İslam Ansiklopedisi - Namaz ve Biz - kalb1244
   
Menü
  Ana Sayfa
  İletişim
  Yorum Ve Görüşleriniz
  Burdayiz
  Bize Destek Olun
  DOSTLARIMIZ
  Anket
  Ahir Zaman
  Al-i İmran Suresi
  Allah'tan Korkmak
  Allah'ın 99 İsmi
  A'raf Suresi
  Ashab-i Kehf
  Bakara Suresi
  BAS ÖRTÜSÜ
  Bediuzzaman Said Nursi
  Berat Kandili
  Büyük Günahlar
  Cennet Ve Cehennem
  Cinler
  Dinimiz
  Din Eğitiminde İnsanın Merkezileşmesi
  Din Ve İnsan
  El Zinasi
  Esmâül Hüsnâ
  Evreni Allah Yarattı
  Evrenin Ölümünün Ardından
  Esmaül Hüsnanin Önemi
  Esma-i Hüsnâ'dan Esintiler
  Esnaül Hüsna Faziletleri - Faydalari
  Esmaül Hüsna (Geniş Anlamlı)
  Esmaül Hüsna Zikirleri
  Filistine Destek İHH
  Filistine Destek K.Y.M
  Kiyamete Dogru
  Günün Konusu
  Site Haritasi
  Soru Cevap
  Şiirler
  Risale-i Nur
  Resim Galerisi
  İlahi Oku
  Peygamberlerimiz
  Gusül Ve Abdest
  Islamda Kadın ve Erkek
  Mezhebler
  Mucizeler
  ViDEOLAR
  SiiR
  Namaz Hakkında
  Namazın Edebi
  Namaz Vakitleri
  Namaz ve Sağlık
  Namazlar ve Niyet
  54 FARZ
  Zina Ve Çeşitleri
  Zinanin Kötülüğü
  Zina Ve Dünyevi Azabi
  Zinanin Uhrevi Azabi
  Göz Zinasi
  Göz Zinasi 2
  Gıybet
  Zulüm
  Kibir
  Kızmak
  Şehvet
  Haram ve Şüpheli Yemek
  Kur'an Ve Önemi
  Yunus Suresi
  Fil Suresi
  Kureyş Suresi
  Kuranin Önemi
  Kur'anin İnişi
  İnsan
  İbadetin Önemi
  Nefis
  Ölüm
  Oruç Ve Çeşitleri
  Oruçlarda Niyetin Vakti
  Orucu Bozan Şeyler
  Farz Oruçlar
  Oruç Çeşitleri
  Mübarek Aylar,Günler ve Geceler
  Kadir Gecesi
  Recep Ayı
  Regaib Gecesi
  Miraç Kandili
  Şaban Ayı
  Ramazan Ayı
  Şevval Ayı
  Kurban ve Kurban Bayrami
  Muharrem Ayı ve Aşure Günü
  Kutlu Doğum ve Mevlid Kandili
  Kıyamet
  Kıyamet Günü 1
  Kıyamet Günü 2
  Kıyamet Günü 3
  Hz. Mehdi
  İlahiler
  Karışık İlahi
 
  Esmaül Hüsna Esintisi Dergisi
  Ilk Müslümanlar
  Islam Tarihimiz
  Resimli Namaz Anlatimi
  Islam Alimleri
  Kabe
  Nasihatlar
  HlCRET
  Kuran Ögreniyorum
  DuaIar
  Ahlak Bilgileri
  Besmele Kampanyasi
  Tevhidisohbet
  Sahabaler
  Hadisler
  Osmanli Padisahlari
  Türkiye il ve ilçeler
  İl İl Namaz Vakitleri
  il il imsakiye - İftar Vakitleri
  Güzel Sözler
  Dursun Ali Erzincanlı
  Şifali Bitkiler
  ilmihal
  Unutulan Sünnetler
  İslami Resimler
  Salavat
  Bilim
  Ramazana Özel
  Kuran-ı Kerim Türkçe Meali
 
  Bediüzzaman Said Nursi Hayati
  Sözler
  Mektubat
  Lemalar
  Şualar
  Hür Adam Bediuzzaman Said Nursi - Fragman
 
  Atatürk
  Ödevler
 
  Teknoloji
 
  Google
  Faydalı Siteler
 
  Facebook
  Reklam

 



"O, yaratan, var eden, şekil veren Allah'tır. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun şanını yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.(Haşr-24)"

 
ALLAH
(Uluhiyete mahsus sıfatların hepsini kendinde toplayan İsm-i Azam)

RAHMÂN
(Bütün yaratılmışlar hakkında hayır ve merhameti tercih eden)

