleriyle kavranamaz.
* * *