RAHÎM
(Çok merhamet eden, nimet veren)

MELİK
(Bütün kainatın tek sahibi ve mutlak hükümdarı)

KUDDÛS
(Hatadan, gafletten ve her eksiklikten münezzeh)

SELÂM
(Esenlik veren, kullarını selamete çıkaran)

MÜ'MİN
(Gönüllere iman ışığını veren, vaadine güvenilen)

MÜHEYMİN
(Kainatın bütün işlerini gözetip yöneten)

AZÎZ
(Yenilmeyen yegane galip)

CEBBÂR
(İradesini her durumda yürüten, dilediğini zorla yaptırmaya muktedir olan)

MÜTEKEBBİR
(Her şeyde büyüklüğünü gösteren)

HÂLIK
(Büyün mevcudatı takdirine uygun şekilde yaratan)

BÂRİ'
(Bir model olmaksızın canlıları yaratan)

MUSAVVİR
(Her şeye şekil ve özellik veren)

GAFFÂR
(Daima affeden, tekrarlanan günahları bağışlayan)

KAHHÂR
(Her şeye her istediğini yapacak şekilde galip ve hakim)

VEHHÂB
(Karşılık beklemeden bol bol veren)

REZZÂK
(Bedenlerin ve ruhların gıdasını yaratıp veren)

FETTÂH
(Zorlukları kolaylaştıran ve iyilik kapılarını açan)

ALÎM
(Herşeyi çok iyi bilen)

KÂBID
(Rızkı tutan, canlıların ruhunu alan)

BÂSIT
(Rızkı genişleten, ruhları bedenlerine yayan)

HÂFID
(Alçaltan, zillete düşüren)

RÂFİ'
(Yukarı kaldıran, yükselten)

MUİZ
(Yücelten, izzet ve şeref veren)

MÜZİL
(Alçaltan, zillet veren)

SEMİ'
(Her şeyi işiten)

BASÎR
(Her şeyi gören)

HAKEM
(Son hükmü veren)

ADL
(Mutlak adalet sahibi, çok adaletli)

LATÎF
(Yaratılmışların ihtiyacını en ince noktasına kadar bilip, sezilmez yollarla karşılayan)

HABÎR
(Her şeyin iç yüzünden haberdar olan)

HALÎM
(Acele ile ve kızgınlıkla muamele etmeyen)

AZÎM
(Zatının ve sıfatlarının mahiyeti anlaşılamayacak kadar ulu)

GAFÛR
(Bütün günahları bağışlayan)

ŞEKÛR
(Az iyiliğe çok mükafat veren)

ALÎ
(İzzet, şeref ve hükümranlik bakımından en yüce, aşkın)

KEBÎR
(Zatının ve sıfatlarının mahiyeti anlaşılamayacak kadar ulu)

HAFÎZ
(Koruyup gözeten ve dengede tutan)

MUKÎT
(Bedenlerin ve ruhların gıdasını yaratip veren, bilip gücü yeten ve koruyan)

HASÎB
(Kullarının her yaptığını bilen, onları hesaba çeken)

CELÎL
(Azamet sahibi)

KERÎM
(Lütuf ve keremi çok bol ve çok geniş)

RAKÎB
(Büyün varlığı gözetleyip, kontrol eden)

MÜCÎB
(Dualara karşılık veren)

VÂSİ'
(İlmi ve merhameti herşeyi kuşatan)

HAKÎM
(Bütün emirleri ve işleri hikmetli olan)

VEDÛD
(Kullarını çok seven, sevilmeye gerçekten layık olan)

MECÎD

Türkiye'nin En Büyük
İslam Ansiklopedisi
Olma Yolunda Hızla Gelişen Bir Sitedir.
İslam Ansiklopedisi 2008 - 2021 ©
Bir şeyden hoşlanma, haz duyma, cümbüş ve eğlence mânâlarına gelen “zevk”, sofiye ıstılahında, ilâhî tecellîlerin ilk esintileri ve şuhûd ufkunun yer yer zuhur eden vâridlerindendir ki, “bevârik-i mütevâliye” de diyebileceğimiz ilâhî ışık tayflarının Hakk’ın kenzen bilindiği kalbi sarmasıdır.. ve doğruyu eğriden tefrik etmenin de birinci konağıdır. Meâlîye iştiyak ve davranış safveti bu konakta konaklamanın pasaportu ve vizesi sayılabilir.

Allah’la kalbî muamele, vefa çizgisinde cereyan ettiği sürece, “şürb” kelimesiyle de ifade edebileceğimiz zevk-i ruhanî, sâkîsiz, kâsesiz kalbin enginliklerinde duyulmaya başlar ve hak yolcusu, dünyevî kıstaslarımız açısından derecesine göre mest ü mahmur hâle gelir. Sürekli “zevk” sürekli “şürb”e, sürekli şürb de susama mânâsına gelen sürekli “ataş”a sâik olur; olur da sâlik ruhunda hep yanmaları kanmalarla beraber duyar ve “Ey sâkî, aşkın oduna/Yandıkça yandım bir su ver.” (Gedâî) der, dolaşır. Öyle ki, hak yolcusu, O’na karşı her an artan arzu ve iştiyakla, zevki hasretle, doymayı da açlıkla beraber hisseder ve aralanan kapının ardına kadar açılması sevdasıyla yanar tutuşur. Tabiî, böyle bir yolcu için artık, mazhar olduğu bu tecellîlerin inkıtâı bir imsak, yeniden zuhuru da bir iftar hâlini alır; alır da o sık sık “Sâkiyâ, doldur şarabı vakt-i iftardır bu dem/Mâmur eyle bu harâbı, lütf-i izhardır bu dem.” (Muhammed Lütfî) der ve hep beklentilerini mırıldanır.

Bir diğer yaklaşımla ataş, o Biricik Maksûd’u talep ve özlemede öyle bir iştiyak ve hırstır ki, sevgiyle coşan sâlikin sinesi magmalar gibi ateşlerle köpürürken, gözleri 1وَسَقَاهُمْ رَبُّهُمْ’la tüllenen bulutlarda “Ciğerim kebap oldu, ahıma iltifat yok mu?” der, sızlar; sızlar zira müştak cismaniyet fanusunda mahsur kaldığı sürece, Mahbub-u Hakikî tam tecellî etmez. Bu itibarla da, berzahta sayılan müştakın susuzluğu, onu cayır cayır yakacak şekilde arttıkça artar.. bu ruhanî zevk ve ataşı şu beyitler ne hoş ifade eder:





“Cemal gösterir, sonra da görünmeden sakınırsın. Böylece hem kendi pazarını hem de bizim ateşimizi kızıştırırsın. Beni baştan çıkaran sevgiliyi gördükçe bana öyle bir hâl olur ki, yolumu şaşırırım. O önce beni ateşlere yakar; sonra da bir su serpintisiyle söndürür.. onun için beni hem ateşlere yanmış, hem de suya gark olmuş görürsün.” (Gülistan)
Bir başka zaviyeden zevk, acı-tatlı yanlarıyla, lisan, beden ve diğer uzuvlarla duyulup hissedildiği gibi kalb ve vicdanla da duyulup hissedilir. Allah Resûlü:
ذَاقَ طَعْمَ اْلإِيمَانِ مَنْ رَضِيَ بِاللّٰهِ رَبًّا وَبِاْلإِسْلاَمِ دِينًا وَبِمُحَمَّد ٍ رَسُولاً
“Rab olarak Allah’tan, din olarak İslâm’dan, peygamber olarak da Hz. Muhammed’den (aleyhisselâm) hoşnut olan imanın tadını zevk etmiş olur.”2 sözleriyle bu ruhanî hazza işaret buyururlar. Vâkıa O, bu ledünnî zevki bazen cismanî zevkleri anlatan kelimelerle de ifade etmiştir ki, ashab-ı kirâmı savm-ı visalden menettiği yerde: إِنِّي لَسْتُ كَهَيْئَتِكُمْ إِنِّي أُطْعَمُ وَأُسْقَى “Ben sizin gibi değilim; ben yedirilip içiriliyorum.”3 derken böyle bir üslûp kullanmıştır. Ne var ki, kalbî ve ruhî hayat açısından söz konusu olan, zevkin ruhanî olanıdır ve “vecd”e göre de süreklilik ifade eder; eder de, kalb ve ruhu her zaman ayrı bir televvünle besler. Yerinde de geçtiği üzere vecd ve heyman ise, hususî tecellîlerle, bazı ahvâle ait vâridlerdir ki, göz kamaştırıcılığına rağmen sâlikin mübtedîliği ölçüsünde ve onun havsalasıyla mebsûten mütenasip (doğru orantılı) olarak zuhur eder.

Zevk; temel kaynakları itibarıyla da farklı farklıdır. İman, tasdik ve taate karşılık Cenâb-ı Hakk’ın, Cennet, ebediyet ve rü’yet gibi her biri dünya hayatının binlerce senesini aşan fâikiyeti cihetiyle, O’nun vaadlerinde halâvet ayrı bir zevk ufku.. insan vicdanının, maddî-mânevî, dünyevî-uhrevî bütün lezzetlerden sıyrılarak “üns billâh” ufkuna yönelip sürekli O’nunla hemhâl olması ayrı bir haz buudu.. kurb-u mutlaka mazhariyetle –bütünüyle terk-i enaniyet mânâsına– kendinden uzaklaşarak sadece O’nu görme, O’nu duyma, O’nu bilme zirvesine yükselerek “beka billah-maallah”ın temadî eden zevklerini duymak ayrı bir halâvet şâhikasıdır.. evet, herkes, imanı, tasdiki, mârifeti ve ledünnîliği ölçüsünde ruhanî zevklerden “hissemend” olur.

Cismanî zevkler, doyma noktasına ulaşınca, insanda onlara karşı bir alâkasızlık meydana gelmesine mukabil, ruhanî zevklerde sürekli bir ataş (susuzluk) hâli yaşanır. Buna, hiç eksilmeyen bir zevkle içtikçe içme arzusu da diyebiliriz. Öyle ki sâlik, mürşid-i kâmilin söz ve davranışlarıyla onun ruhuna boşalttığı ilâhî mevhibelere karşı “Daha yok mu?” diyerek her zaman yolda ve tetikte olma hâli ve vicdanın mârifet, muhabbet ve zevk-i ruhanî adına nâmütenâhiye açılma keyfiyetidir ki, böyle bir vicdan, daha doğrusu onun en birinci rüknü olan kalb, kurb-u mutlaka ulaşacağı ana kadar sürekli “Seni Seni!” der-durur.. gün gelip de bütün bütün cismaniyet hapsinden kurtularak, bedenin ağırlıklarından sıyrılır.. kalb ve ruhun semalarında, zaman ve mekân-üstü olma mazhariyetiyle, hemen her lahza ataş ve şürb arası gelir-gider ve aralanan kapıların ardına kadar açılmasını intizar etmeye başlar.

Bir de mürîd ve sâlik, murad ve mahbub hâline geliverince artık O’nun ziyasıyla nurlanır.. O’nun boyasıyla boyanır.. derken “Sübühât-ı Vech”in mâsivayı bütün bütün yakıp kül etmesiyle varlığın gerçek mahiyeti zuhur eder; değişik ahvâl ve televvünler aşılarak, her lahza “Muhavvilü’l-ahvâl, Kesîru’n-nevâl, Hâliku cemîi’l-ef’âl” unvanıyla, “bî kem u keyf” Zât-ı Vâhid ü Ehad duyulup hissedilmeye başlar ki, Hz. Mevlâna aşağıdaki mısralarıyla bu ufka işaret eder:





“Bir şarap iç ki, kâsesi yârin yüzü, kadehi de bâde ile mest olanların gözü olsun. Vech-i Bâkî bardağından bir şarap iç ki, sâkîsi, ‘Rabbileri onlara şarab-ı tahûr içirdi.’ (hakikatiyle mermuz zât) olsun. İşte o mey’in zuhuru sana, mestlik vaktinde cismaniyet pisliğinden paklık kazandırır. Bu ne garip şerbet, bu ne tuhaf lezzet, bu ne güzel zevk, bu ne acip devlet, bu ne müthiş hayret, bu ne garip şevk..!”
Bir başkası da bu makam münasebetiyle duygularını;
“Bak, وَسَقَاهُمْ رَبُّهُمْ’den cümle ebrâr oldu mest,
Ol Celâl-i Lâyezâl’den yedi, dört, beş hepsi mest.”
mısralarıyla dile getirir ve şarab-ı aynemâ’yı kalblerimizin dudaklarında dolaştırır gibi olur...

اَللّٰهُمَّ اسْقِنَا مِنْ شَرَابِ حُبِّكَ وَاجْعَلْنَا مِنَ الْمَحْبُوبِينَ
وَصَلِّ وَسَلِّمْ عَلَى سَيِّدِنَا سَيِّدِ الْمَحْبُوبِينَ وَعَلَى اٰلِهِ وَأَصْحَابِهِ الْمَقْبُولِينَ

*Bu yazı, Sızıntı dergisinin Kasım 1995 tarihli 202. sayısından alınmıştır.

Dipnotlar
1. “Rabbileri onlara tertemiz bir şarap sunmuştur.” (Dehr sûresi 76/21)
2. Müslim, iman 56; Tirmîzî, iman 10; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/208.
3. Buhârî, savm 48; Müslim, sıyam 55-56
   
Senden Önce 548471 ziyaretçi (1386646 klik) Kişi Buradaydi.
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol